Hazım Sağıye
TT

Amonyum nitrat, Lübnan arenasının son ifadesi ve teorisi

Maşrık (Levant) bölgesinin haritası bugün bir arenalar haritası. Ülkelerin toprakları birbirleriyle çatışan güçlerin cepheleri ve eksenlerine dönüşmüş durumda. Lübnan arenası, Suriye arenası, Irak arenası gibi. Bunlardan çok da uzakta olmayan Libya ile Yemen arenalarını da unutmayalım. Bunların arasında askeri olanların yanı sıra, siyasi olup her an askeri bir cepheye dönüşebilecek arenalar da bulunuyor. Çatışan güçlere gelince, bölgesel ve uluslararası güçlerin çatışmaları ile artık taraflarının dışarıyla ilişkilerinde kendi politika ve diplomasilerine sahip oldukları iç çatışmalar buluşuyor.
Kısacası ülkeler, çıkar ve meselelerin ortak malı haline geldi. Her grubun kutsal gördüğü ve bir dış tarafın desteklediği, çıkarları gereği kullandığı bir davası var. Bu durumda uluslararası sınırlar, yeniden silinip çizilebilmeleri için adeta suyla çiziliyorlar. Bu sayede Kasım Süleymani evinin odaları arasında hareket ediyormuş gibi bu sınırlar arasında dolaşıyordu. “Hizbullah mücahitleri” Suriye’ye gidip gelirken bu sınırları kolayca ihlal ediyorlardı. Lübnan’dan Suriye’ye, Irak’tan İran’a kaçakçı tırlar onları aşıyorlardı.
Lübnan ve Irak’ta bu durum apaçık bir şekilde görülürken, sayısız bölgesel ve uluslararası gücün olduğu Suriye’de sürekli bir hal aldı. Devlete gelince, bütün bu örneklerde, ya çatışmanın bir tarafı (Suriye) ya da çatışan güçler arasında arabuluculuk yapan bir araç (Irak) veya ikisinin karışımı (Lübnan).
Peki, Maşrık bölgesi genelinde “arena” terimi ve teorisi ne zaman doğdu?
Bu sorunun yanıtı için altmışlı yılların sonları, özellikle de ana iç-bölgesel savaşın başladığı 1975’teki Lübnan’a dönelim. O dönemde ülke veya anavatanın yerini alan Lübnan arenası terimi yaygınlaşmaya başladı. İsrail’i hedef alan roketler bu arenadan atılıyor, İsrail’in karşılığı da bu arenanın sakinlerine ölüm ve göç taşıyordu. Arap çatışmaları ve terörist uzantıları buraya yönlendiriliyordu. Zira Lübnan arenası, kutsal davanın - İsrail ile savaşmayı kastediyoruz- gelişimine olanak tanıyordu. Komşu rejimlere bu davayı kullanarak, nüfuzlarını genişletmek için savaşma imkanı tanıyordu. Lübnan anavatanına ya da bu teorinin destekçilerinin yaydığı gibi arenasına gelince, onun kaderi yalnızlık ve Batı’ya bağımlılıktı. Sakinlerini, çıkarlarını ve seçimlerini düşünmek ihanet ve ayıptı.
Kutsal dava her şeyi mubah kılıyordu. Bu nedenle kutsal davanın sahipleri, Lübnan yeni kurulmuş olduğu için halkının anavatanın anlamı üzerinde henüz uzlaşamamış olmasını, kendilerine yardımcı olacak bir dayanak noktası olarak gördüler. Ancak onlara en çok yardımcı olan, Suriye’deki Baasçı rejimin meşruiyet açısından son derece zayıf olmasıydı. Her zaman çok sayıdaki çelişkisini emecek bir süngere acil ihtiyacı vardı. Kesintisiz bir şekilde çoğalan sorunları ile kendisi arasında bir engele gereksinimi vardı. Böylece rejim, Hafız Esed öncesinde ve özellikle de ondan sonra, İsrail ile savaşmak isteyenleri ya da öyle söyleyenlerin Lübnan arenasına geçişlerini kolaylaştırma rolünü üstlendi.
Aramızda en masum ve saf olanlar bunu, savaşmak isteyen mücahitlerin kolayca geçiş yapabildikleri sınırlar ve devletler öncesi zamana dönüş olarak gördükleri için çok memnunlardı. Şekip Arslan, İzzeddin el Kassam ve Fevzi el Kavukçu’yu Che Guevara ile karıştırmışlardı. Daha sonra İran laboratuvarında Kasım Süleymani’nin üretiminde de bu karışım kullanıldı. Aramızda en kötü olan ise, yani Şam rejimi, bu masumları kutsadı, milliyetçiliklerini övdü, omuzlarını sıvazladı, sonra da Lübnan’da savaşmaları için silahlandırdı. Kendisi ise bu arada sınırlarını ve otoritesinin sınırlarını pekiştiriyordu.
Ancak arenalar çok geçmeden Lübnan ile sınırlı kalmayıp genişlediler. Irak’ta Saddam Hüseyin’in maceraları 2003 savaşı, mezhepçiliğin patlak vermesi ve İran yayılmacılığı ile taçlandı. Pandoranın kutusunun içindeki şeytanlar ve kötülükler serbest kaldı. Suriye’de rejimin barışçıl devrimi şiddetle bastırması ülkenin çökmesine ve dağılmasına yola açtı. Libya ve Yemen’de de Muammer Kaddafi ve Ali Abdullah Salih, her biri kendi yöntemleriyle görevlerini aktif ve yetkin bir şekilde yerine getirdiler.
Yaygın iç-bölgesel arena ve savaşlar, her zaman orduların ve savaşçıların değil, yeri geldiğinde mafyavari örgütlerin, kaçakçıların ve gizlilik dolu anlaşmalar yapanların da kullanıldığı görevlerle ifade bulmaya başladı. Nitekim 4 Ağustos’taki büyük Beyrut Limanı patlaması, kesinlikle arena ve teorisinin şu anda bulunduğu aşamanın en iyi ifade bulmuş halidir. Kendisi için mücadele edilen kutsal davanın adı da hazır; Hizbullah savaşçılarının kendisini desteklemek için sınırları geçtiği anti-emperyalist ulusal Şam rejimine karşı yürütülen emperyalist ve tekfirci komployu dizginlemek. Bu dava tabii ki kutsal, çünkü Kudüs’e giden yolu kısaltıyor, dolayısıyla dava sahiplerinin varil bombaları ve benzeri ölüm araçlarını kullanması mubahtır.
İngiltere’de şirketlerin kaydedildiği Company House Merkezi’nin verdiği ve Lübnan merkezli el Cedid kanalının hazırladığı haber dosyasında kullandığı bilgiye göre, patlamaya neden olan amonyum nitrat kargosu, Esed’e yakın 3 Suriyeli iş adamıyla bağlantılı. George Hasvani, İmad ve Mudellel Huri, söz konusu bilgilere göre bu anlaşmanın yıldızları. İngiltere’de kayıtlı ve görünüşe bakılırsa amonyum nitratı satın alan Savoro Şirketi ile güçlü bağlantıları bulunuyor. Hasvani ile Huri kardeşlerin bazı şirketleri ile Savoro Şirketi’nin adresleri aynı.
Söz konusu üç isim, ABD yaptırım listesinde de yer alıyor. Kendilerine yöneltilen suçlamalardan bazıları, Suriye rejiminin Güney Kıbrıs Rum Kesimi’ndeki (GKRK) çıkarlarının koordinatörü olmak ve rejim adına DEAŞ örgütünden petrol satın almak.
Adı geçen bu iş adamları muhtemelen emperyalizmin en büyük düşmanlarından. Hatta kim bilir, belki de Mescid-i Aksa’da namaz kılmak onların da en büyük hayali.
Yalanlardan sonra genelleştirilen ölümler, anavatanların arenalara dönüştürülmesinin meşru çocuğudur.