Prof. Dr. Ahmet Abay
Akademisyen
TT

İnsanın uzaklarda aradığı

“İnsanoğlu uzaklarda aradığının ta içinde olduğunu bilmez.”
İnsanoğlu yaratılışından bu yana arayış içerisindedir denilse herhalde yanlış olmaz. Çünkü çıktığı hayat yolculuğunda arayış olmadan menzile varması güçtür. Ancak çoğu zaman insan, neyi nerede arayacağını unutur. Bilemez demiyorum! Çünkü insana neyi nasıl araması gerektiği öğretilmişti.
Hz. Âdem’in yaratılış olayını ve ona verilen secde emrini hatırlayalım. Melekler verilen emri tereddütsüz yerine getirirken İblis büyüklük taslayarak emre itaat etmedi. Hz. Âdem ve Havva da cennette kendilerine yasak edilen ağaçtan yediklerinde, onlar da verilen emre uymadılar. Yani hem İblis hem de Hz. Âdem ve Havva Allah’ın bir emrine karşı geldiler. Buraya kadar her iki tarafın durumu aynıdır. Ancak bundan sonraki kısımda farklılıklar başlamaktadır. Düştükleri halin nedenini aradıkları yerler onları farklı kılmaktadır. İblis kendi içinde bir arayışa girme, acaba bu işte benim bir kabahatim var mı? deme yerine suçluyu dışarıda aradı hatta Allah Teâlâ’yı böyle bir emir verdiği için suçlar ifadeler kullandı.[1] Ancak Hz. Âdem ve Havva arayışı kendi içlerinde gerçekleştirerek “Biz böyle yapmakla kendi nefsime zulmettik.” kanaatine ulaştılar ve hallerini Rablerine arz ederek bağışlanma dilediler. İşte insanın ilk yaratılışı esnasında yaşanan bu olaydan sonra arayışı doğru yerde yapanlar ile arayışlarını yanlış yerde yapanların mücadelesi devam edegelmiştir.
İblisle başlayan “uzakta arayış” insana da bulaşmış ulûhiyet inancı dâhil hayatın her yönünü kuşatmaya başlamıştır. Nitekim müşriklerin müşrik olarak nitelenmelerine sebep olan temel husus, Allah’ı uzakta arama hastalığıdır. Kendisini insana şah damarından bile daha yakın[2] olduğunu ifade eden Allah’ı onlar uzaklarda aradılar. Uzaklardaki bu arayış, onları Allah’a yakınlaştıracak aracılar icat etmeye sevk etti. Bu sebeple putlarına yaptıkları ibadetlerin gayesini şu sözlerle ifade ettiler: “Biz bu putlara, doğaüstü güçlere, tanrısal nitelikler yakıştırdığımız dînî ve siyâsî önderlere ve büyük insanlara, sadece bizi Allah’a yakınlaştırsınlar diye tapıyoruz!”[3] Bununla da yetinmeyerek  Allah katında payeler vererek onlara kutsallık atfettiler ve onları Allah katında kendilerine yardımcı olan, işlerini halledecek şefaatçiler olarak ilan ederek; “Bunlar, Allah katında bizim için aracılık ederek kurtuluşumuzu sağlayacak olan şefaatçilerimizdir!”[4] dediler.
Hâlbuki Allah Teâlâ kullarının kendisini sorma ihtimaline karşılık Resul’üne şu cevabı vermesini öğretmiştir: “Eğer kullarım sana Beni sorarlarsa, şunu hiç unutmasınlar ki, Ben insana şah damarından daha yakınım. O hâlde, hiçbir aracıya başvurmadan, doğrudan Bana yalvarıp Benden istesinler, çünkü Bana duâ edip yalvaranın yakarışına cevap veririm. Öyleyse, onlar da benim çağrıma uyup bana iman etsinler ki, böylelikle doğruluk ve olgunluğa ulaşabilsinler.”[5]
Allah’ı sadece göklere hapsedip “gök tanrı” ilan ederek evrenin tümüne karıştırmayanlar, O’nu uzakta arayanlar ve ancak aracılar vasıtasıyla kendisine ulaşılabilecek bir ilah inancına sahip olanlar, Allah’ı gereği gibi tanıyamayanlardır. Zira bunlar vahyin tanıttığı Allah’ı dikkate almamışlar kendi tasavvurlarıyla O’na nitelikler yakıştırmaya çalışmışlardır. Oysa vahyi dikkate almayanların “Allah’ı gereği gibi takdir etmeleri/ tanıyabilmeleri”[6] mümkün değildir. Çünkü vahyin tanıttığı Allah;

Göklerin- yerin ve arlarındaki her şeyin Rabbi,[7]
Kendisinden başka ilah olmayan,[8]
Kuluna şah damarından daha yakın olan,[9]
Kendisine dua edildiğinde ona karşılık veren,[10]
Her an bir oluşta/yaratmada olan[11]
Özetle Allah, bütün güzel isimlerin ve niteliklerin yegâne[12] sahibidir.

Yunus Emre,  “Hakk’ı uzaklarda arama, Hakk’ın durağı gönüldedir.” derken O’nu uzaklarda aramanın beyhudeliğini hatırlatır. Şu gerçeği de unutmamak gerekir ki; Allah her yerde hazırdır. Nerede kendini O’na daha yakın hissediyorsan, ona bakmalısın. Bir yetimle ilgilenince, ya da bir evsize barınak sağladığında veya bir hasta ziyaretinde, ya da bir kırık kalbe merhem olurken… Tıpkı Allah Resul’ünün haber verdiği gibi: “Allah Teâlâ kıyâmet gününde şöyle buyurur: -“Ey âdemoğlu! Hastalandım, beni ziyaret etmedin”.
Âdemoğlu: Sen âlemlerin Rabbi iken ben seni nasıl ziyaret edebilirdim? der.
Allah Teâlâ: “Falan kulum hastalandı, ziyaretine gitmedin. Onu ziyaret etseydin, beni onun yanında bulurdun! …”[13]
[1] el-A’râf 7/16; el-hicr 15/39
[2] Kāf 50/16
[3] ez-Zümer 39/3
[4] Yûnus 10/18.
[5] el-Bakara 2/186
[6] el- En’âm 6/91; el-Hac 22/74; ez-Zümer 39/3
[7] Sâffât, 37/5; Nebe’, 78/37
[8] el-Bakara 2/255; Âl-i İmrân 3/2; en-Nisâ 4/87
[9] Kāf 50/16
[10] el-Mü’min 40/60
[11] er-Rahmân 55/29
[12] el-A’râf 7/180; el-Haşr 59/24
[13] Müslim, Birr 43