Salih Kallab
Ürdünlü yazar. Eski Enformasyon, Kültür ve Devlet Bakanı
TT

Arzu edilen Filistin devletinin başkenti için beklenen an geldi mi?

Ben -ve belki de benim gibi başkaları- gerçekten Vatikan Papası Francis ve El-Ezher Şeyhi Dr. Ahmed et-Tayyib gibi iki büyük önemli adamın yanında, onların ağırlığına ve görüşüne sahip Yahudi bir haham olmasını temenni ettim. Bu hahamın Yahudi dini bir oluşumun aksine Avrupa sömürge hareketinin zirvesinde, onun çerçevesinde kurulmuş olan aşırı ırkçı bir milliyetçi Siyonist harekete karşı olmasını diledim. Bu hareketin en tehlikeli yanı tüm dünyaya düşman, Yahudi dininin gerçekliği ile hiçbir ilgisi olmayan İsrail yönetim aracı olmasıdır.
Hiç şüphesiz Siyonist hareketi ‘başkalarından’ nefret eden ırkçı ve milliyetçi bir oluşum olduğu için reddeden ve milliyetçi faşist kavramlara ve düşmanlığa dayanan İsrail radikalizmine karşı çıkan Papa ve El-Ezher Şeyhi gibi düşünen hahamlar da var. Burada ‘başkalarının’ başında ilk olarak Filistin halkı, Müslüman Araplar, Hıristiyanlar ve siyonizmin kavramlarını ve çıkış noktalarını kabul etmeyen Yahudiler geliyor. Bu, işgal altındaki Filistin'in tamamında, hatta doğunun yanı sıra Avrupa'da ve tüm Batı'da bilinen bir gerçek.
Gelecek dönem bu iki büyük liderin yanında onların ağırlığında üçüncü bir kişi olarak Yahudi birini görmeyi umuyoruz. Böylece üç din -İslam, Hıristiyanlık ve Yahudilik- aynı yolda olabilir. Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), kardeş halkı ve ferasetli liderliği bu iki büyük semavi dini takdir etmeleri ve saygı göstermeleri bakımından seviliyor ve takdir ediliyor. Gelecek sefer üçüncü dinin de (Yahudilik) bu iki din (İslam ve Hıristiyanlık) ile birlikte olması umut ediliyor. Çünkü bütün dünyaya düşman olan bu siyonist cehennem çemberinden Yahudiliğin çıkarılması gerekiyor. Tabii bununla birlikte bu harekete karşı olan Yahudilerin de bu cehennem çemberinden kurtarılması lazım. Siyonist hareket, Yahudileri bu oluşumun görüşleri, arzuları ve uygulamalarıyla kendilerine ne kadar zarar verdiğini ve onları yeryüzünde kabul edilemez bir pozisyona soktuğunu ileride anlayacakları ırkçı bir sömürge döneminin ürünüdür.
İşte böyle. Bu zorlu görevin üstlenilmesi bekleniyor. Çünkü Siyonist hareketin ona karşı olan ilke ve kavramlarını kabul etmeyen Yahudileri çekme girişimlerine yönelik direniş sert olacaktır. İlk olarak kendisine ve papasına büyük saygı duyulan Vatikan ikinci olarak da Dr. Ahmed et-Tayyib ile uğurlu bir döneme tanıklık eden Ezher sözü edilen Yahudileri kendi saflarına çekmek gibi kutsal bir çalışma başlattılar. Bu iş gerçek, Yahudileri söz konusu ‘hareketten’, ırkçı görüşlerinden ve aynı şekilde ırkçı İsrail’in Filistin’e, Filistin halkına ve tüm bölgeye karşı yaptıklarından uzaklaştırmak için belirleyici bir rol oynayabiliyor.
Hiç şüphesiz Siyonist Yahudiler ve bunların başında gelen İsrailli yöneticiler, BAE’nin güzel topraklarında geniş bir ufku ve bilgeliği olan yönetimin himmeti sayesinde bir gerçek olarak somutlaştırılan bu büyük başarıya en çok karşı çıkan ve düşman olanlar taraftır. Elbette bu Siyonistlerin yanında Şeyh Ahmed Et-Tayyib'in -Allah onun gibilerin sayısını artırsın- temsil ettiği ulu, hoşgörülü ve müsamahakar İslam dinine zarar veren ve vermeye de devam eden teröristler ve aşırılık yanlıları yer alıyor.
Açıklamalar arasında en önemli olanı Ezher Şeyhi’nin yaptığıdır. Zira Ezher Şeyhi, Müslümanların toplumlarında Batı halklarıyla ilişki kurmaları gerektiğini ve Batı’nın kendilerine başkalarından nefret eden, onlarla kaynaşmayı istemeyen ve medeniyetlerinden tiksinen içlerine kapanık yabancılar olarak bakmasına yol açan dış dünyaya kapalı ‘gettolar’ kuran Yahudilerin yaptıkları gibi kendilerini izole etmemeleri gerektiğini vurguladı. Özellikle Nazi Almanyası’nda olduğu gibi Yahudilerin yaşadıklarına sebep olan şey de bu tavırlarıdır. Siyonist hareket, ilgili Batı ülkelerini ‘Yehova’nın kendilerine verdiği tarihi vatanlarına yerleşmelerini kolaylaştırmanın gerekliliğine ikna etmek amacıyla duygusal kampanyalar’ yürütmek için yapılan bu tavırlardan yararlandı!
ABD, Filistin dosyasına müdahale ederek bunların işgal edilmiş topraklar olduğunu, Doğu Kudüs’ün uluslararası alanda tanınan Filistin devletinin başkenti olduğunu ve İsraillilerin bunu ihlal etmeye hakkı olmadığını vurguladı. Elbette bu, Birleşmiş Milletler'in (BM) ve genel olarak dünyanın baskısı karşısında geri adım atmak zorunda kalmalarının ardından geldi. Bundan önce ise konjonktüre, İsrail’in Yahudi yerleşimlerini Doğu Kudüs ve Mescid-i Aksa’ya kadar uzatmaya başlamasıyla kökleşen siyonist radikalizm hakimdi.
Şu an tüm bu dönüşüm gerçekleşti ve İsrailliler yerleşim politikalarında geri adım atmak zorunda kaldılar. BM ve uluslararası toplum için şu an Filistin Otoritesi’nin liderliğini Doğu Küdüs’e taşıyarak desteklenmesi gerekli hale geldi. Doğu Kudüs arzu edilen Filistin devletinin başkentidir. Bu olmadan da ne barış, ne barışçıl bir çözüm ne de İsrail devletinin tanınması söz konusu olacak.
Tabii ki İslami Direniş Hareketi Hamas’ın İhvan-ı Müslimin (Müslüman Kardeşler) ile ilişkisini koparması ve bazı Arap ülkeleri ile ilişki kurmaması gerekiyor. Ayrıca Filistin’in ulusal yürüyüşünde pratik olarak yer alması ve arzu edilen Filistin devletinde aktif bir oyuncu olması lazım. Aksi takdirde Gazze’ye bir terör yuvasıymış gibi muamele edilecek. Bu da Filistin halkının ve Arap milletinin istemediği bir şeydir.
Dolayısıyla zaman faktörüyle oynama imkanı kalmıyor. Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas'ın (Ebu Mazen) yapacağı ilk şeyin Filistin'in önde gelen başlıca kurumlarını Doğu Kudüs'e taşımak ve sadece bu kutsal şehirde uluslararası heyetleri kabul etmek olacağı varsayılıyor. Ayrıca bu şehir, 1967 sınırlarında başlayıp doğu tarafında Ürdün Nehri'ne kadar uzanan -elbette buna Filistin'in batı tarafından Ölü Deniz'de (Lut Gölü) sahip olduğu alan da dahil- Filistin devletinin fiili ve pratik olarak başkenti olduğu sürece herhangi bir Arap tarafının bu şehir üzerinde güç iddia etmesine izin verilmeyecek.
Dolayısıyla bu bölge istikrara kavuşana dek başta ABD olmak üzere uluslararası toplumun, İsrail’deki en azılı Siyonistlere ve aşırılık yanlılarına baskı yapmaya devam etmesi lazım. İsraillilerden ‘akılları başlarında olanların’, bu kutsal ülkeden çok sayıda işgalcinin geçtiğini, hepsinin tarih ve coğrafya sahnesinden çok geçmeden tamamen silindiğini, Filistin’in tamamının ve ‘kalbi’ olan Kudüs’ün tekrar Arapların olduğunu ve er ya da geç tekrar Arapların olacağını idrak etmeleri lazım.