Emir Tahiri
İranlı gazeteci-yazar
TT

Uluslararası terörle mücadele sicili kötü değil

Uluslararası terörizme karşı savaş kayıp mı edildi? ABD ve müttefikleri, 20 yıl önce ilan ettikleri teröre karşı savaştan geri mi çekildi? Bunlar, 11 Eylül saldırılarının yirminci yılında dünyanın dört bir yanında yorumcular tarafından gündeme getirilen sorulardır. Birçok yorumcu her iki soruyu da olumlu yanıtladı.
Terörist örgütler hala en az 20 ülkede faaliyet gösterirken, yükselen bir terör örgütü ABD de dahil olmak üzere bir dizi Batı ülkesinde çeşitli saldırılar gerçekleştirdi. Buna karşılık ABD, halen terörist grupları barındıran bazı ülkelerdeki varlığını azaltmak için çalıştı.
“Büyük Şeytanı” ya dünyayı yiyip bitiren bir canavar ya da popüler olmama fırtınasından sığınacak yer arayan bir fare olarak tasvir etme fırsatını kaçırmayan eleştirmenler bu sorulara “Evet” dediler. Bununla birlikte meseleye daha yakından bakmak farklı bir resmi yansıtabilir.
Her şeyden önce, hemen hemen tüm ülkeler, herhangi bir devlete bağlı olmayan düşmanlarının kendileri için oluşturdukları tehdidin daha fazla farkına varıyor. Bu farkındalık, doğası gereği bu türden saldırılara karşı daha savunmasız olan Batı demokrasileriyle ilgili değildir. Ulusal güvenlik servisinin kurulmasının yanı sıra bu servisin güçlendirilmesi, terörle mücadele personelinin eğitilmesi, küresel bir işbirliği ağının kurulması ve istihbarat paylaşımı konusunda ilişkilerin güçlendirilmesi gibi durumlar, zaman ve mekan değişkenlerini terörist gruplara karşı dönüştürmeye yardımcı olan faktörlerdir.
Batılı tüm ülkeler, irili ufaklı yüzlerce planlı saldırıyı önlemede başarılı olduklarını bildiriyorlar. Ancak her komplonun henüz daha başındayken engellenemediği konusunda şüphe yok. Son yirmi yılda birçok ülke acı çekti. Neredeyse Batılı demokrasilerin tümü bir dizi terör saldırısına maruz kaldı. Fakat bunların hiçbiri -her ne kadar pek çok kişinin hayatını kaybetmesine sebep olsa da- “11 Eylül trajedisinin” yanına yanaşmadı. Muhtemelen daha önemli olanı ise, saldırıların çoğunun yerel kökenli olması ya da göçmen toplulukları içinde saklanan “yalnız kurtlar” tarafından gerçekleştirilmesiydi.
Küresel Terörizm Endeksi'ne göre teröre karşı küresel savaşın ilk 15 yılında terörün yüzde 57'den fazlası 4 ülkede meydana geldi: Irak, Afganistan, Pakistan ve Nijerya. 2011'den bu yana Suriye'deki kurbanların çoğu, devlet terörü infazı kapsamına giriyor. Libya gibi birkaç istisna dışında neredeyse Arap ülkelerinin tamamı, terörist grupları ezerek ve yeni unsurlar kazanma yeteneklerini sınırlandırarak, terörü zapturapt altında aldı. Diğer Müslüman çoğunluklu ülkeler de terörü bastırmada başarılı oldular. Bir dönem birçok büyük terörist gruba ev sahipliği yapan Endonezya, şimdi terörden arınmış bir ülke olmakla övünebilir. Ayrıca Hindistan, en fazla Müslüman vatandaşa sahip ülke olarak -on yıl önce yaşanan bir dizi korkunç saldırıya rağmen- bu hususta başarılı oldu.
Yirmi yıl önce Pakistan, İslamabad hükümetine karşı faaliyet gösteren, Hindistan'la Keşmir için savaşan veya Kabil'deki güç mücadelesiyle bağlantılı 22 terörist gruba ev sahipliği yapıyordu. Bugün bu terörist grupların çoğu ya ortadan kalktı ya da geleneksel yolla iktidardan pay almak isteyen siyasi gruplar olarak kendilerini yeniden tanımladılar.
Aktif terörist grupların çoğu, “bir yönetim altında olmayan topraklar” olarak bilinen yerlerde bulunuyor. Bu ülkeler arasında Suriye’nin yanı sıra Irak’ta Bağdat'ın kontrolü dışındaki bazı bölgeler, Sahel bölgesi, Afrika Boynuzu'nun bir kısmı ve Yemen'in bir kısmı yer alıyor. Filipinler ve Tayland gibi bazı yerlerde ise daha sıkı merkezi kontrol, birçok İslami terörist grubu ortadan kaldırdı.
En büyük terör örgütü DEAŞ, Irak'tan ve Suriye'de kontrol ettiği toprakların büyük bir kısmından ihraç edildi. 10 yıl önce 30 binden fazla savaşçıya sahip olan bu örgütün mevcut savaşçı sayısının 8 bin kadar olduğu tahmin ediliyor. Öte yandan Somali'deki eş-Şebab, ya savaş ya da firar dolayısıyla savaşçılarının yarısından fazlasını kaybetti. ABD’nin ve bazı Avrupa Birliği ülkelerinin “terörist” olarak nitelendirdiği bazı hareketler de başarısız oldu: Hamas ve İslami Cihad. İran İslam Cumhuriyeti tarafından kurulan ve aynı zamanda “terörist” olarak tanımlanan Lübnan Hizbullahı'nın çeşitli kolları, Irak ve Lübnan'da cihat argümanlarını kullandılar. Hizbullah’ın Batı Avrupa'daki son terör saldırıları ve Batılıları rehin alması 1980'lerde gerçekleşti.
Genel olarak küresel terörizm bütün görünümleriyle birlikte bir düşüştedir. Sol gruplar, ‘ulusal kurtuluş’ gruplarıyla birlikte ortadan kalktı. Bugün yalnızca Kürdistan İşçi Partisi (PKK), Türkiye Cumhuriyeti'ne karşı “özgürlük savaşı” yürütüyor.
Son on yılda teröristlerin uğradığı kayıplara ilişkin kesin rakamlar olmasa da sayının on binleri bulduğu söylenebilir. Afganistan, Yemen, Afrika Boynuzu, Pakistan ve Afrika kıyılarında terör üslerine yönelik gerçekleştirilen en az 12 bin saldırı da bunlara dahildir.
Öte taraftan teröristlerin en büyük talihsizliği ise, İslam ülkelerinde terörizmi din adına meşrulaştırmayı amaçlayan ideolojik bahanelerin giderek artan bir şekilde reddedilmesidir. Bazılarımız, 11 Eylül olayları öncesinde çok sayıda tanınmış Arap şairin intihar bombacılarını yücelten şiirler yazdığını hatırlar. Bazı din adamları -aralarında Avrupa Birliği'nin saygı duyduğu isimler de vardır-, din adına masum sivillerin öldürülmesine fetva verdiler. Bugün, bu tür mesajlar hedef kitlelerde çok az yankı bulmaktadır. Siyasal İslam partilerinin son olarak Fas'ta aldığı yenilgiler, dine referans yaparak eylemlerin gerekçelendirildiği bir dönemin sonuna gelindiğini gösteriyor.
Arap entelektüelleri ve diğer Müslüman düşünürler, genel söylemin çerçevesinin değişmesinde ve bunu gelişmekte olan toplumların gerçek sorunlarına yönlendirmede çok önemli bir rol oynadılar. Teröre karşı savaş hiçbir şekilde sona ermemiştir ve belki de tam bir zafer asla elde edilemeyecektir. Ancak insanlığın teröre karşı verdiği mücadelede birçok savaşı kazandığını kabul etmemek haksızlık olur.