Cemile Bayraktar
Gazeteci-Yazar
TT

Her olaydan “din kavgası” çıkartabilmek

Dinin tanımı, tarihi, etkiledikleri ve etkilenmesi, çeşitleri, boyutları hakkında binlerce şey söylenebilir. Hatta düşünün, dinin tanımı konusunda bile herhangi bir konsensüs oluşmuş değildir. Buna bağlı olarak şu gök kubbe altında sanıyorum din ile ilgili söylenmemiş söz kalmamıştır ve bu sözlerin çoğu da birbirinden farklıdır. Dolayısıyla insanlık tarihiyle birlikte tarihi başlayan, oldukça uzun yollar tüketmiş bir olgudan bahsediyoruz. Ve bunu söylerken aslında bir şey daha söylüyoruz; dinin bu kadar uzun süreçte, bu kadar ilgilenilir bir alan olmasından bahsederken, devamlılığın sonucunda onun ne kadar ehemmiyetli bir şey olduğundan da bahsetmiş oluyoruz.
Din ile ilgili birbirinden farklı çok sayıda görüş var dedik, bu görüşlerin tanım, tarih, etki, coğrafya, ırka bağlı binlerce farklı yorumları olduğundan bahsettik ve tek bir görüş oluşmadığını da ekledik. Bununla birlikte aslında bir şey daha söylemiş olduk, bireysel olarak insanlar bir dine mensup olmayabilir ama her toplumun bir dini vardır işte bu da din ile ilgili söyleyebileceğimiz nadir ortak ifadelerden birisi.
İnsan tabiatı itibariyle medenidir, toplum içinde yaşar, yani insanı toplumdan ayrı düşünemeyiz. Aynı insan, bir dine mensup olsun ya da olmasın, toplum içinde dinin varlığına dair görüşler ya da yokluğuna dair görüşler arasında yine din merkezli bir fikir sahibi olur. Bu noktada merkezin din olduğu, tabiatı itibariyle toplumsal olan insanın da merkezinde dinin olduğunu söyleyebiliriz. Ama bir farkla; toplum, az sayıdaki bağlantısızları saymazsak aslında dindar ve seküler olarak ikiye bölünmüştür. Bu bölünme, bazı toplumlarda, dinin birey ve toplum nezdindeki duygusal etkisiyle de, çok yoğun olur bazı toplumlarda daha gevşek olur, bu da meselenin tarihsel tecrübesiyle alakalıdır. Örneğin, Türkiye gibi dinin merkezden, kamusal alandan çıkarılması gerektiğinin resmi ideoloji olarak uygulandığı ve yer yer baskıcı yönelimlerin olduğu toplumlarda din bir kutuplaştırma aracı olarak araçsallaştırılır. Bu arada unutulmaması gereken önemli nokta, dinin kutuplaştırıcı etkisi olduğunu söylemiyorum, varlığını din üzerinden tanımlayan her ideoloji, her kurum, her yapı, her yönetimin dini merkeze alarak, dini bir kutuplaştırma aparatı olarak kullandığını söylüyorum. Bir de madalyonun diğer yönü var tabi, yine dini kutuplaştırma ve baskı aparatı olarak kullananlar, bu kez din lehine konum alanlar var, ilk aklıma gelen örnek İran’da olduğu gibi…
Bir şeyin kutuplaştırma aparatı olması ve uzun sürekli ve etkili kutuplaştırma etkisinin olabilmesi aslında onun yoğun etkisiyle doğru orantılıdır. Din eğer bir kimlik, bir var olma tanımının merkezindeyse ve içeriği gereği duygusal yoğun duygusal etkisi de varsa -ki var- bu noktada en kullanışlı araç haline gelir, getirilir.
Tekrara düştüğüm ifadeler olduğunun farkında olmakla beraber, özetlemek gerekirse dinin ne kadar önemli olduğundan bahsettik. Bu kadar önemli bir şey, bazen pragmatik amaçlar nedeniyle toplumu konsolide etmek için yüceltilirken, bazen bir başka amaç için yine toplumu konsolide etmek için kenara itilebilir, nitekim itilmiştir. Aynı zamanda din, meşrulaştırıcı özelliği nedeniyle de bir meşrulaştırma aparatı olarak kullanılmıştır, örneğin Kilise Babaları tarafından bir güç devşirme aracı haline getirilmiş, bu noktada Hıristiyanlar’dan gelen tepkiler, “Tanrı/din eleştirilmez” mottosu ile susturulmaya çalışılmıştır. Ama Aydınlanma, modernleşme ile birlikte artık şöyle bir görüş ortaya çıkmıştır; tüm sorunlarımızın kaynağı din, ihtiyacımız olan şey dinin merkezden alınıp merkeze aklı, insanı koymak, böylece tüm sorunlarımız bitecek, gelecek geçmişten daha iyi olacak. Yine bu görüşler içinden E. Durkheim, K. Marks gibi teorisyenler de dinin, insan ürünü bir şey olduğunu, belirli şartlar değiştiğinde ya da oluştuğunda dinin kendiliğinden ortadan kalkacağını iddia etmiştir.
Peki, sonuç öyle mi oldu? Elbette hayır, öncelikle sorunlar çözülmedi, aynı seviyede devam etti. Sonrasında din ortadan kalkmadı ve hatta dini canlanma yaşandı. Son olarak, insanın bir ruha ihtiyacı olduğu ortaya çıktı ve A. Comte’un “pozitivizm dini” önermeleri hiçbir yaraya merhem olmadığı gibi insanlığın krizleri arttı, anomaliler oluştu.
Aydınlanma ve modernleşme her toplumda aynı zamanda ve aynı şartlarda oluşmadı, bunun sonucunda da ortaya farklı aydınlanmalar, farklı modernleşmeler çıktı. Hatta dinin baskı aracı olmasına karşı da oluşmuş olan Aydınlanma düşüncesi, modernleşme ideolojisi bazı toplumlarda baskıcı bir şekilde uygulandı, kendiyle paradoks oluşturabilecek bir hale geldi. Bu durumda krizler ve anomaliler dindar kesimde oluştu ve farklı tepkiler gelişmesiyle birlikte genel olarak yoğun baskı sonrası dine tevessül artış gösterdi. Sonuçta bin yıl önce de tartışılan din konusu, bugün burada da tartışılacak kadar uzun süre gündemde kaldı, muhtemelen yarın da tartışmanın hem öznesi hem de nesnesi olmaya devam edecek.
Dinin tarihiyle insanlığın tarihi aynıdır dedik ya, buna bağlı olarak dine dair tartışmaların tarihi de aynıdır. Bu tartışma zemini dinin olması ya da olmaması gerektiği üzerine kuruludur ve büyük savaşlardan, gündelik kutuplaşmalara kadar birçok sonuç doğurmuştur. Ve savaşan, kutuplaşan, savaştıran, kutuplaştıran din taraftarları ve din aleyhtarları yani insanlar iken maalesef kurban edilen din olmuştur ve fatura dine kesilmek istenmiştir, kesilmiştir.
Şunu kabul edelim, dinin kendi içerisinde kaideleri vardır, mensuplarının davranışlarını belirleyen metinlere, uygulamalara sahiptir, dahası dinin içerisinden çıkan tarikat, mezhep, cemaat gibi yapılar da bunun taşıyıcısıdır ancak kişilerin, kendi alanlarını ve hadlerini aşarak, kendi tasavvurları doğrultusunca insanlar üzerinde bu kaideleri kullanarak baskı kurması doğru değildir, doğru olmasa dahi yapılmış mıdır, evet yapılmıştır. Bu duruma paralel olarak, dinin baskı aracı, dindarların baskıcı kişiler olduğunu düşünen laik, seküler taraflar, baskıcılığa karşı dururken, kullandıkları dil, uyguladıkları yöntem ile maalesef baskı oluşturan gruplar haline gelmiştir, genelde bunu kabul etmeseler dahi maalesef eleştirdikleri grupla aynı davranışları sergilemişlerdir.
Biliyorum, yazdığım birkaç cümle, insanlık tarihiyle yaşıt bir tartışmanın sonunu getirmeyecek. Ve genel tartışma dindar, din aleyhtarı kesim arasında sürdüğü için, laik kesimden de, dindar kesimden de “artık bu konuyu bir şeytanlaştırma aracı olarak kullanmayalım” diyen azınlığın sesi fazla duyulmayacak, daha çok her iki kesimin de baskıcılarını dinleyeceğiz… Ama yine yazma zorunluluğu hissediyorum; “bazı dindarlar”; laik, seküler, deist, ateist, agnostik, din aleyhtarı kesimin, kendileri üzerinde baskı kurulacağı endişelerini anlamıyor ve onlar için, “onlara rağmen” din merkezli bir dünya cenneti oluşturacaklarını iddia ediyorlar ve bunu yaparken şiddetten hakarete kadar her tür olumsuz noktaya varabiliyorlar. Ama sanıyorum bu noktada yalnız değiller, “bazı din aleyhtarları” ve hatta bunlar içinde bir dine mensup olan, örneğin Müslüman olanlar var ama dinin kamusal alan dışında olması gerektiğine inanıyorlar, dindarların, üzerlerinde baskı kurulacağına dair endişelerini anlamıyorlar ve onlar için, “onlara rağmen” dini dünyanın merkezinden, insanın merkezinden uzaklaştırarak bir dünya cenneti oluşturacaklarını ifade ediyorlar ve bunu yaparken şiddetten hakarete kadar her tür olumsuz noktaya varabiliyorlar. Dolayısıyla tartışma, gerilim, huzursuzluk yüzyıllar öncesinden bugüne kadar taşınıyor. Ve hatta birçok hatanın sonucunda hiç ders çıkarılmıyor, tartışmanın değirmenine su taşınıyor… dindar ya da laik kesimin baskıları altında ezilmiş, bazısının çığlığını duyduğumuz, bazısının çığlığını duymadığımız ve maalesef bazısını ahirete uğurladığımız gençlerin üzerine çok ağır bir miras bırakılıyor. Ve henüz gencecik bedenleri toprağı verilmemiş çocukların yanı başında, onlar için olduğunu iddia ederek, onlara rağmen, onların hayatının baharını kışa döndürecek, kendine yeni kurbanlar seçecek ve onları hiç önemsemeyen, sırf kendi tarafını savunmak için gerilimi, geçmişten geleceğe taşıyan bir kitlenin ağırlığı altında eziliyoruz. Bunun kime faydası var? Artık kendimizle ilgilenmenin, kendimiz dışındakiler için, onlara rağmen bir şeyler yapmayı terk etmenin, olumsuz sonuçlarla yüzleştikten sonra bundan ders alıp, bu müdahalecilikten vazgeçmenin vakti gelmedi mi?