Hazım Sağıye
TT

Direniş kitlesine hürmeten

Hizbullah Genel Sekreteri Nasrallah son konuşmalarında kendi tabanı ya da “direniş kitlesi” hakkında bir noktayı tekrarlayıp duruyor. ABD’liler ile diğer düşmanlarına hitaben tekrarladığı bu düşünce şu şekilde: Bu kitle hiçbir şeyden etkilenmez ve inancı sarsılmaz. Ne isterseniz yapın, ne ekonomik ve güvenlik durumu, diğerlerinin gözündeki imajı ne de herhangi bir şey Hizbullah’a duyduğu mutlak sadakati değiştiremez.
Burası bu değerlendirmeyi ve ne kadar doğru olduğunu tartışmanın yeri değil. Fakat yine de  kendisinin doğru olmamasını tercih ederiz. Bu tercihin nedeni, düşünülen tam aksine, bu kitleye duyduğumuz saygı ile canlı ve aktif herhangi bir kitle gibi bu kitlenin de değişebileceği ve dünyanın koşullarından etkilenebileceği varsayımımızdır.
Demokratik toplumlarda yaşanan değişim ve dönüşümleri ölçen, bir politikacıya verilen destek oranının yükselirken diğerinin gerilediğini gösteren çok sayıda kamuoyu yoklamaları yapıldığını biliyoruz. Bu oranlar şu veya bu politikacının benimsediği politikaların vatandaşların yaşamlarına, ekonomik ve mali durumları, eğitim, sağlık ve çevre vb. alanlarda yaşam koşullarına yansımaları ile bağlantılıdır. Bu anlamda, değişiklik olmazsa politika da yoktur. Aksine, belirli bir parti ya da lider sadakatin değişmemesi ölüme yakın bir donukluk ve atalet demektir.
Hizbullah’ın tabanının kendisine ve liderine yönelik mutlak sadakatini korumasının nedeninin zaferleri olduğu söylendiğinde bu iki hususu ortaya çıkarıyor:
Birincisi, bu zaferler - gerçekten var olduğunu farz etsek bile- İkinci Dünya Savaşı’nda faşizme karşı elde edilen zaferin yanında bir hiçtir. Bu, Hizbullah’ın kendisinin inkar etmemesi gereken bir gerçektir. İngiltere’de 1945 yılındaki seçimler siyasi tarihin sık sık hatırlatılan klişelerinden biridir. İngilizlere söz konusu savaşta olağanüstü bir zafer kazandıran Winston Churchill, buna rağmen savaştan sonra 1945 yılında düzenlenen genel seçimleri kaybetmiştir. Seçmenlerin çoğu savaş öncesi ekonomik performansı ve savaş sonrası ülkeyi yeniden imar becerisinden emin olmadığı için Churchill’in partisine (Muhafazakar Parti) oy vermeyerek kendisini cezalandırmıştı. İngiliz seçmenler, 1967’de aldığı büyük yenilgiye rağmen Arapların Cemal Abdunnasır için “Arapların başını dik tuttu” demeleri gibi kendilerine zaferi hediye eden Churchill için “İngilizlerin başını dik tuttu” diyerek ona sonsuz desteklerini sunmadılar.  
İkincisi, Hizbullah nerdeyse 40 yaşında ve bu yıllar içinde İsrail ile küçük büyük bir dizi savaş yaşadı. Suriyelilere karşı savaşı ise hala devam ediyor. Bu savaşta binlerce kişi öldürüldü. Aileler yerlerinden edildi. Evler yıkıldı ve topraklar yakıldı. Yine bu yıllar boyunca direniş tabanının diğer dini gruplar ile ilişkisi çoğu zaman kızgın ateşlerle sınandı. Son olarak da yoksulluk yapacağını yaptı ve ulusal ekonomi çöktü. Zengin ve maliyetli deneyimleri ile bu sürecin, prensipte de olsa anlaşmazlıklara ve bölünmelere, sorumlulukların belirlenmesi ile kar ve zarar değerlendirmelerinden kaynaklanan görüş ve sadakat değişikliklerine yol açması gerekiyordu.
Bir kitlenin, daha doğrusu bir dini grubun partisi ile kenetlenmesi ve kaynaşması şüphesiz Lübnanlılar ve genel olarak Maşrık bölgesi halkları için yeni değildir. Fakat Hizbullah’ın bu ilişkiyi daha ileriye taşıdığı, ekonomik, sağlık ve eğitim hizmetleri sunarak desteklediği, ünlü “Siz insanların en şereflisiniz” sloganı ile tabanının morallerini yükselttiği doğrudur. Lakin geleneksel mezhepçi liderlerin de daha önce söz konusu hizmetler yoluyla kendilerini destekleyen kitlelerin sadakatini kazanmaya önem verdikleri de doğrudur. Bu bölgede kitleler daha “Lidere başımız feda” sloganı atmadan on yılar önce “şehit” veren annelerin, aile, dini grup ve lidere canlarını feda edecek başka çocuklar da doğurabileceği söylenirdi. Dahası, grup ya da partiye mutlak sadakatin, Arap-İsrail çatışmasını belirleyen kabileci yöntemde kendisini güçlendirecek ve pekiştirecek noktayı bulmuş olması da muhtemeldir. Bu yöntem şu şekilde tanımlanabilir: Çözüm için hiçbir siyasi ufuk olmadan 100 yıldır devam eden çatışma. Hepimiz onların hepsine karşıyız. Politika yasaktır.
Ancak her durumda, hiç kimsenin kanlı veya dini bir sadakat şeklinde kendisine miras kalan bir şeye bu kadar bağlı kalması uygun değildir. Kişilerin gönüllü olarak seçtikleri fikirler üzerine inşa edilen partiler içinde bile ihtilaflar, bölünmeler ve fikir değişiklileri baş gösterebilir. 17 Ekim devriminin bazı anlamlarını netleştirmemiz zaman alabilir. Özellikle de şu sorunun yanıtını netleştirmek için zamana ihtiyacımız olacak: Hizbullah tabanının örgüt ile dayanışma ve kenetlenmesi ne ölçüde özgür bir seçimdi ve ne ölçüde kendisinden duyulan korkunun ürünüydü? Ne var ki sebepleri ne olursa olsun bunun sonucu, gurur sebebi olmak bir yana hiç kimse için sevindirici değildir.
Zira sadece canlı olup gelecek vaat edenler değişip zorluk ve dönüşümlere tepkisiz kalmazlar. Bu ilkesiz oldukları anlamına gelmez. Aksine bu, hem aklın hem de çıkarların komutasına uymaktır. Direniş kitlesini seven ve ona saygı duyanlar kendisine şunu söylemelidir: Üstündeki bu yünlü kıyafeti çıkar ve ince bir şeyler giy. Hava değişecek gibi, sen de değiş.