Abdulaziz Tantik
TT

Şahitlik etme…

Bir şeye şahit olma, o şey hakkında bir bilgiye sahip olmayı içerir. Bu bilginin ilk karakteri haber kaynaklı oluşudur. Ama bu bilgi bununla sınırla kalmaz ve kişide bir şey oluşturur. Bu oluşan şey ise şuur olarak tebellür eder. İşte bu şuur meydana geldiğinde şahitliğin o şeye karşı döngüsü tamamlanma zeminine kavuşur. Bir insan gördüğü şeyler üzerinden elde ettiği bilgi ve bu bilgiye dayalı şuur üzerinden yaşama dair bir eylemlilik arzusu doğurur. İşte bu arzu iradenin belirginleşerek varlık sahasına çıkışına kaynaklık eder. Bilgi, şuur üzerinden eyleme dönüşme istidadı taşır. Yani sağlıklı yöntem budur. Tek başına bilgi eyleme yönelik bir hamle gerçekleştirmez. Ona başka sebepler bulması elzemdir. İşte bu farklı düzeylerde açığa çıkar: Korku, nefret, sevgi, zorunlu hissetme gibi duygular devreye girer ve kişinin eyleminin niteliğini belirler.
Şahitlik, bir şeye tanıklık ederek onu tam olarak idrak edecek düzeyde ona nüfuz etme ve onu doğru bir şekilde yaşama geçirecek bir tecrübeye sahip olmaktır. Şahitlik etmek, görmek değildir. Salt görme yeterince tanıklık için yeter şart değildir. O gördüğünün ne olduğuna dair bir yaklaşımı da içermelidir. Bu yaklaşımı ise ona dair tecrübenin duyguda tanımlı bir yapıya sahip olduğunda anlamlı olması beklenir. Tanıklık, meselenin künhünü bilmek ve ona vakıf olmayı da içermektedir. O zaman o şeyin tanıklığı ile kişide ona dair eylemi gerçekleştirme zemini oluşur.
Şahitlik tek taraflı bir boyut taşımaz. Çift taraflı bir özellik kazanır. Şahitliğin olmazsa olmazı, o meseleye dair bir görüye sahip olmaktır. Bu görü ister bizatihi gözlem sonucu olsun ki bu afaki bir görüdür, ister basiret üzerinden elde edilmiş görü olsun, buda enfüsi bir görü olur. Ama her iki görü de kişide tecrübi bir karşılık üretir. İşte bu tecrübi karşılık aynı zamanda eyleme dönük bir iradenin kesinleşmesine de zemin oluşturur.
İnsanı eyleme taşıyan duygusal zemindir. Bu duygusal zemini dikkate almayan herhangi bir şeyin gerçekleşme imkânı bulması zorlaşır. Velev ki bulsa da kendi amacını gerçekleştirmeye matuf olması imkânsıza yakın olur.
Bir şahitliğin tam olarak gerçekleşmesi için kişinin o an içinde bulunduğu psikolojik vasatın sağlam ve etkilerden bağımsız bir karaktere sahip olması lazım. Etkileşime açık bir psikoloji gördüğü şeyi çarpıtma, abartma, yanlış kanalize etme, yarım söyleme, yanlışa yönlendirme gibi yalana başvurmaya yeltenebilir. Bu yüzden şahitliğin tam olması için kötücül duygulardan arınık olması elzemdir.
Bir insan duygularını kontrol altına alabilir mi?
Şahitlik, aynı zamanda duyguları kontrol altına almayı içeren bir bakışı sunar. İnsanın tanık olduğu şeylere dair sağlıklı ve doğru bir zemin üzerinden onların anlamlarını ortaya çıkartabildiğinde kişi özgürleşmeyi sağlar. Bu özgürleşme, hem duygulardan bir özgürleşmeyi, yani kin, nefret, sevgi ve benzeri kişiyi olumsuz etkileyecek ve onu belirleyecek ortamdan kurtulmayı sağlar. İşte bu özgürleşme, duyguları yerli yerinde kullanmayı da öğreten bir tecrübeye dayanır. Tecrübe burada hem şahitliği ve hem de özgürleşmeyi birlikte aynı zeminde yürütmektedir. İşte bu noktada tecrübenin dayandığı zemin önemli hale gelir.
Tecrübeyi anlamlı kılan şey ise kişinin yaşam karşısında dayanağı haline dönüştürdüğü anlamdır. Yaşama, ilişkiler ağına ve geleceğe dair beklentilerine göre kendisine oluşturduğu anlam dünyası onun tecrübesinin şekillenmesine de kaynaklık eder. Bu anlam arayışı, geçmişten bağımsız oluşamaz! Geçmiş, aynı zamanda bir anlam arayışının tarihini de oluşturur. Bu anlamın oluşum tarihi insan kadar eskidir. O yüzden insan, kendisinin döneminde yaşayanlar kadar kendisinden önce yaşayanlarında hangi anlam dünyasına bağlı olduğuna dair bir bakışa sahip olmakla yükümlüdür. Geçmiş, geleceğin yüzüdür, denir. Bu haklı bir tespittir. İnsan, yaşadığı andan geçmişe ve geleceğe dair yansıtmalar çizer. İşte bu noktada tecrübenin şahsi boyutu yanında geçmişe dair kolektif şuurdan oluşmuş bir dayanağı da açığa çıkar. İnsan salt kendi tecrübesine mahkûm değil, aynı zamanda geçmişte oluşmuş bir tecrübi birikime de yaslanır. Zaten kendi tecrübesinin doğru bir anlamını idrak edebilmesi için öncüllere ihtiyacı vardır. Bu öncülleri ise geleneğin taşıdığı tecrübi birikiminden elde eder. Mutlak anlamda bir kopuş mümkün görünmemektedir. İnsan her boyutu ile bağımlı bir varlıktır. Geçmişine olduğu kadar geleceğine ve dahi bugününe de bağımlıdır. İşte bu bağımlılığı yine tecrübesi ışığında elde ettiği şahitliği üzerinden kendi özgürleşmesini sağlayarak sahici adımlar atmaya hazır hale gelir.
Varlığının anlamını sorgulama, yaşamın anlamını sorgulama, yaşamın üzerine bina edilmiş ilkelerin anlamını sorgulama ve sonra bir tanıklık icra etme… İşte bu tanıklık, kişinin yeni bir istikamete yönelmesine zemin oluştururken, yeni değerler skalasını inşa etme ve kendi yolculuğunun ilkelerini öğrenirken, yolculuk esnasında kendi yol haritasını da belirgin kılar.
İnsan, gözlem üzerinden elde ettiği bilgiye göre yaşamın kodlarını belirler. Bunu yaparken, kendiliğinden, tabii bir şekilde ve herhangi bir kurmacaya başvurmadan yapar. Ama bu gözlem, onun anlam dünyasını da biçimlendirir. Örneğin, yaşamın kendi rutin seyri içinde sürekli bir değişimi gözleyen biri, geçici bir dünyada ve geçici özellikler taşıyan bir yaşamın içinde yer aldığını fark eder. Bu geçicilik onda kalıcı bir şeylerin varlığının olup olmadığını soruşturmasına zemin oluşturur. Sonra fark eder ki yaşam evet, bir değişim üzerine bina edilmiş, ama bu değişime rağmen, kalıcı unsurları da içinde taşımaktadır. Gece ve gündüz, ay ve güneşin döngüsü, mevsimlerin değişimi, insanların ölümü ve doğumu, tokluk ve açlık, yorgunluk ve dinginlik gibi hep değişimin parametrelerini oluşturan bu geçicilik kendi içinde bir kalıcılığı da taşıyor. Bu geçici şeyler bir sürekliliğe sahip olmakla birlikte bir kalıcılığı da izhar ediyor. O zaman bütün bu olup bitenlerin kendi başına olmayacağı yaklaşımı doğal olarak tezahür eder. Gözlem üzere, her hangi bir şeyin kendiliğinden olmadığı tecrübesine sahiptir. O zaman bütün bu olup bitenlerin müsebbibi kimdir, sorusu zihne üşüşür. İşte geçmiş, bu sorulara cevaplar üretmiştir. O zaman geçmişin ürettiği bu cevapların, insanların yaşamında hangi kıstaslara ve nasıl bir yaşama tekabül ettiğine dair bakış öne çıkar. Bu şekilde aklındaki sorular, yine tecrübeleri ışığında cevaplar bularak kendi yolunu çizme arayışını temellendirir.
Şahitliğin temelini oluşturan tecrübenin afaki ve enfüsi zemininde oluşan idrakin anlamı izhar etmesi ve yaşamı sürdürürken yolculuğunu anlamlı kılan boyutunu açığa çıkardık. Burada devreye giren duyguların yolculuğu ciddi bir şekilde etkilediğini dikkate almalıyız. Her duygunun kendi konumu içinde anlamlı ve yolculukta yolcuya temel oluşturma özelliği olduğunu belirtmeliyiz. İnsan sevdiğine yaklaşır, nefret ettiğinden uzaklaşır. İşte mesele duygularımızı hangi zeminde açığa çıkarmalıyız. Burada şahitliğin sağladığı bir zemin söz konusu… Sevginin ve nefretin kaynağı bizim elde ettiğimiz anlam dünyası ile birebir ilişkili olmalıdır.
Anlam, bize yakın olmamız ve uzak durmamız gereken duyguları işaret eder. Tecrübe bu işaretin keyfiyetini izhar eder. Bu tecrübeyi basiret üzere idrak ettiğimizde o zaman tanıklığımızın başkalarının yolculuğuna yönelik bir işaretler ve tecrübesine zemin hazırlama anlamına geldiğini gözlemlemiş oluruz. O zaman şahitlik hem tanıklık düzeyinde, hem de eylem düzeyinde tecrübeye dayalı enfüsi bir idraki işaret eder. İki yönlü hareket yolculuğun sahih ve sahici oluşuna göndermedir.
İrade ve özgürleşme, tecrübenin sahici bir zeminde açığa çıkmasının teminatıdırlar. İrade ise, anlamın kişide tam yerleşik hale gelmesi ile birebir ilişkili bir durumu içerdiği bedihidir. Bu noktada değişim ve kalıcılık, irade, özgürleşme ve tecrübe gibi temel özelliklerde ikili bir yapıya sahip olduğunu belirtmeliyiz. Bu da insanın sahip olduğu şahitliğin neye tekabül ettiğini göstermesi bağlamında önemli bir durumu gösterir. Kişi, sürekli bir ikilik ile karşı karşıya kalacaktır. Tecrübe üzerinden sağladığı şahitliği onun bu ikilik karşısında hangisini tercih etmesi gerektiğini ilzam edecektir. Bu aynı zamanda diğer insanlarla ortak kaygılar, ortak anlamlar ve ortak iradeler üzerinden kurulmuş ortak yaşamların varlığını da gösterir. Böylece kişi, kendisini tek başına bırakmadan kendisi gibi olan diğerleri ile ortak bir yaşamın süreğinde varlığını idame ederek şahitliğini güçlendirir. Duygularının doğru ve anlamlı bir zeminde ve kendisini güçlendirecek bir düzeyde işlevselleşmesini de garanti altına almış olur.
İşte bir Müslüman insanın kelime-i şehadet getirmesinin serencamını böylece anlamlandırmış oluyoruz. Bu anlamlandırma yine kelime-i şehadetin çağrısı olan iman ilkelerinin varlık kazanmasının sonucu olduğunu da belirtmeliyiz. İnsan geçmişinde kendisinden önce yaşamış insanların iman üzere hakikatin tecellisi konusunu kazanmış örnek yaşamların örnekliği üzerinden kendi anlam dünyasını çizer ve kendisinden sonraki insanlar içinde bir örnekliği miras bırakır.
Ey Müslüman, Kelime-i Şehadeti getirdiğinde neye şahitlik ettiğinin bilincinde olarak getir ki senin ve senden sonra gelecek olan insanların örnekliğini yapabilme imtiyazı ve istidadı kazanasın…
Şahit olduğun gibi şahitlik ederek şahitliğinin gereğini yerine getirmiş olasın…