Muhammed Ali Sekkaf
Yemenli yazar
TT

Husiler üzerindeki baskı artıyor

Birleşmiş Milletler (BM) ile ABD ve BM elçilerinin Husi hareketine yönelik açıklamalarındaki eleştiri tonunun artması, uluslararası toplumun, Husilerin eylemleri ve herkesin talep ettiği şeyi kabul etmemek konusundaki inatçılığı karşısında duyduğu rahatsızlığı ve hoşnutsuzluğu yansıtmaktadır. Bu bağlamda, Fransız büyükelçinin ilk kez, ülkesinin Husilerin Yemen sahnesindeki eylemleri hakkındaki görüşünü dile getirdiği sözleriyle sürece dahil olması oldukça dikkat çekicidir. Şarku’l Avsat’a konuşan Fransız büyükelçinin bu önemli açıklamalarına ileride değineceğiz.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin (BMGK) Husi grubuna, ‘büyük risk altında olan yaklaşık bir milyon yerinden edilmiş insanın bulunduğu Marib’deki tırmanışı derhal durdurma’ çağrısı yapması ve Suudi Arabistan Krallığı'na yönelik sınır ötesi saldırıları kınaması, uluslararası tutumlardaki bu gelişim ve değişimin göstergesidir. Bu kınama, BMGK’nın 15 üyesinin oybirliğiyle geldi. Açıklamada, ‘insancıl hukukun ihlalleri karşısında hesap verebilirlik’ çağrısının yapıldığı önemli bir paragraf yer aldı. Burada Husilerin, -söz konusu açıklamanın yayınlanmasından önce- geçen şubat ayında BMGK’nın 2564 sayılı kararını reddettiğini ve Marib'e karşı savaşı sürdüreceğini söylediğini hatırlatmakta fayda var.
Birleşmiş Milletler'in (BM) Yemen Özel Temsilcisi Martin Griffiths’in BMGK’ya verdiği brifinglerdeki kullandığı kelimelerde bazı değişiklikler oldu. Griffiths sözlerine, ‘2020 yılının Yemen'deki korkunç bir olayla kapandığını’ söyleyerek başladı. Nitekim 30 Aralık’ta Aden Uluslararası Havalimanı'nda, Yemen hükümet yetkililerini hedef alan bir saldırı gerçekleştirildi. Bu saldırıda onlarca sivil hayatını kaybetti ve yaralandı. Martin Griffiths, uluslararası insancıl hukukun sivillere veya sivil mülkiyete yönelik kasıtlı saldırıları yasakladığını ve bunun bir (savaş suçu) teşkil edebileceğini belirttiği sözlerinde, bu saldırıyı mümkün olan en güçlü şekilde kınadığını ve yeni hükümetle dayanışma içinde olduğunu dile getirdi.
Griffiths'in bu ifadeleri, olağan brifinglerine kıyasla bir emsal teşkil ediyor. Nitekim ona göre bu saldırı, Yemen'de barışı sağlama çabalarında bir umut olması gereken şeyin üzerine gölge düşürdü.
Griffiths'in 16 Mart'ta ABD Başkanı Joe Biden'in yeni yönetimi için seçilen konsey başkanına verdiği brifingde de benzer bir durum yaşandı. Griffiths, Marib’de saldırının devam ettiğini belirttiği sözlerinde, durumun trajik bir hal aldığını ifade ederek sözlerine şöyle devam etti: “Bu durum, yaklaşık bir milyonu bulan yerinden olmuş kimseler de dahil olmak üzere sivilleri tehlikeye atıyor. Son haftalarda sınır ötesi saldırılar önemli ölçüde arttı. Füzeler ve insansız hava araçlarıyla yapılan saldırıların yoğunlaşmasından endişe duyuyorum. Suudi Arabistan’daki sivil ve ticari altyapıyı hedef alan saldırılar ve bunun akabinde gerçekleştirilen hava saldırılarının sonuçları beni kaygılandırıyor.”
Griffith'in brifinginde olayın nasıl formüle edildiğini görebilirsiniz. Özellikle Suudi Arabistan’ın verdiği tepkinin, füzeler ve insansız hava araçlarıyla maruz kaldığı yoğun saldırının ‘sonucu’ olduğunu belirttiği son sözleri oldukça önemlidir. Griffith bu tepkinin tek taraflı bir girişim olmadığını, bilakis bir sonuç ve tepki olduğunu belirterek meşru müdafaayı ima etmektedir.
Husiler, Yemen başkentindeki göçmen gözaltı merkezine bir saldırı gerçekleştirerek suç sicillerini daha da kabarttılar. BM bülteninden verilen haberde ‘korkunç bir yangın’ olarak nitelendirilen bu saldırıda, çoğu Etiyopyalı, 180'den fazla insan yaralandı ve hayatını kaybetti. Dolayısıyla Fransa, Almanya, İtalya, İngiltere ve ABD’nin Husilerin Marib şehrine yönelik saldırılarını ve Suudi Arabistan'la olan gerilimi tırmandırmalarını şiddetle kınamaları pek de garip değildi.
Şarku’l Avsat'a konuşan Fransa'nın yeni Aden Büyükelçisi Jean-Marie Safa, tüm Yemenli, bölgesel ve uluslararası tarafların kapsamlı bir ateşkes ve siyasi görüşme talebinde bulunduğunu, ancak Husilerin savaşın sürmesi yönünde ısrar ettiğini belirtti. Fransa’nın burada özel bir rol oynadığını dile getiren elçi, Fransa’nın hem BMGK’nın daimi üyesi ve hem de Avrupa Birliği (AB) üyesi olmasına dikkat çekti (Muhtemelen Fransa'nın AB'den çekilen İngiltere'den ayrıldığına işaret ediyor). Ayrıca Fransa’nın İnsan Hakları Konseyi'nin 2021-2023 dönemi için seçilmiş bir üye olduğunu belirtti.
Jean-Marie Safa, bazı Yemenlilerin AB’yi Husiler lehine davranmakla suçladığı yönündeki bir soruya, “Husiler, halk, hükümet ve devlet olduklarını iddia ediyorlar. Ancak onlar halkın sadece bir parçası. Bu nedenle, hükümetin bir parçası olmaları gerekir” diyerek cevap verdi.
Husi hareketinin -eğer anlarsa- ve geleceğinin karşı karşıya olduğu büyük bir zorluk vardır. Zira İran'ın bölgedeki hedeflerini uygulayan bir araçtan başka bir şey değillerdir. İran, Hürmüz ve Babu’l Mendep gibi önemli uluslararası geçişleri kontrol etmek istemektedir. Bu, Arap ülkelerinin asla kabul etmeyeceği bir şeydir. Bu, Arap ulusal güvenliğinin ayrılmaz bir parçası olmasının yanı sıra uluslararası toplum için de müsamaha gösterilmeyecek bir durumdur.
Husi hareketinin, devlet düzeyine yükselmeyen bir hareket ve gruptan ibaret olduğunu unuttuğu açıktır. Çünkü devletler ya da bazı devletler, uluslararası stratejilerini uluslararası siyasetin gerekliliklerine ve gelişimine göre gözden geçirir ve revize ederler. Türkiye'nin Mısır ve bazı Arap ülkelerine karşı tutumu, eski düşmanlığından vazgeçtiğini göstermesi vs. durumlar bunun yakın örnekleridir. Yemen içerisinde bir azınlık bir nüfus ve siyasi bir bileşenden ibaret olan bu hareket ise gelecekte vatandaşların çoğunluğu ile bir arada yaşayamayacak. Çünkü Marib, Taiz, Hudeyde vs. gibi pek çok yerde suçlar işlerdi. Burada yalnızca egemen ve meşru devletleri tanıyan uluslararası toplum düzeyinden bahsetmiyorum bile.
Husiler, Arap çevresiyle bütünleşmek için barışa yönelip İran ile ilişkilerini ve tutumlarını ciddi şekilde gözden geçirecekler mi? İşte büyük zorluk ve sorulması gereken soru budur.
Husilerin buna bir an önce cevap vermeleri gerekmektedir.