Amr el-Şobaki
TT

Herkesi yoran Fransız laikliği

Dünyanın herhangi bir devleti değil de Fransa gibi bir demokratik hukuk devleti, laikliği tehdit ettiği gerekçesiyle spor müsabakalarında başörtüsünü veya herhangi bir örtüyü yasaklama kararı aldı. Buna karşılık Fransa'nın banliyölerinde kadınların herhangi bir spor dalında yarışmasını tasvip etmeyen mevcut aşırı dinsel fikirlere karşı bir kızın isyanını ise değersiz bir tercih olarak gördü. Zira Fransa için önemli olan sporcuların başörtülü olmaması. Bu durumda şu soru sorulmalı: Bir erkekle eşit şartlarda spor yapan bir kızın başını örtmesinden korkan bu laiklik nasıl bir laikliktir?

Elbette Fransız laikliği hakkındaki tartışmada, çeşitli biçimlerde İslam şeraitini temel yasama kaynağı olarak belirleyen Arap anayasaları ya da Hindu Hindistan veya Ortodoks Rusya karşılaştırılmayacak. Burada ölçü Avrupa ve Batı ülkeleri olacak, çünkü Fransa, diğer Avrupa ülkelerinde öfke uyandırmayan konuları gündeme getiren tek ülke.

Fransa, oruçlu futbolcuların oruçlarını açmaları için futbol maçlarına bir dakika ara verilmesini, tüm Avrupa liglerinde yasal ve normal olmasına rağmen laikliğe aykırı bir uygulama olarak değerlendirdi. Yine Fransa bir fast-food restoranının, Arap kökenli Fransızların yoğun olarak yaşadığı bölgelerde “helal et” servisi yapacağını duyurmasını laiklik karşıtlığı olarak değerlendirerek, öfkeyle dalgalandı. Şirket bu adımından geri adım atmak zorunda kaldı. Ardından geçen ay Fransa İçişleri Bakanı Bruno Retailleau, “laikliğe tehdit” gerekçesiyle spor müsabakalarında başörtüsünün yasaklanacağını duyurdu ve şu şok eden açıklamayı yaptı: “Kahrolsun başörtüsü, yaşasın spor.” Burada şunu sormak lazım: Gücünün ve küresel varlığının büyük bir kısmı kültürel modelinin parlaklığından, siyasi modelinin canlılığından, toplumuna birçok ırk ve milleti entegre etmesinden, her alanda yaratıcı insanlar yetiştirmekten alan Fransa gibi büyük bir ülke, nasıl olur da 2027'de yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimleri için aday gösterilen isimlerden biri olan üst düzey bir yetkilinin bu üslupla konuştuğu, basın toplantısında açıkça “kahrolsun başörtü” diyebildiği bir noktaya geldi.

Avrupa ve dünyanın pek çok ülkesinde de başörtüsünden rahatsız olanlar, başörtüsünü reddedenler var. Ancak Avrupa'da Fransa dışında hiçbir ülke, kız çocuklarının kendi özgür iradeleriyle başörtüsü veya herhangi bir örtü takmaya karar vermesinin, kendi siyasal sistemini ve kültürel değerler sistemini tehdit ettiğini düşünmüyor. Öyle ki aşırı sağcı lider Marine Le Pen (yakın zamanda yolsuzluk suçlamasıyla mahkum edildi) daha da ileri giderek “sokakta ve toplu taşıma araçlarında başörtüsü yasaklanmalı!” demişti.

Pek çok kişi, dinin kamusal ve özel alandaki varlığı arasında ayrım yapma konusunda Fransız modelinin kendine has olduğunu anladı. 1905 yasasıyla devlet ile dini kurumlar arasında meydana gelen tarihi ayrımı daha iyi anladı. Nitekim bu yasa, örneğin Almanya'dan farklı olarak, devletin dini kurumları finanse etmesini yasaklamaktadır ve “Cumhuriyet hiçbir dini tanımaz, finanse etmez veya desteklemez” demektedir.

Fransa kamu kurumlarında, özellikle de okullarda dini simge ve sembollere karşı uzun bir mücadele geçmişine tanık oldu. Devlet okullarında tahtaların üzerindeki haçın kaldırılmasını öngören bir yasa konusunda kademeli bir mutabakatın sağlanması on yıllar aldı. Bunun için ilk olarak inşa edilecek okullara haç konulmadı, mevcut okullarda sorun teşkil etmemesi halinde haçlar kaldırılmaya başlandı, sorun olması halindeyse bırakıldı. Bu süreç, haçın devlet okullarından tamamen kaldırılmasına kadar onlarca yıl devam etti.

Yaklaşık 20 yıl önce çıkarılan devlet okullarında dini simgeleri yasaklayan yasaya gelince, uygulamada farklılık olduğu doğru. Zira yasa hemen uygulamaya konuldu ve esas olarak Müslüman kızların başörtüsünü hedef aldı. Ancak hemen uygulanmasından kaynaklanan fikir ayrılıkları olsa da, Fransa dışında da pek çok kişi bu kararın özünü ve 1905 yılında çıkarılan yasayla uyumlu olduğunu anladı. Dahası özellikle özel okullar, bilhassa Katolik okullar, devlet okullarından uzaklaştırılmalarının ardından Müslüman kızları kendi okullarına kabul etmeye başladılar.

Din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasının, dünyadaki bütün laik ve medeni devletler için geçerli ve sabit bir tutum olduğu konusunda herkes hemfikirdir. Kamu ve devlet kurumlarında dini sembol ve simgelerin engellenmesi kabul görmüş bir Fransız özelliğidir;  zira Müslümanlara karşı uygulanışı konusunda her ne kadar ihtilaf olsa da, daha önceki on yıllarda Hristiyanlara karşı da uygulanmıştı. Göç konusundaki kaygılara ve kaçak göçmenlerin sınır dışı edilmesine yönelik açıklanan programlara gelince, tüm bunlar, göç ve göçmen sorunlarını azami ölçüde kullanan aşırı sağ partilerin giderek artan gücü ve etkisi göz önüne alındığında anlaşılabilir. En büyük dengesizlikse, bir futbol maçı esnasında orucu bozmak için bir dakika ara verilmesiyle “histerik” bir şekilde uğraşmak, özü, yani kadınların erkekler gibi spor yapma isteğini bırakıp, toplumsal cinsiyet eşitliği hedefinden sapmaktır. Kültürel ve siyasal değerler sistemine gerçek anlamda güvenen hiçbir toplumu tehdit etmeyecek bir dış görünüm ve giyim anlayışının peşini bırakmamaktır.