Semir Ataullah
Lübnanlı gazeteci - yazar
TT

Vatanlardan göçen kervanlar

Ne zaman doğada veya insanlarda bir büyük olay meydana gelse, tarihçiler ve yazarlar hemen, son on yılda yada son yüzyılda bunun gibi bir olay yaşanmadığını söylerler. İnsanların başına ne zaman sıkıntılı bir şey gelse, dünyanın son on yıllarda veya yüzyıllarda bunun benzerine tanık olmadığı söylenir. Dünyanın hatırladığı mutlu dönemler, İtalya'da başlayan Rönesans dönemi, Almanya'da başlayan “Aydınlanma dönemi” veya Fransa'nın iki büyük savaş arasında yaşadığı “güzel dönem” gibi kısa dönemlerdir ve bu dönemler tekrar yaşanmamıştır.
Bugün yaşadığımız krizler geçmiş krizlere, zor zamanlar geçmişteki zor zamanlara benziyor. İnsanların şikayetleri ve mutluluk arayışları şimdi olduğu gibi geçmişte de mevcuttu. Mutluluk arayışı ABD anayasasında yer alan bir kişisel haktır. Aynı şekilde Şeyh Muhammed bin Raşid hükümeti de bu hak için özel bir finansman ayırmıştır.
Britanya olarak bilinen ve hükümet başkanlarından bazılarının geniş tarih bilgisiyle tanındığı adada seleflerimizin bizden önce edindikleri bazı tutumlar şunlardır; 19. yüzyıldaki en ünlü Britanyalı politikacı William Wilberforce, 1801'de şöyle söylemişti: “Evlenmeye cesaret edemiyorum çünkü gelecek çok çalkantılı görünüyor.” 1806'da Başbakan William Pitt, "Çevremizde ıssızlık ve umutsuzluktan başka bir şey yok" dedi. 1849'da Başbakan Benjamin Disraeli, "Tarımda, sanayide ve ticarette umut yok" dedi. 1852'de Wellington Dükü ölüm döşeğinde, "İçinde bulunduğumuz yıkımın sonuçlarına tanık olmak için hayatta olmayacağım için Tanrı'ya şükrediyorum" dedi. Bunun yanı sıra birçok kişi, "En büyüğü henüz gelmedi" diyordu.
Hayatımda ilk kez tüm Lübnanlıların, yaşadıkları günlerden daha kötüsünü görmediklerini söylediklerini duyuyorum. Farklı bir cevap bulmak için hafızamda ve tarihin hafızasında arama yapıyorum ama cevap bulamıyorum.
Fransızların dediği gibi, genellikle tüm savaşlarda olduğu üzere Lübnanlılar da savaşta yerlerinden edildi. Ama şimdi hiçbir savaş olmadan yerlerinden ediliyorlar. Ülkede iş yok, ekmek yok, benzin yok, elektrik yok, ulaşım yok hatta İngiltere kadar yağmurun yağdığı bir ülke olmasına rağmen içme suyu ya da sulama suyu bile yok. Burada sular, kuru barajlara, fesatçıların, ahlaksızların cebine, katı kalplilerin boş vicdanlarına düşüyor.
Ancak bu sefil manzara Lübnanlılara özel değil, gezegenin savaş yaşanan birçok yerinde günlük bir sahne. Zaman geçmiyor ki bir toprağın üzerinde yaşayan halk orayı terk etmesin. Vatandaşlar başka ülkelerde mülteci oluyorlar. Kendi ülkeleri onları bilmedikleri yerlere göçmeye zorluyor. Üzerlerindeki kıyafetleri dışında ne malları kalıyor ne de mülkleri. Türkiye gibi ülkeler, geniş çevrelerindeki komşulardan gelen mültecilerin yasını tutuyorlar. Ya da Ürdün ve Lübnan gibi küçük ülkeler. Çinli mülteciler, Venezuela veya Myanmar… Hangi kıtaya baksak vatanlarından göçen mülteci kervanlarını görüyoruz. Göçüyorlar, kaçıyorlar… Zulümden derde, sıkıntıya kaçıyorlar.