Hazım Sağıye
TT

Filistin meselesinin siyasete geri dönmesi!

‘Ret cephesi’ ve ardından ‘direniş cephesi’ Filistin meselesini tanımlarken birtakım tabirler kullandılar. Bunlardan bazıları şunlardır: Sınırsız bir varoluş savaşı, Filistinlilerin kendi kaderini tayin etme hakkına sahip olmadığı bir konu, hiçbir Arap yöneticinin ya da tamamının nihayete erdiremeyeceği bir çatışma, tek bir neslin çözemeyeceği bir mücadele, düşmanı insanileştirmenin mümkün olmadığı bir savaş… Bu savaş o halde bir varoluş sorunudur ve bu savaşta insanileştirilemeyen şeytanlara karşı savaşılmaktadır. Herhangi bir neslin ya da yöneticinin bu meseleyi çözememesi gibi davanın doğrudan sahipleri olanların elinde de bir çözüm bulunmuyor.
Bundan şüphe duyanlar, sorunun ortaya çıktığından beri 120 yıl geçtiğini ve önümüzdeki 120 yıl içinde de bir çözüme ulaşılacağının garantisi olmadığını hatırlamalılar. Gerçek şu ki bu nitelikteki problemler artık problem değildir. Nitekim sorunlar bugün olmasa bile yarın çözülür. Çözülemeyen şey, bir problem değildir. Artık efsane olmuş bir konudan bahsediyoruzdur. Yukarıda zikrettiğim nitelikler bu meseleyi gerçekliğin, aklın ve sonuç olarak tarihin dışına çıkarmaktadır. Bu konu böylece efsaneler alanına dahil edilir.
Çözümün bulunduğunu söyleyenlerden biri şunu diyor: Çözüm, Filistin’in kurtuluşu ve İsrail Devleti'nin ve belki de toplumunun silahlı direniş yoluyla ortadan kaldırılmasıdır. Fakat basitçe söylemek gerekirse bu bir çözüm değildir. Daha çok nahoş bir şakaya benziyor. Filistin davasının geldiği raddeyle birlikte her zaman gerekli olan bu hatırlatmanın en az dört nedeni vardır. Bunların hepsi de hem sahnenin hem de izleyicinin doğasından kaynaklanıyor:
1. Filistinlileri çözümü olmayan bir sorunun yükünden kurtarmak. Bu onların hayatlarını da çözümsüz bir dizi sorun haline getirir. Bu içinden çıkılamayacak ölümcül bir ıstıraptır.
2. Davayı kolayca sömürülmekten kurtarmak ve meseleyi çözülebilir bir sorun olarak sunmak. Böylece mesele ‘Filistin'in kurtarılması’ ve ‘Mescid-i Aksa’da namaz’ vaadiyle hareket eden sistemlerin elinden çıkar.
3. Arap halklarına, çözümü olmayan böyle bir sorunla şantaj yapılmasını engellemek. Suriye tecrübesi bunu bize açık bir şekilde gösterdi: “İsrail ile savaşmak ve Filistin'i kurtarmak adına” devrime bir darbe indirildi.
4. Arap bölgesindeki siyasetini, Filistin-İsrail çatışmasını çözümü olmayan bir sorunmuş gibi gösterme enfeksiyonundan kurtarma. Bu durum, mezhepsel ve etnik bölünmeler meselesini de aynı şekilde sanki bir çözümü yokmuş gibi körükler.
Direnişin takip ettiği strateji, ele alınan taşın ‘atılmayacak dereceye’ ulaşana kadar büyütülmesidir. Dava benzersizlik ve kahramanlık nitelikleriyle boyanmaktadır. Yani ya Filistin’i kurtarır ve Aksa’da namaz kılarız ya da hiçbir şey yapmaz ve ateş edip diğer her eylemi karalarız.
Buna karşılık asıl olan tarihin, kutsallığın ve kaderin yükünden davayı kurtararak hafifletmektir. Bütün bu yükler davayı obez yaptı ve böylece dava hareket edemediği gibi büyüklüğü dolayısıyla da her yolu tıkadı. Bunun ardından davanın siyasi yapısının, yani içerdiği siyasetin, hakların ve çıkarların korunması gerekiyor. Böylece dava bu reddedici-itirazcı yorumdan, yani İran-Suriye yorumundan kurtarılacak hem tarihe hem de gerçekliğe -yani ait olduğu yere- geri döner. Yalnızca bu geri dönüş Filistin davasını tekrar canlandırabilir ve onu bir kez daha canlı sorularla yaşayan bir mesele haline getirir.
Almanya doğumlu Yahudi kökenli Amerikalı siyaset bilimci Hannah Arendt, Yahudi tecrübesine ilişkin değerlendirmesinde, ‘en güçlü efsane’ tabir ettiği duruma dikkat çekiyor. Bu, Yahudilerin tarih boyunca diğer ulusların aksine tarihi yapanlar değil, daha ziyade tarihe maruz kalanlar oldukları ve sürekli zulme maruz kalan bir kimlik anlayışını korudukları efsanesidir. Arnet'e göre bu, kimlik meselesinin ve çekilen acıların tarihten sökülüp çıkarılması anlamına geliyor. Ona göre Yahudileri dünya ve Avrupa tarihinden çıkaran ve kendisinin ifadesiyle “dünyadan kopuşu (worldlessness)” anlayışını netice veren şey budur.
Bizim durumumuzla ilgili olarak böyle bir eleştirinin yapılması gerekiyor. Fakat şöyle bir fark var:
“Yahudi davasının müttefikleri, meşhur Balfour Deklarasyonu’ndan bu yana desteklerini sürdürdüler. Filistin davasının müttefikleri ise davayı desteklemekten ziyade davayla kendilerini desteklemek isteyen ve yalnızca sözleriyle destek olan müttefiklerdir.”