Hüseyin Şubukşi
TT

Yarışma ve rekabet: Çin ve ABD!

Küresel çapta atılan manşetler ne zaman kızışsa, Amerikan kartalının beklentileri ve Çin ejderhasının yükselişi de kaçınılmaz olarak o manşetlerle birlikte büyüyor. Genellikle bu görüşü benimseyenler, Çin için bazı etkileyici ekonomik rakamların ve oranların kullanılmasına başvuruyor. Böylece ardı ardına diğer sektörlerde kaçınılmaz olarak öne çıkan Çin hegemonyasını ABD’ye karşı ölçüt olarak kullanıyorlar.
Ve bu görüş birçok farklı nedenden dolayı popüler çevrelerde geniş yer almaya başladı.
Ancak ekonomik “üstünlük” ve ekonomik “parlaklık” özellikleri dikkatli ve derinlemesine okunursa gerçekte tamamen farklı bir tablo ortaya çıkabilir. Çin'in ekonomik üstünlük fikrinin benimseyenlerin en önemli odak noktasının son otuz yılda, her yıl başına ortalama yüzde 8'in üzerinde bir oranda ekonomik büyümesini çok açık bir şekilde gösteren milli hasıla oranı olduğu biliniyor. Bu da Çin’in sırasıyla Almanya ve Japonya'yı geride bırakarak dünyanın ikinci en büyük ekonomisi olmasını sağladı. Ancak ABD ve Çin arasındaki büyük ekonomik uçurum, iki ülkede kişi başına düşen gelir karşılaştırıldığında ortaya çıkıyor. ABD’de kişi başına düşen ortalama gelir yılda kırk bin doları aşarken Çin'de ancak üç bin doların biraz üzerinde. Bu durum Çin'i Dünya Bankası'nın sınıflandırmasına göre yoksul ülkelerden biri yapıyor. Gelir ve zenginlik kavramları arasındaki büyük farkı netleştirmenin ve tam bir ayrım yapmanın gerekliliğinden bahsetmiyorum bile. Gelir, gayri safi yurtiçi hasıla, yani belirli bir ülkenin sağladığı mal ve hizmetlerin miktarları hesaplanarak ölçülür. Zenginlik ise tamamen farklı bir kavramdır. Çünkü kaynakların toplamı anlamına gelir ve bu, sadece üretimden çok daha geniş ve kapsamlı bir kriterdir.
Prestijli Tufts Üniversitesi tarafından yapılan bir değerlendirmede Dünya Bankası ve Birleşmiş Milletler verilerine göre ABD’nin Çin'den en az üç kat daha zengin olduğu açıkça görüldü. Tufts Üniversitesi’nin araştırması, ABD’nin zenginliğinin en önemli nedenlerinden birinin, ülkenin kuzey bölgelerinin bu alanda ciddi sorunlar yaşayan Çin'in aksine tüm eyaletlerini kendisine bağlayan saf çevresi ve su kaynakları olduğunu ortaya koydu.
ABD aynı zamanda enerji ihtiyacının yüzde 45'i kömüre dayanan ve geri kalanını tamamen ithal gaz ve petrolden elde eden Çin'in aksine kendi kendine yeten petrol ve doğalgaz kaynaklarına sahip. Ayrıca ABD'nin tarım ve gıda alanında yerel ve uluslararası düzeydeki etkisi ve gücü de göz ardı edilemez. Bu, Çin'in tamamen eksik olduğu bir konudur. ABD’deki üniversite eğitim sisteminin gücünü ve araştırma-geliştirme motoruna öncülük eden Harvard, Stanford, Yale, Massachusetts Institute of Technology, Columbia ve benzeri en önemli üniversitelerinin bu platformda en üst basamakta olduklarını da göz ardı etmek mümkün değildir. ABD akademik araştırma lokomotifini kullanıyor ve bu da onun ekonomisini Çin’deki muadili ile karşılaştırıldığında rekabet avantajına ve katma değere sahip kılıyor. Amerikan şirketlerinin dünyadaki durumu, genel olarak küresel ekonomi üzerindeki etkilerinin gücü ve dünyanın en önemli ve etkili finansal aracı olarak doların hakimiyeti de yadsınamaz.
ABD’yi bir şirket olarak ele alırsak; yönetim kurulu başkanını kriter alarak şirketi yargılamak mümkün değildir. Hele ki dünyaya ilham veren ve şirketi yönetmeyi başaran yönetim kurulu son zamanlarda yönetim kurulu başkanlarını seçme konusunda başarılı olamadıysa. Bu, Çin'in hızlı yükselişinin ABD ve müttefiklerinin ekonomileri için bir meydan okuma ve tehdit oluşturmadığı anlamına gelmez. Dolayısıyla Amerikalılar, Çin ejderhası karşısında bir rahatlama veya rehavete düşme lüksüne sahip olmadıklarının tamamen farkındalar.
Afganistan'da son zamanlarda yaşananlar hakkında yorum yapmak için yakın zamanda bir televizyon kanalına çıkan bir siyasi analist, ABD ve Çin arasında farklı bir karşılaştırma yaparak şunları söyledi:
“Çin’e göç etmek için Çin Büyükelçiliği’ne başvuran kalabalıkları ve uzun kuyrukları göz önünde bulundurursak, Pekin’in çeşitli önlemlerle Washington’ı geride bıraktığını söyleyebiliriz.”
Şu an ABD ve Çin arasındaki şiddetli savaş, mükemmel değerler ve prensipler mücadelesine dönüştüğü için artık ekonomik savaşın çok daha ötesine geçmiş durumda. Bugün dünya bu çılgın rekabeti, içinde birçok anlam ve bilgelik barındıran bir Hint atasözünü hatırlayarak izliyor:
"Filler tepişir, çimenler ezilir.”