Nedim Kuteyş
Lübnanlı gazeteci
TT

Lübnan'ın Hizbullah işgaline direnişi

Hizbullah ve İsrail arasındaki son uzaktan çatışmanın ayrıntılarındaki en önemli nokta, İsrail'in Lübnan'a düzenlediği hava saldırılarının 15 yıldan, yani, Temmuz 2006 Savaşı olarak bilinen çatışmaların sona ermesinden bu yana türünün ilk örneği olması değil. Daha önemli ve stratejik olan, Taif Anlaşması’ndan yani 30 yıldan bu yana ilk kez yaşananlardır; Hasbaya ilçesine bağlı Şuveyya kasabası sakinlerinden bir grubun, füzeleri fırlattıktan sonra üslerine dönme yolunda olan Hizbullah milis grubuyla çatışmasıdır.
Gerek yerel halk gerekse parti düzeyinde olsun Dürziler, 7 Mayıs 2008'de Hizbullah’ın Beyrut ve Cebel-i Lübnan işgalini takip eden günlerde Hizbullah milisleri ile daha önce de şiddetli çatışmalara girmişlerdi. Cebel-i Lübnan sahilindeki Şuveyfat bölgesinde Hizbullah'ın ağır bedeller ödediği çatışmalar yaşanmıştı ve Velid Canbolat ile önde gelenlerin müdahalesi olmasaydı Hizbullah kuvvetleri Baruk bölgesinde kelimenin tam anlamıyla bir katliama maruz kalacaktı.
Şuveyfat bölgesinde Hizbullah’ın önde gelen askeri komutanlarından ve Temmuz Savaşı sırasında işgalci İsrail tanklarına karşı El-Huceyr Vadisi’nde verilen savaşa atıfla “Huceyr Vadisi kahramanı” adıyla bilinen Nasır İytavi’de öldürülmüştü.
İytavi’nin ölümü Hizbullah’ın iç silahı ile İsrail’e direniş silahı arasında bir ayrım olmadığına, direniş silahı ile Hizbullah’ın silahını birbirinden ayırma tekerlemesinin aptalca bir tekerleme, o zamanlar Lübnan siyasi dilinen dolanan bir tür kelime oyuna olduğuna kesin bir kanıttı.
Bununla birlikte, 2008 çatışmaları, esas olarak Şubat 2005'te eski başbakan Refik Hariri suikastını takip eden sert bir iç çatışma bağlamında Hizbullah ile yaşanmış bir çatışmaydı. Şuveyya kasabasında yaşananlara gelince, bir siyasi parti değil direniş örgütü sıfatıyla Hizbullah ile yaşanmış bir çatışmadır. İşte Taif’ten bu yana görülmemiş olan gelişme budur.  
Kasabadan bir grup genç ve erkek bu eylemleriyle basitçe ve kendiliğinden, direniş ile Hizbullah arasında ayrım yapma konusundaki tonlarca söylemi geçersiz kıldı. Şuveyya grubu bu adımıyla, yalnızca iç politikaları nedeniyle değil, aynı zamanda İran'ın hesapları bağlamına girmekten, Lübnanlıların çıkarları ve güvenliği pahasına olmaktan başka gerçek bir işlevi olmayan bir direniş örgütü olarak Hizbullah’a karşı olduğunu söylüyor. Grup yine ve ayrıca, Hizbullah liderleri denge denklemleri ve angajman kuralları tasarlamada ne kadar akıllı görünmeye çalışırsa çalışsın, hiçbir şeyin Hasbaya ve Güney halkını olası İsrail tepkilerinin sonuçlarına maruz bırakmaya değmediğini de söylüyor.
Şuveyya hadisesi, Hizbullah’ın ısrarla üzerinde durduğu ve bakanlık açıklamalarında yer alması için çok ısrar ettiği “ordu, halk ve direniş” denkleminin resmi ölüm ilanıdır. Öte yandan, Hasan Nasrallah’ın son konuşmasında olduğu gibi Hizbullah’ın kendisi de her zaman direniş konusunda kendi içinde bir bölünme yaşadığını itiraf ediyor ve bu, Hizbullah'ın anlatısının peşini bırakmayan ve son zamanlarda zihninin daha da karışmasına yol açan tek çelişki değil. Şuveyya’da insanlar direnişe karşı çıktılar ve direniş konusundaki tartışmanın sadece soyut bir bakış açısı olmadığını, halkın çıkarlarına ve güvenliğine yönelik ciddi tehdit anlarında sahada bir çatışmaya dönüşebileceğini çok açık ve dürüst bir şekilde deklare ettiler.
Şuveyya hadisesi bir bakıma, 1978 İsrail işgalinden önce, İmam Musa Sadr güçlerinin İsrail ile değil, Filistinli gerillalar ile çatıştığı sıradaki bazı özelliklerini Güneye yeniden kazandırdı. O günkü anlaşmazlığın sebebi de bugünkü gibiydi; davanın potansiyel maliyetlerinin davanın kendisinden çok daha büyük olduğu söylemi. İmam Sadr Güneyin güvenliğini, yapılarını ve halkının istikrarını korumaya önem veriyordu. İsrail ile hesapsız sürtüşmelere girerek hiç kimsenin halk ve sivil tabanını sabote etmesi riskine göz yummamakta kararlıydı. Güneylilerin Sadr'ın onayıyla silahlarının namlularını Filistinli gerillalara yöneltmeleri gibi, bugün de Şuveyya halkı Lübnanlıların mezhepler üstü popüler ezici onayıyla Hizbullah milislerine yönelttiler. Hizbullah’ın bundan anlaması gereken, halkın Hizbullah ya da direniş fikrini değil, Şuveyya halkının pozisyonunu benimsediği ve bunun etrafında hizalandığıdır. Lübnan'da gerçek bir referandum yapılacak olsaydı, Şuveyya seçeneği Hizbullah seçeneğine ölçülemez bir üstünlük sağlardı. Bu, Hizbullah'ın geriye kalan son kalesi olan direniş fikrinden kopuşu temsil ediyor. Hizbullah bunu itiraf etmeye yanaşmasa da Lübnan'da bu konuda büyük bir popüler kopuş olduğu anlamına geliyor.
Bu kopuşun hikayesi, her ne kadar Şuveyya hadisesi en aleni ve pratik olsa da, bu hadise ile başlamadı. Kopuş, Refik Hariri suikastı ve Hizbullah’ın o dönemde Lübnan genel vicdanında Hariri’yi öldürmekle suçlanan Suriye’yi destekleyen tutumuyla birlikte başladı ve kademeli olarak ilerledi. Bu kademeli olaylar şöyle sıralanabilir; Hizbullah’ın 7 Mayıs 2008’de Beyrut ve Cebel-i Lübnan saldırıları. Eşi benzeri görülmemiş bir şekilde öldürme, yerinden etme ve aç bırakma suçları işlediği Suriye savaşına müdahil olması. Hasan Nasrallah’ın Hizbullah’ın Yemen savaşına yönelik tutumunu Temmuz Savaşındaki tutumundan daha büyük addettiği şok edici konuşmasıyla Lübnan ve Şiilerinin Yemen savaşına sürüklenmesi. Beyrut’un Güney banliyösünün en yoksul mahallerinden biri olan el-Sılm mahallesinde geçim sıkıntısı nedeniyle Hizbullah ve bizzat Nasrallah’a aleni hakaretler yöneltilmesi. Beyrut Limanı patlaması, Hizbullah ile başkentin limanında havaya uçarak Lübnan tarihindeki en büyük insani ve kentsel trajediyi arkasında bırakan amonyum nitrat kargosu arasındaki bağ etrafında dönen tüm şüpheler ve son olarak da Şuveyya hadisesi.
Hizbullah, Lübnan'ı bir buçuk yüzyıldan bu yana ülkenin yaşadığı en kötü ekonomik krize sürükleyen siyasi ve idari başarısızlığın bir parçası. Yolsuzluğun, ihmalin, Lübnan ve Lübnanlıların bölgedeki savaşlarda kolayca istihdam edilmesinin bir araya geldiği siyasi sistemin bir parçası. Bunların rahminden de tarihteki dördüncü en büyük nükleer olmayan patlama olan Beyrut Limanı patlaması doğdu. Bütün bunlar Nasrallah'ın Lübnanlıları koruma iddialarını gülünç duruma getiriyor. Zira Lübnanlılar şu anda yaşadıkları trajedileri, İsrail ile en şiddetli çatışmaların yaşandığı zamanlar da tatmadılar. Aksine, Hizbullah tarafından yönetilen ve hayal edilebilecek en yozlaşmış, saldırgan, kaba ve başarısız bir siyasi otoritenin zamanında tattılar.
Hizbullah’ın milis grubuna güpegündüz, yazar ve aktivist Lokman Salim'i öldürenlerin aksine maskesiz ve susturucusuz karşı çıkan Şuveyya grubu, Lübnan'daki gerçek direniş ve yeni bir gelişmeye kadar İran’ın işgalci milislerinin kalplerindeki korkudur.