Tevfik Seyf
Suudi yazar ve düşünür
TT

Kadim tecdid ve çağdaş kardeşi

Değerli bir dostumdan, geçtiğimiz hafta yazmış olduğum yazıyla ilgili uzun bir mektup aldım. Onun bu cevabının özünü, dinde tecdid çağrısının yeni bir şey olmadığı oluşturuyordu. Bu konu hakkında onlarca kitap ve makale yazıldı. Fakat yeni yazılar, Batı düşüncesi ve medeniyetine duyulan hayranlıktan yoksun değiller.
Gerçek şu ki, arkadaşımın söyledikleri gerçeklikten uzak değil. Görünüşe göre seleflerimizin bu konuda yazdığı en eski risale, Celaleddin es-Suyuti'ye (ö. 911/1505) ait olan “et-Tenbiʾe bi-men yebʿas̱ühullāhü ʿalâ reʾsi külli miʾe” risalesidir. Merhum Abdülhamid Şanuha bu eseri tahkik etmiş, yayınlamış ve eser üzerine en az metnin kendisi kadar değerli olan yorumlarda bulunmuştur.
Risale, Hz. Peygamber'in (sav) “Allah'ın bu ümmete her yüz senede dini tecdid edecek kişi veya kişileri göndereceği” mealindeki hadisinin çeşitli versiyonlarına ilişkin bir incelemeyi, bu meyandaki nasları ve ‘müceddid’ tanımına uyan kişinin tespitine ilişkin sözleri içermektedir.
Bu konuyla ilgili olarak, Bestami Muhammed Said’in “Dinde Tecdid Mefhumu” başlıklı garip kitabına denk geldim. Kitabın üçte ikisinden fazlasını, tecdide ilişkin modern anlayışın, yani geleneksel medrese dışında dini düşünce hakkında son zamanlarda yapılan tartışmaların eleştirisi oluşturmaktadır. Bu bakış açısından Hint düşünürü Seyyid Ahmed Han, Pakistanlı filozof- şair Muhammed İkbal, Şeyh Muhammed Abdo, Ali Abdurrazık, Muhammed Esed, Abdullah Al-Alayli ve diğer isimler bu kapsama girmektedir.
Kitabın tuhaf olduğunu söylüyorum, çünkü modern anlayış olarak adlandırdığı şeye yönelik eleştirisinde neredeyse tek bir ölçütü referans almıştır. Bu ölçüt, söz konusu fakihin ya da düşünürün din bilimlerinde miras kalan kurallardan ayrılmasıdır. Diğer bir değişle söz konusu isimlerin ‘tecdidinin’ geçersiz olması, eski yorumlardan ve eski fikirlerden kurtulup gerçek bir tecdidi aramalarından kaynaklanmaktadır. Yani kitap, tecdid hakkında yazılmış bir eser olmaktan ziyade anti-modernist bir savunudan ibarettir.
Tecdidin özünü, Kuran-ı Kerim ve Hz. Peygamber’in (sav) sünnetine dönüşün oluşturduğu, davetçilerin yanı sıra genel halk tarafından da bilinmektedir. Sorunun, kendisine dine benzer bir rütbe verdiğimiz içtihatlar, şerhler ve tefsirler olarak karşımıza çıkan ‘din bilimi’ olduğunu görüyorlar. Onların gözünde tecdid, tüm bu görüşleri bir kenara bırakıp bunların aslına dönmektir. Bu bizi başka bir soruna götürüyor: Bütün çağdaş alimler, metne geri dönme ve onun için çaba gösterme konusunda eşit hakka sahip olacak mı? Yoksa bu hak belirli kişilerle veya belirli bir okulla mı sınırlı olacak?
Herkese kapı açılırsa (bu en makul olanıdır), o zaman düşünürler ve alimler tarafından ortaya konan her şey eşit değerde olur. Bu durumda bir tarafta belirli bir yaklaşımı diğer tarafta ise bunun aksini savunan, eski araştırma yöntemlerini benimseyenler ile Avrupa'da gelişen araştırma yöntemlerini benimseyenler karşımıza çıkar. Kapının sadece şeri ilimlerde söz sahibi olan alimlere açık olduğunu söylediğimizde ise söz konusu alimlerden taşımış oldukları ilmi terk etmelerini istemiş oluruz! Bu gerçekten mümkün mü?
Burada tecdid kavramının yararlı olmadığını ve gerçek bir tecdidi netice vermediğini söylemek istedim. Eşzamanlılık ve çağdaşlık anlamındaki tecdid, ‘bizatihi kendisinin eleştirel bir incelemesinin yapılması’ şartına bağlıdır. Zira metnin tarihsel ufku ile iç mesajı arasındaki ayrım ancak bu şekilde keşfedilebilir. Önümüzdeki günlerde bu konuya tekrar dönebiliriz.