Hüseyin Şubukşi
TT

Lübnan trajedisi!

Dünya kültür sözlüğünde, MÖ 5’inci yüzyılda antik Yunan mirasından yola çıkarak türetilmiş Yunan trajedisi terimi vardır. Terim, insanın kendisinin veya çevresinde meydana gelen ve onu olumsuz etkileyen birikimlerin neden olduğu aralıksız trajedi, hata ve başarısızlık dizisi sonrasında insan kişiliğinin bozulması ve çöküşü ile ilgili eserler sunan teatral durumu nitelemektedir. Bu terim, dünya genelinde insanların, toplumların, ulusların veya halkların başına gelen tüm benzer durumları tanımlamak için kullanılır oldu.
Arap dünyası bağlamında var olan sosyal ve politik terimlere de yeni bir özel terim eklemenin mümkün olduğuna kesinlikle inanıyorum. O terim, Lübnan trajedisidir. Çünkü Lübnan vakası, psikologlar, sosyologlar, siyaset bilimciler ve ekonomistler tarafından teşhis edilebilecek ve hepsinin de “Lübnan, halkı tarafından yok edilen güzel bir ülkedir” şeklindeki acı verici ve net bir kaçınılmaz sonuca varabilecekleri eşsiz bir vakadır.
Lübnanlılar, nitelendiği gibi, Büyük Lübnan'ın kuruluşunun üzerinden 100 yıl geçmesi vesilesiyle onlar için önemli 100. yıllarını kutlamaya hazırlanıyorlardı, ama bu yıldönümü, Lübnanlıların tarihlerindeki en kötü insani, yaşamsal, ekonomik ve siyasal koşulları yaşadıkları bir döneme denk geldi. Bağımsızlık gününü kutlaması gereken Lübnan, bugün tüm çirkin, küçük düşürücü ve aşağılayıcı biçim ve araçlarıyla işgal, sömürgecilik ve sömürü altında yaşıyor. Bugün Lübnan, artık 100 yıl önce kurulan, hayalleri gökyüzüne ulaşan, Doğu ülkelerine rönesansı ve emelleriyle ilham veren, birçok başarının öncüsü olan Büyük Lübnan'a benzemiyor. Bugün Lübnan parçalanmış, ümitsiz, kırılmış ve işgal edilmiş bir ülke.
Yazarlar Daron Acemoğlu ve James Robinson, ‘Why Nations Fail: The Origins of Power Prosperity and Poverty’ (Ulusların Düşüşü: Güç, Refah ve Yoksulluğun Kökenleri) adlı önemli kitaplarında, ülkelerin hayallerini ve planlarını gerçekleştirememe nedenlerini tartışırlar ve doğal olarak Lübnan'da olanlarla ilişkilendirilebilecek çok önemli bir odak noktasına ulaşırlar. O da söz konusu ülkelerin, bu hayal ve planlarını bireysel eylemin kişiselleştirilmesinden, eğilimlerinden ve dalgalanmalarından koruyan, devletin kendisini bireysel karakterlerin kaderindeki herhangi bir kusur ve dengesizliğe karşı muhafaza eden kurumlar yaratmayı başaramadıklarıdır. İşte Lübnan'ın tam olarak başaramadığı ve durumunun bugün olduğu gibi üzücü, endişe verici ve korkutucu bir şekilde kötüleşmesine yol açan şey de budur.
Gerçekleşmemiş bir rüyayı, hayal gücünün büyük ve harika bir yapısını andıran çeşitli boyutlarıyla Lübnan deneyiminin, yüzölçümü itibariyle küçük, aktivizmi ve emelleri büyük olan bu ülkenin ani yükselişinin ve büyük çöküşünün sebeplerini tahlil etmenin ve bilmenin, sosyoloji, siyaset ve ekonomi disiplinlerinden öğrenciler için çok zengin bir konu olacağı şüphesizdir.
Lübnan deneyimi şüphesiz karşılaştırmaya değer ve Antik Yunan trajedisi ile yeni Lübnan trajedisi arasında yer alıyor. Küçük sınırların ötesine geçen ve taşan hayalleri ve emelleri olan iki ülke de, çeşitli nedenlerle yıkılarak örnek gösterilen bir insanlık trajedisine dönüştü. Lübnan'ın şu anki trajedisi, gerçeklikle başa çıkamaması ve mezhepçiliğin mirasından kurtulmamasıdır. Bağımsızlık ilanından bu ana kadar olduğu gibi, kendisini dışarıdan yönlendirilmeyen ve dışarıdan etkilenmeyen sivil bir ulus devlete dönüştürmemesidir.
Lübnan kuşkusuz uluslararası ve bölgesel dış müdahalelerden etkilenmiştir.  Ancak en büyük sorun, bu etkinin bir bütün olarak ülke düzeyinde yıkıcı bir rol oynamasına izin verenin kendisi olmasıdır. Ülkeyi kontrol eden ve etkileyen terörist grupların bugün Lübnan topraklarında gerçekleştirdiği işgal bunun sonucudur. Kısacası, bu Lübnan trajedisidir.
Bu satırları yazarken, merhum büyük Lübnanlı tarihçi Kemal el-Salibi'nin önemli kitabı ‘Lübnan'ın Modern Tarihi’nde yazdıklarını hatırlıyorum. Geçen yüzyılın altmışlı yıllarının ortalarında, özellikle de Büyük Lübnan devletinin kuruluşundan 50 yıl sonra yazılan bu kitabın girişinde, şu dikkat çekici ve ilginç cümle yer alır: “Siyasi çerçeve içinde tarihi bir birim olarak Lübnan, bu dönemde birbiri ile uyumlu bir mezhepler grubuydu. Elbette, günlerin kanıtladığı gibi, bu, farklı ve acı verici gerçeklikten tamamen uzak, duygusal bir romantik bakış açısıydı.”
Tarihçilerin ve politikacıların kurulan ve Lübnan adını alan bu ülkenin esas amacının Arap Maşrık bölgesinin kalbinde Doğu Marunileri için bir Hristiyan yurdu yaratmak olduğu, bunun en üst uluslararası düzeyde kabul edildiği ve desteklendiği söylemini neden kullandıklarını bilmiyorum. Bu hedef net olmadığı için, her türlü dış ve bölgesel müdahaleye izin veren çarpık siyasi projeleri doğurdu. Kurulan ve herkesi kapsayan bir vatan olması gereken oluşum pahasına köklü organize bağımlılıklara yol açtı.
Lübnan'da yaşananlar, çözümün her zaman hukuka dayalı, diğer grupların aleyhine bir grubun, diğer mezheplerin aleyhine bir mezhebin, diğer dini grupların aleyhine bir dini grubun, diğer dinlerin aleyhine bir dinin çıkarlarını gözeten değil, tüm aidiyetleriyle vatandaşlarını koruyan ve bir araya getiren sivil devlette olduğunu teyit ediyor. Lübnan hiçbir gün herkese yetecek kadar olmadı, çünkü gerekirse dış veya iç şeytanlardan yardım isteyerek galip gelen, kazanan ve muzaffer olan tek mezhep ve dini grup ilkesiyle yönetildi. Bunun sonucu da ne yazık ki iç savaş, dağılma, yıkım, ekonomik çöküş ve hayallerin parçalanması oldu. Bu, dünyanın bugün tanık olduğu ve büyük bir üzüntüyle takip ettiği Lübnan trajedisidir.