Tevfik Seyf
Suudi yazar ve düşünür
TT

Avrupa’nın birliği, Allah’ın ayetlerinden bir ayettir

Merhum Malik bin Nebi’nin ekolünden olan Suriyeli düşünür Prof. Cevad Said ve ondan önce Hindistanlı düşünür ve şair Muhammed İkbal'in kitaplarını okumaktan daima keyif almışımdır. Prof. Said karmaşık konuları basit ve anlaşılır şekilde anlatır. Durumu açıklamak ile yargılamak arasındaki mesafe konusunda endişelenmez. Günümüz Araplarının duruma ilişkin eleştirilerinde açık ve sert bir dil kullanmasının yanı sıra bunun gerekçeleriyle de pek ilgilenmez.
Cevdet, tarihin ve dönüşümlerin “materyalist” yorumuna odaklanmıştı. Ayrıca insan emeğinin doğada ortaya koyduğu gerçek değerle de ilgilendi. Bu konulara olan ilgisi onu, insanı doğayla etkileşime sokan ve dünyasında etkili olan ya da hayal kırıklığına uğratıp başkalarının eylemleri karşısında onu edilgen kılan kültürel ve manevi faktörler üzerinde düşünmeye sevk etti.
“Sünnetler” fikrini açıkladığı örnekler, Aristoteles'in, ardından Romalı hukukçu Cicero'nun ve diğer kadim filozofların bahsettiği “tabiat kanunu” kavramına yakın olduğunu göstermektedir. Bu, doğa ve insanın doğayla ilişkisini içeren bir “kozmik vizyon” ile kozmik sistemle uyumlu bir toplum ve devlet sistemi geliştirme girişimleri için bir başlangıç ​​noktası oluşturdu.
Cevdet Said'in, toplumun ve tarihin dönüşümlerindeki maddi olmayan faktörleri ihmal etmesi (bazen inkâr etmesi) beni çok şaşırttı. Maddi olmayan faktörlerle, tarihsel hareketi veya sosyal dönüşümleri, rasyonel anlayışın kabul etmeyeceği nedenlere bağlayan İslami yazarlar arasında bulunan ortak eğilimi kastediyorum: Doğal afetleri insan günahlarına mal etmek veya zaferleri imana, yenilgiyi ahlaksızlığa ve isyana mal etmek gibi. Said, “sünnetullahı” bilmenin ve onlara göre hareket etmenin dini bir mesele olmadığına inanmaktadır. Çünkü herkes onları anlayabilir ve onlara uygun hareket edebilir. Bu şekilde, yaşamın anahtarlarını ve doğanın güçlerini elinde tutabilir.
Burada iman ve küfür arasında bir ilişki yoktur. Cevdet buradan hareketle, bilgi ve güç kaynağı arayışları gibi “sünnetullaha” uyanların, kendilerini övmekle ve geri kaldıklarını inkâr etmekle meşgul olan Müslümanlara boyun eğdirdiklerini söylüyor. Çağdaş Müslüman, Kur’an-ı Kerim ve Sünnet'teki hiçbir şeyden artık istifade edemeyeceğini kabul etmedikçe, bu acı bataklıktan çıkamayacaktır. Nitekim Kuran'ın özüne ulaşmak için gerekli olan bilimsel gücü ve buna bağlı olarak zihnini uzun uykusundan uyandırma yeteneğini de kaybetmiştir.
Peki nedir “sünnetullah” denilen şey?
Said bu soruya, “evrenin düzenini oluşturan kurallar bütünü olduğunu ve parçalarının buna göre işlediğini” söyleyerek yanıt verir. Biz bunları, çeşitli dönemlerde bilimin akışına katılarak yavaş yavaş öğreniyoruz. Sosyoloji bize toplumsal hareketlilik ve dönüşümdeki “sünnetullahı” ya da ekonomi bize, geçim kaynaklarını ve maddi kazancı iyileştirmede tabi olunacak “sünnetullahı” veya astronomi ve fizik, doğadaki ve maddedeki “sünnetullahı” gösterir. Bu ve diğer bilimlerin özümsenmesi, evren, akıl ve yaratıcının insanlara hitabını birbirine bağlayan hattı tamamlamak için gereklidir.
Peki Müslüman olmak bu bağlantıyı kurmanın şartı mıdır?
Hayır, zorunlu değildir. Said Avrupalıların savaşmaktan birliğe geçmedeki başarısının, Allah’ın ayetlerinden bir ayet oluğuna inanıyor. Bu, “sünnetullahı” anlamaya ve ona uymaya çalışanların bu arayışın meyvelerini alacaklarına delildir. Zira Allah'ın daha önce gelip geçenler hakkındaki sünneti (nizamı, hükmü) budur. Gücün birleştirilmesi, halklar arasında ilerlemenin, zenginliğin ve saygınlığın hızlı bir yoludur.