Rıdvan Seyyid
Lübnanlı akademisyen, siyasetçi- yazar Lübnan Üniversitesi'nde İslami ilimler profersörü
TT

ABD ile ilgilenmek ya da ondan yüz çevirmek!

ABD’li ünlü dergi ‘Foreign Affairs’in son sayısı (Mart-Nisan)  belki de son yıllarda en az onuncu kez günümüz dünyasında ABD’nin gücünün gerilemesine odaklanıyor. Bu sefer bölge Ortadoğu. Dosyanın adı “Ortadoğu, post-Amerikan düzeni arayışına devam ediyor.” Bu her zaman Çin’in öne çıkışı ve rolü ile ilgili olduğundan kapak sayfasının en üstünde şöyle bir soru yer alıyor: Çevreleme mi yoksa angajman mı?
ABD gücünün iki fiziksel yönü var: Ekonomik güç ve askeri güç. Askeri güç halen tüm standartlara göre üstün durumda. Ekonomik güce gelirsek; ABD ekonomik olarak gerilemedi. Sadece diğer ekonomiler büyüyüp gelişerek dikkate değer bir hızla küreselleşti. Değişimin tezahürleri pazarlarda ve kaynaklar için verilen rekabetin artmasıyla sınırlı kalmayıp askeri ve stratejik alanlardaki cesur girişimlere kadar uzanıyor. Bunun Çin’in Güney Çin Denizi’ndeki hareketleri, Rusya’nın Ukrayna’ya açtığı savaş ve dahası İran’ın Doğu Akdeniz’deki hamleleri ve taşkınlıkları da dahil olmak üzere pek çok belirtisi var. Çin ve Rusya'nın eylemleri doğrudan ittifaklarının çıkarınaysa o zaman İran’ın askeri ve güvenlik girişimlerinin amacı ne?
Türkiye, Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’nün (NATO) bir üyesidir. Ancak son on yılda NATO’dan uzaklaştı. Şimdi ise arabuluculuk ve dengeleme girişimine geri dönüyor. Rusya-Ukrayna savaşı bunun bir örneği. Rusya ve Çin ile ‘müttefiklik’ ilişkisi artan İran’a gelince; hem ABD yayılımından hem de geri çekilmelerinden yararlanarak Arap bölgesinde 20 yıldır nüfuzunu genişletiyor. ABD’nin Afganistan'dan çekilmesi dışında 20 yıl boyunca bölgenin her yerindeki şu ya da bu eylemleri İran'a fayda sağladı!
‘Foreign Affairs’in Ortadoğu'yu konu alan özel sayısını planlayanlar, bunun ‘çarpıcı’ olmasını istediler. Bu yüzden eski sayılarda olduğu gibi ABD'nin geri çekilmesini veya kasıtlı veya kasıtsız olarak İran ve Türkiye'ye verdiği hizmetleri ile geri dönülsün ya da dönülmesin nükleer anlaşmanın çok sayıda ve çeşitli yüzlerini sayarken abartıda bulunmadılar.
Foreign Affairs’ın önde gelen yazarlarından Marc Lynch, ABD’nin Ortadoğu haritasının (Dışişleri Bakanlığı haritasının) eskidiği sonucuna vardı. ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı’nın (CENTCOM) geleneksel Ortadoğu kavramının dışına çıkarak, Asya ve Afrika'daki uzak alanları kapsayan geniş çaplı faaliyetlerinin bunun bir delili olduğunu öne sürdü. Peki, harita neden eskimiş sayılıyor?
Lynch’e göre ABD'nin çekilmesinden dolayı değil, bölgedeki diğer ülkeler ve çevreleri inisiyatifi ele aldığı için eskimiş sayılıyor. Başta Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Katar olmak üzere, güvenlik veya faaliyetinin geleneksel kapsamının dışına çıkarak, pazarlar ve tarım alanları ya da siyasi ve askeri bir varlık oluşturmak için inisiyatif almayan bir Körfez devleti kalmadı. Mısır, Türkiye ve İran için de durum böyle. Ayrıca herkes Çin ve Rusya'ya yöneliyor. Burada söz konusu ülkelerin güvenliğine yönelik yeni ve ileri boyutta zorluklar ya da çıkarlarına yönelik değişen bir anlayış var. Söz konusu adımların bazıları zorluklara verilen cevaplarken, bazıları da -İran durumunda olduğu gibi- çıkarlara yönelik başka bir anlayıştır. Bütün bunlar, ABD’nin Fransa ve İngiltere'den miras aldığı ve Soğuk Savaş sırasında gözettiği Ortadoğu'daki sayfanın kapanması veya değiştirilmesi anlamına geliyor.
Foreign Affairs yazarları Ortadoğu’daki ve ötesindeki değişimlerle ilgili olarak iki örnekten bahsediyorlar. Güçlü bir şekilde göze çarpan ilk örnek neredeyse İbrahim (Abraham) Anlaşması olarak bilinen şey. İbrahim Anlaşması, Arap ülkeleri ile İsrail arasındaki ilişkilerin normalleşmesi demek. Eskiden bunu yapan üç ülke varken şimdi sayıları altıya çıktı. Buna ek olarak gayri resmi bir şekilde ilişkilerini devam ettiren Arap ülkeleri de var. Michael Singh dergide kaleme aldığı yazıda, İsrail ile Arap ülkeleri arasında imzalanan yeni anlaşmalardan bahsettikten sonra şöyle bir soru ortaya atıyor: Bu, Ortadoğu’yu ‘yeniden şekillendirir’ mi?
Singh bunun, katılan tarafların yeni ilişkilerden ne ölçüde yararlanacağına bağlı olduğu sonucuna varıyor. Türkiye de İbrani devleti ile özel ilişkiler kurmaya yöneliyor. Ayrıca Mısır ve Körfez ülkeleriyle yaşanan husumeti de geride bırakıyor. Peki, İran bu çemberin dışında mı kalacak yoksa bu çemberin hedefi mi olacak?!
Amaney A. Jamal ve Michael Robbins’e göre değişimlerle ilgili bir diğer örnek de şu: Ortadoğu'daki demokratikleşmenin sekteye uğraması! İki yazar, her zamanki gibi Arap Baharı olarak isimlendirilen süreci ve bununla ilişkili dosyaların ve ülkelerin nasıl darbe aldığını tekrar inceliyor. Her zaman olduğu gibi bu eğilimdeki yazarlar, demokratik gerilemenin ABD için bir kayıp olduğunu savunuyorlar! Sanki ABD sadece bölgedeki demokrasilerle müttefik oluyor ve onları destekliyormuş gibi (!) ABD’nin İsrail’deki demokrasiyi gözetmesi ve gözetmeye devam etmesi bize delil olarak yeter.
Joe Biden döneminde ABD ve İsrail arasındaki anlaşmazlık büyüyor. Bu durum, Obama döneminden beri meydana gelen değişiklikler arasında yer alıyor. ABD ve İsrail arasındaki anlaşmazlık, bugünlerde olumlu ya da olumsuz olarak çözülmekte olan İran nükleer dosyası ile sınırlı değil. İbrahim Anlaşmaları, ABD desteği dışında bir tür İsrail tedbiri mi olacak? İsrail'in Amerika'nın içini etkileyebildiği için güvende olduğu söyleniyor. Bu, Türkiye ve Körfez ülkeleri de dahil olmak üzere diğer ülkelerin iddia etmediği bir şey.
Tüm bu değişkenler, ABD’nin rakiplerinin saldırıları ve müttefiklerinin isyan etmesi sonucunda nasıl bir bedel ödeyeceği sorusunu gündeme getiriyor. Foreign Affairs dergisinin son sayısında Ortadoğu ile ilgili makalelerin ilkini kaleme alan F. Gregory Gause 3, ABD dış politikasının, asgari sorumluluk ve yük üstlenme karşılığında, asgari düzeyde ittifak veya bağlılıkla tatmin olmaya kendini hazırladığını düşünüyor.
Bu yüzden artık ABD ile ittifak yapmak ve bağlılık ayinleri ve ritüeller düzenlemek için teşvik edici şeyler ve ayrıcalıklar yok. Sadece ülkeleri halen ABD'nin kollarına sığınmaya iten beklenmedik faktörler var. William Buckley bu faktörleri şöyle tanımlıyor: Çin korkusu ve Rusya korkusu.
Ortadoğulular ve Körfezliler, bedelini ödemeye hazır bir şekilde Çin ve Rusya'nın kapılarını çalmaya cüret ettiler. Avrupalılar, Avustralyalılar ve Endonezyalılar, başta Vietnam ve Güneydoğu Asya'daki diğer ülkeler başta olmak üzere başka ülkelerin mensupları, Çin ve Rus hegemonyasının emelleri ve davranışlarından oldukça rahatsız oluyorlar. Düşmanımın düşmanı benim dostumdur mantığıyla ABD’nin kollarından başka bir sığınak bulamıyorlar. Bu anlayış doğru olmayabilir. Çünkü bütün bu taraflar, özellikle de Avrupalılar, Kanadalılar, Avustralyalılar ve Endonezyalılar, Soğuk Savaş'ta ve kısa hegemonya döneminde ABD'nin müttefikiydiler.
Bu yüzden Çin ve Rusya emellerinin NATO, Avrupa Birliği (AB) ve bu gibi örgütlerin dağılmasını engellediği sonucuna varmak daha doğru olacaktır. Bu gerçek, ABD ile ilişkilerin temelinde ahlaki üstünlük yanılsamasından vazgeçildiği ve korkuyla yetinildiğini göstermektedir.
Sonuç kısmına geçecek olursak; Rusların, ABD’lilerin ve Çinlilerin Birleşmiş Milletler'i (BM) veya Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'ni (BMGK) kaale almadığını gördükten sonra bir dünya düzeni kaldı diyebilir miyiz? Çok kutupluluk, farklı düzenlemelerle birlikte alternatif düzen mi olacak? Aslında korku, alternatif bir sistem için uygun değil. Ruslar ve Çinliler daha fazlasını kazanabileceklerini düşündükleri sürece kaos bitmeyecek. Nitekim savaşlara, yıkımlara ve dayanılmaz insani acılara tanık oluyoruz!
Öyleyse tüm bunlar ABD’ye isyan edilmesini ve karşı gelinmesini kaçınılmaz kılan sert Washington gücünün tezahürleri ve olgularıdır. Joseph S. Nye’ye göre ABD'nin ‘yumuşak gücü’nden geriye ne kaldı? Yaşam sistemi ve modern yaşam kültüründen başka bir şey kalmadı, ki bu Ortadoğu'da bile hafife alınmaması gereken bir etkinin tezahürleridir.