Suriye devriminin 11’inci yılının ilk yarısının ayırt edici özelliği, ülkedeki müdahil güçlerin sorunun çözümü konusunda pratikte yeni bir şey olmadığına yönelik kabulleriydi. Müdahil güçlerden yetkililer geçtiğimiz altı ay boyunca Suriye sorununun çözülmesi ve bunun BM'nin 2245 sayılı kararı temelinde olması gerektiğini yinelediler. Ancak herhangi bir fikir veya inisiyatif sunmadılar ve çözüm konusunda bir ilerleme sağlayacak bir adım atmadılar. Bu yöne götürecek bir kapı da aralamadılar. Atılan tek adım, çeşitli taraflara göre, çalışmalarında herhangi bir ilerleme kaydedilemeden sonuçlanan, Cenevre'deki Anayasa Komitesi çalışmalarının 6’ıncı turunun düzenlenmesiydi. Bu, Suriyelilerin Komite’nin kendisi ve hedefleri, toplantılarından çıkabilecek sonuçlar hakkındaki şüphelerini pekiştirdi. Çünkü çoğu Suriyeli, ülkedeki sorunun özünün anayasa ile ilgili olmadığını, bizzat kendisini hazırlayan kişi dahil anayasayı kimin uygulayacağıyla ilgili olduğunu düşünüyor.
Siyasi gerçeklik ve buna eşlik eden hayal kırıklıklarının gölgesinde, sahadaki gerçek rejim kontrolündeki alanlar da dahil olmak üzere oldukça kötü değişikliklere tanık oldu. Bir yandan destekçiler protestolar düzenlerken diğer yanda başkent Şam’da patlamalar yaşandı. Bundan önce de Suriye’nin güneyi, rejim, Rusya ve İran ittifakının ortak çabalarına sahne oldu. Bu çabalarla sahadaki gerçeklik değiştirildi. Bunun için 2018 yılında, ABD ve Rusya'nın da katıldığı bir uluslararası himaye şemsiyesi altında varılan uzlaşı anlaşması iptal edilerek, rejimin güneyde kontrolü ele geçirmesi sağlandı. İki ülke verdikleri garantilerden vazgeçmekle kalmadılar. Öncelikle garantilerini unutup sessiz kalırken daha sonra da unutur gibi yapıp güneyi ed'in kontrolüne verme operasyonunun taraflarından oldular. Diğer garantörler de tam bir sessizlikle yetindiler.
Güneyde yaşananlar Rusları ve rejimi kuzeye yönelmeye teşvik etti. İkili, havuç ve sopa politikasını kullanarak Fırat'ın doğusundaki Suriye Demokratik Konseyi ve güçlerine baskı yapmaya başladı. Onları, Rusya'nın Fırat'ın doğusundan çekilme ve bunun Türkiye ve müttefiklerinin SDG'nin kontrolündeki bölgelere operasyonlar düzenlemesinin önünü açması olasılığıyla korkuttu. Buna ilaveten durum, SDG’yi Esed rejimiyle çıkar anlaşmaları yapmaya itmek için bölgedeki bazı rejim yanlılarını SDG'nin politikalarına karşı protestolar düzenlemeye teşvik etti. Nitekim rejim ile SDG rejime sağlanan petrol miktarını artırmak konusunda bir anlaşma imzaladı. Ruslar ve rejim, Türkiye'nin etki alanında siyasi-askeri baskılar uygulamaya yöneldiler. Rusya bu kapsamda Rusya, Türk müttefikine baskı yapmaya başladı ve kullandığı argüman da Türkiye’nin radikal silahlı gruplarla mücadele alanındaki yükümlülüklerini yerine getirmemesiydi. Oysa aynı Rusya, rejim ve SDG tarafından kontrol edilen bölgelerdeki aşırılık yanlısı grupların faaliyetlerini görmezden geliyor. Ruslar, siyasi baskılarına askeri baskıyı da ekleyerek Esed güçleriyle ortak yürüttükleri havadan saldırılarıyla terör örgütü olarak tasnif edilen Heyetu Tahrir'uş Şam'ın (HTŞ) kontrolündeki alanların ötesindeki bölgeleri hedef aldılar. Her halükarda işler, rejimin İdlib ve çevresi üzerindeki kontrolünü geri kazanmayı veya en azından parça parça geri alma politikasına göre yeni bir bölümünü kontrol etmeyi amaçlayan bir başka savaşın yakında başlayacağını müjdeliyor. Rejim, 2015 yılında Rusya'nın Suriye'ye askeri müdahalesinden bu yana müttefiklerinin desteği ve dünyanın sessizliğinin gölgesinde, kontrolü dışında kalan bölgeleri geri almak için bu politikayı uyguluyor.
Aslına bakılırsa siyasi, askeri ve güvenlik alanında kötüleşen bu durum, Suriyelilerin koşullarında, özellikle de ülke içinde yaşayanların geçim koşullarında kapsamlı bir çöküş ile aynı zamana rastladı. Yurt dışında en büyük ve yoğun Suriyeli mülteciler topluluğuna ev sahipliği yapan Lübnan ve Türkiye'de de durum aynı. Suriye’de para biriminin çöküşü, mal ve hizmet fiyatlarının yükselmesi, işsizliğin artması, yolsuzluğun yaygınlaşması olguları, insanları her şekilde ve yolla gasp etme politikalarına eşlik ediyor. Lübnan'daki Suriyelilerin durumu da ülke içindekine yakın. Türkiye'de ise ekonomik krizin yansımaları ve Suriyelilere yönelik ırkçı eğilimlerin tırmanması, güvenli bir şekilde ülkelerine geri dönme, Avrupa veya başka bir yere taşınma imkanlarının olmadığı bir zamanda çoğunluğunun hayatlarının kötüleşmesine ve yaşam standartlarının bozulmasına neden oldu. Son derece zor koşullardan muzdaripler.
Açıkça görüldüğü gibi Suriye’nin ve Suriyelilerin başına gelenler kelimenin tam anlamıyla bir felakettir. Etkileri ve sonuçları bugünün gerçekliğini aşarak geleceğe taşan bir tehlikedir. Bu, gelişmeler aynı düzeyde devam ederse Suriyelilerin ve oluşumlarının varlığına yönelik bir tehdittir.
Yaşananların oluşturduğu tehlike sadece Suriye’yi ve Suriyelileri hedef almıyor. Aksine, Suriye yapısını ve çevresini paylaşan veya kendisine yakın olan bölge ülkelerinin (her ne kadar bazıları 2011 yılından önce Suriye ve onu kuşatan çevre ile neredeyse aynı olsa da) çoğunu etkileyebilecek yakın bir bölgesel tehlikenin de bir göstergesidir.
Felaket ve son yıllarda yaşanan gelişmelerden kaynaklanan çağrılar defalarca tekrarlandı. Suriye'de yaşananların genelleşmesi ve bölge ülkelerine yayılması ihtimaline karşı uyarıda bulundu. Ancak çağrılara verilen karşılıklar zayıf oldu. Bazıları; “Biz başkayız” karşılığını verirken çoğunluk, güvenlik ve askeri kurumlarını güçlendirme, onlara daha fazla yetki verme, güvenlik ve idari önlemleri sıkılaştırma dahil olmak üzere daha fazla koruyucu ve önleyici olduğunu düşündüğü tedbirlere başvurdu. Bunlara ilaveten, özellikle geleneksel ortaklarla ilişkileri güçlendirerek ve sınırlı da olsa yeni ortaklara açılarak ilişkilerini yeniden düzenledi.
Dikkate değer bazı adımlar olsa da bilhassa hükümet içinde ve dışında hakim olan zihniyette köklü ve derin bir değişiklik meydana getirilmesi, davranış ve ilişkilerinin geliştirilmesi, özellikle önemli olayları ve sonuçlarını değerlendirirken mantıklı yollar takip etmesi açısından Suriye deneyiminin gösterdiği, yapılanların gerekenden çok daha az olduğudur.
Bölge ülke ve halklarının Suriye ile aynı kaderi paylaşmaktan kaçınmaları, bölgede ve çevresinde neler olup bittiğine dair derin bir farkındalık ve bilinç de gerektiriyor. Aynı zamanda ulusal ve bölgesel düzeyde halkların ve devletlerin onurunu koruyacak ve ilerlemelerini sağlayacak farklı bir geleceğe gidecek bir yol çizimini de. Bu yol şu üç seviyeye odaklanıyor:
Bunlardan ilki ulusal seviyede ve devletin yapısında, yönetim sisteminde ve yurttaşlarla ilişkilerinde köklü değişiklikler yapan reformist bir yaklaşımı baz almaktır. Yönetime katılım, hukuk ve özgürlüklerin korunması üçlüsünü teyit etmektir. Bölgesel iş birliği için bir rota çizmeyi temel alan ikinci seviye, geçtiğimiz on yıllarda başlatılan ve girişilen çatışmaları, kavgaları, kışkırtmaları, nefreti ve ırkçılığı durdurarak mevcut ilişkileri değiştirmek, yerine iş birliğine, ortaklığa, mevcut ve gelecekteki ortak çıkarlara dayalı bir yaklaşımı yerleştirmektir. Üçüncüsü, bölge ülkelerinin başta ABD, Rusya ve Çin olmak üzere büyük ülkelerin yanı sıra dünyanın geri kalanıyla ilişkilerini yeniden çizmektir. Ayrıca Bu ilişkileri bağımlılık, bölge işlerine müdahale, çatışma politikalarını destekleme ve gerilimi artırmaya değil de iş birliğine, barışa ve ortak çıkarlara dayalı hale getirmek de önemlidir.
TT
Suriyeli çağrılar!
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة