Hazım Sağıye
TT

İlk benliğimizin narsistliğine dönüşümüz hakkında

2006’da Irak’ta Sünni-Şii iç savaşı patlak verdiğinde, savaşa katılan silahlı örgütlerin sayısı 268 idi. Kimisi savaş ile doğarken kimisi de öncesinde doğmuştu. Bu örgütlerin bazıları şunlardı: Mehdi Ordusu, Muhtar Ordusu, Fazilet Partisi, Usbetul Hak, Cundul Sema, Asaibu’l Ehl’il Hak, Sa’ru Allah Hareketi, Lecnatul Kısas Adil, Kudüs Güçleri, Ketaib Zilzal (Zilzal Tugayları), Ketaib Sevretu İşrin, Hareketul Tevhid ve Cihad, el Kaide, Muhammed Ordusu, Ehl-i Sünnet vel Cemaat Ordusu, Fatihin Ordusu, Ansar Şeria, Sereya Gadab, Ketaib Hakkul Mübin, Ansaru İbni Teymiyye, İzzet ve Kerame Ordusu, Gadabul İslami Alayı, Ömer bin Hattab Ordusu…
Bahsi geçen iç savaş bitti ve Irak, 2014 yılında DEAŞ örgütü kurulup Musul şehrini ele geçirene kadar birçok gelişmeye tanık oldu. O dönemde, Irak'ın en yüksek Şii dini otoritesi Ali Sistani’nin yayınladığı fetva ile Haşdi Şabi kuruldu.
Haşdi Şabi adı altında toplanan silahlı grupların sayısı onlarcaydı ve bazılarının isimleri şuydu: İmam Muhammed Cevad Alayı, Fırkatu’l İmam Ali Kıtaliyye, Teşkil el Kerrar, Ketaib Cundul İmam, Muntazar Alayı, Sereya Aşura (Aşura Tugayları), Sereya Kerbela, Ketaib Ali Ekber, Nuceba Hareketi, Seyyid Şuheda Tugayları, Ketaib İmam Ali, Asaibu’l Ehl’il Hak, Ensar el-Merceiyye, Hizbullah Tugayları, Hüseyin Alayı…
Elbette, Haşdi Şabi içerisinde Sünni ve diğer azınlıkların grupları da olmalıydı. Bunun, Haşdi Şabi’nin baskın Şii özelliğini ortadan kaldıracağı ve kendisine mezheplerin ötesine geçen milli bir kimlik kazandıracağı sanıldı. Ama heyhat. Yakın bir zamanda bölünen Haşdi Şabi, 44’ü Ali Hamaney, 17’si Ali Sistani’ye bağlı 67 Şii grubu barındırıyordu. Velayet-i Fakih’i destekleyen birinci grup, artık “Velayi Haşd” adıyla biliniyor. Fırkatu’l Abbas, Ali Ekber Tugayları, Ketaib İmam Ali, Ensar el-Merceiyye gruplarını da içeren ikincisi ise  “Atabat Mukaddese Grupları” adını aldı.
Irak bu konuda öne çıksa da tek başına değil. Buna benzer bir gelişme Suriye’de de görülüyor. Orada da orduyu destekleyen Şebbiha grupları, söz konusu ordudan ayrılanların oluşturduğu tugaylar, barışçıl devrimin bizzat kendisinin katkıda bulunduğu tasfiyesinden sonra canlanan tekfirci örgütler gibi çok sayıda gruplar ve isimler var.
Bu grupların adlarını okuduğumuzda bir hususun baskın olduğunu fark ederiz. O da, en dar yorumlarıyla mezhepçiliğe ve öteki benlik, devlet ya da sosyal yapı ile temasa tahammülü olmayan, öteki benliği kati düşmanı olarak gören ilk benliğin saf ve narsist görüntüsüne dönüş çağrısında bulunduğudur.
Bu örgütlerin bolluğu ile birlikte, neredeyse algılarımız artık başka anlamlar ve bizzat dilimiz artık başka terimler barındırmaz gibi görünmeye başladı. Bu durumda bize ancak bu daralan ve küçülen, ama imparatorluk ordularının büyük kurtuluş ve değişim iddialarının eşlik ettiği miras kaldı.
Dine bu sorumluluğu kimlerin yüklediği her zamanki gibi ortaya çıkacaktır. Ancak söz konusu grupların sağladığı ekonomik çıkarlar, din ve mesajından önce mafyavari bilinç ve davranışlarıyla mezhepçiliğe hizmet etmektedir. Gruplar arasındaki bölünme ve dağılmalar da, tek tanrılı bir dinden ziyade çok tanrılı bir dinde yaşananlara benzemektedir.
Elbette, bahsi geçen olguların nedeni olarak ABD’nin Irak’ı işgali, Siyonistlerin bitmeyen oyunları veya Büyük Şeytan’ın işleri başta olmak üzere malum tarafların başının altından çıkan şüpheli eylemleri gösterenler de er geç ortaya çıkacaktır. İlk benliğimize dönüşümüzü netleştirmek için bu kişilere her zaman ihtiyacımız olacaktır.
Bölge genelinde gözümüze çarpan başka renklerle bu tablo daha da canlanıyor. Bugün, İslami fetihlerin öncesine giden ve bu fethin örtmek istediği tarihleri ve bağlılıkları geri getirdiklerini zanneden Lübnanlılar, Mısırlılar, Araplar ve Kürtler var. Öte yandan İslamcılar, tarihi mirasçılarının akıllarını kuşatacak şekilde daraltıyor ve boğuyorlar. İmparatorluk dönemi sevdalısı Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’a gelince, fiili savaşlarının yanı sıra bazı savaşlarını da sınırlar çizen veya kendisini kabul etmeyen eski şiirlerle veriyor.
İlk benlikle bu kucaklaşmanın, birlikleri çatlatan, onunla birlikte kolektif ve bireysel zihnin de çatlamasına neden olan savaş, gerilim ve çatışma durumlarıyla artması anlamsız değildir.    
Gerçek şu ki, özellikle Maşrık (Levant) bölgesinde, ancak çöküş ve parçalanma şeklinde tarif edilebilecek zor bir evre yaşıyoruz. Bunun nedenlerinin çoğunu, kendisini sorgulamamayı seçtiğimiz siyasi sistemler, sosyal ve kültürel yapılar aracılığıyla biz, kendi elimizle oluşturduk. Ancak, bu yönelimi dışarıdan takviye eden en büyük niteliksel değişimin 1979’daki Humeyni Devrimi laneti olduğunu söylersek mübalağa etmiş olmayız. Bu devrimin her düzeyde yaptığı çağrı “geriye dön” şeklindeydi. Bu geri dönüşün ilk yaptığı şey ise, dünyayı sadece şişirilmiş ve füzelerle takviye edilmiş narsist benlik tümörlerinin geliştiği çorak, kalıcı bir savaş ve düşmanlık alanı arenasına dönüştürmekti.