Robert Ford
ABD'nin Eski Şam Büyükelçisi
TT

Suriye sürecinin sanrıları

Birkaç gün önce Suriye'nin bazı bölgelerinde Beşşar Esed hükümeti ile Türkiye arasındaki yakınlaşmayı reddeden büyük çaplı gösteriler patlak verdi. Belki çok şüpheci ve karamsar biriyim ve 10 yıl önce Suriye dosyası üzerinde çalışırken yaptığım birçok hatayı da itiraf etmeliyim. Ama kanaatim kısaca yakınlaşmanın, bir seçim yılında Türkler arasında oynanan siyasi bir oyunun yanı sıra Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Şam, Moskova, Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi karşısında kuzey Suriye'deki hayati Türk çıkarları için bazı avantajlar elde etme çabaları olduğudur.
Birincisi, Erdoğan açısından seçim politikaları sorunsuz değil. Türk siyasi meseleleri arasında Suriye ile yeni bir başlangıç ​​yapılması Türk halkı arasında yüksek desteğe sahip bir mesele. Metropoll Araştırma Şirketi’nin Aralık ayında yaptığı bir ankete göre Türklerin yüzde 59'u Erdoğan'ın Esed ile müzakerelere başlamasını isterken, yüzde 29'u buna karşı çıkıyor. Esed ile bir görüşme yapmanın önemi ile Erdoğan'ın Türk seçmenlerine mülteci meselesinin temsil ettiği meydan okumaya ek olarak Suriye'ye karşı yeni bir politika başlatma taahhüdü arasındaki mevcut zorluklar burada açıkça görünüyor.
Erdoğan'ın en azından siyasi bir sürecin başladığını göstermesi gerekiyor. Şu kelimeyi iyi hatırlayın; "süreç". Bugün Rusya, Türkiye ve Suriye savunma bakanlarını bir araya getiren toplantının ardından bazı yeni ikili çalışma grupları oluşturuldu. Üç ülkenin dışişleri bakanlarının da benzer bir görüşme yapması, hatta üç ülkenin başkanlarının seçimlerden önce bir araya gelmesi veya Erdoğan'ın Esed ile görüşme sözü vermesi muhtemel. Erdoğan mevcut bir sürecin varlığını iddia edebilir.
Bu arada Esed'in Erdoğan'ı sevmediği ve güvenmediği de aşikâr. Yine de Ruslar Esed'e bir sürecin inşa edilmesini kabul etmesi için baskı yapıyorlar ve o da onlardan bunun karşılığında bir ödül talep edecek.
İlgili bir bağlamda, BAE Dışişleri Bakanı Şam'ı tekrar ziyaret etti. BAE’li Bakan Esed'i bir toplantı yapmaya ikna etmenin yollarını görüşmüş olabilir. Bu durum bana, 30 yıl önce Baba Bush ve Clinton yönetimlerinin İsrail ile Filistinliler arasında barışı tesis etme çabalarının ortasında, ABD’nin bu iki yönetim döneminde bir müzakere süreci fikrine yoğun bir şekilde odaklanışını hatırlatıyor.
Gerçek şu ki, o dönemde İsrailliler ve Filistinliler arasında birçok çalışma grubuna, yardım paketlerine ve görüşmelere şahit olduk. Çalışma grupları ve toplantılar gerçekten de harika fotoğraflar verirler, ancak bu müzakere sürecinin ne sonuçlar verdiğini Filistinlilere sorun. Kalıcı yakınlaşmayı ancak tavizler, orta çözümler ve zor seçimler gerçekleştirebilir ama şu ana kadar ne Şam ne de Ankara gerçek tavizler veya çözümler sunmadılar.
Türkiye Savunma Bakanı Hulusi Akar, 6 Ocak'ta Türk medyasına yaptığı açıklamalarda, ülkesinin Suriye'den gelecek yeni bir mülteci dalgasını kabul etmeyeceğini söyledi. Bu açıklama arkasında üç açık mesaj taşıyor; ilk mesaj, Şam ve Moskova'ya, Ankara'nın İdlib ve Kuzey Halep'i kontrol etmek için başlatılacak bir Rus-Suriye saldırısını kabul etmeyeceğini söylüyor. İkinci mesajın zamanlaması kusursuzdu; Moskova, bu hafta New York'taki BM’de düzenlenecek oturumda Türkiye'den İdlib ve kuzey Halep'e insani yardım ulaştırılmasına yönelik çabaları engellememeli. Zira yardımların engellenmesi yerinden edilmiş binlerce Suriyeliyi kışkırtacak ve onları açlıktan kurtulmak için Türkiye'ye girmeye çalışmaya zorlayacak. Üçüncü mesaj ise daha örtüktü ama açıktı; Kuzey Suriye'deki Türk varlığı, Ankara ve yerinden edilmiş Suriyeliler için kabul edilebilir bir düzenlemeye varılana kadar devam edecek.
Öte yandan, gerçekçi “ekonomik” ve siyasi nedenlerle Esed mültecilerin yakın bir gelecekte dönüşünü hoş karşılamayacak. Akar, 6 Ocak'ta yaptığı açıklamalarda, PYD (Suriye Kürt Demokratik Birlik Partisi) ve Türkiye'nin birinci düşmanı PKK ile bağlantılı YPG (Halk Koruma Birlikleri) milislerinin kontrolü altında bulunan Kuzey Suriye'deki özerk bölgeye doğrudan atıfta bulunarak, Türkiye'nin terörle mücadeleye devam edeceğini de söyledi.
Akar, Esed güçlerinin Özerk Yönetimi yıkamayacağını, Esed Suriyesi'nin ekonomik ve askerî açıdan zayıf olduğunu ve bu gerçeğin değişmeyeceğini açıkladı. Akar bu açıklamaları ile Ankara açısından Şam ile yakınlaşmanın sınırlı değerini onaylamış oldu. Ancak, Türkiye'deki iç siyaset sahnesinin mülahazaları bir siyasi süreç inşa etmeyi gerektirdiğinden, Akar, Moskova'dayken ortak sınırlar boyunca Ruslar ve Suriyelilerle iş birliği içinde yeni ortak devriyelerde bulunulması fikrini kabul etti.
Ortak devriyeler PYD'nin Özerk Yönetimini bir nebze kısıtlayabilir ama tamamen ortadan kaldırmaz.
En fazla, Ankara, Moskova ve Şam arasında zayıf Suriye kuvvetleri ile Rus kuvvetlerine kuzey-orta Suriye'deki Menbiç ve Tel Rıfat bölgelerinin kontrolünü daha fazla ele geçirmelerine yardımcı olmaya dönük bir iş birliğine şahit olabiliriz. Ancak yakın gelecekte Özerk Yönetim ve dolayısıyla Türk varlığı, Esed'in itirazlarına rağmen sürecek.
Özerk Yönetim, PYD ve YPG varlığını koruyacağı için de Washington'ın bu konudaki tepkisi ılımlı oldu. Geçen hafta ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi, Washington'ın Suriye'ye hiçbir şey sunmayacağını ve Amerikalıların Suriye konusunda Türkiye'ye sunacak hiçbir şeyleri olmadığını yineledi.
Ancak iki başkentte de Türkiye ve Suriye büyükelçiliklerinin açıldığını düşünün. Elbette Washington buna itiraz edecek, peki sonra ne olacak? PYD ve YPG Amerikan iş birliğini, ekonomik yardımını ve korumasını memnuniyetle karşılamaya devam edecek. Washington, SDG’li (Suriye Demokratik Güçleri) ortaklarıyla iş birliği içinde, Doğu Suriye'de ortaya çıkan "DEAŞ" örgütünün kalıntılarına karşı savaşmaya devam edecek. Amerikan misyonunun Suriye'deki "DEAŞ" sorununu veya Suriye ihtilafını çözemeyeceği açık ve net. Washington bunun gayet iyi farkında, kaldı ki kendi iç siyasi mülahazaları da Suriye'de siyasi bir süreç talep ediyor.