Emel Abdulaziz Hezzani
Suudi yazar
TT

Çin İpek Yolu istasyonu Cizan

Çin Devlet Başkanı Şi Jinping'in geçtiğimiz yıl 11 Aralık’ta Riyad'a yaptığı ve karşılıklı ekonomik anlaşmaların imzalandığı ve mutabakatlara varıldığı ziyarette, Çin, Suudi Arabistan’ın Cizan şehrini İpek Yolu veya Kuşak ve Yol adını verdiği girişiminin ana istasyonu olarak seçti. Çin'in endüstriyel yatırımlarını çekmek için Cizan’da Suudi İpek Yolu Şirketi kuruldu. Afrika, Avrupa ve Asya'daki 66 ülkeye ulaşan bir başlangıç ​​noktası olduğu için Cizan’ın seçilmesi akıllıca bir seçim. Cizan, Çin'den başlayıp Hindistan ve Sri Lanka üzerinden kuzeye, İtalya, Yunanistan ve Avrupa'nın geri kalanına uzanan Çin’in kapısı ya da Deniz İpek Yolu olacak.
Çinliler, bu devasa stratejik projelerinden bahsederken, onda Çin'in gelecekteki gerçek gücünü görüyorlar çünkü bu, doğusundan batısına dünyayı katederek altyapı ve hizmetler alanındaki büyük projelerle Çin'in parmak izini bırakan bir yol.
Vizyon 2030 stratejisini geliştiren (2030 tarihi dünyaca ünlü bir numara haline geldi) Suudi Arabistan için de durum benzer. Büyük stratejik planlar özünde ekonomik güçlendirme, teknolojiye, yapay zekaya, hizmet ve mal alanında rekabet gücüne olan talebin yükseleceği bir geleceği öngörmekle uyumlu temeller ve standartlar üzerinde ekonomik yapının yeniden inşasıdır.
Çin ve Suudi Arabistan'ın göz ardı edilemeyecek veya küçümsenemeyecek ortak paydaları ve iç içe geçmiş çıkarları var. Çin, serbest piyasa ekonomisine geçişinden bu yana, mal ve hizmetlerini önüne çıkan engellere rağmen dünyanın dört bir yanına yaymaya kararlı. Suudi Arabistan da diğer ülkelerle ilişkilerinin şeklini “Önce Suudi Arabistan ve çıkarları” başlığı altında yeniden çizdi. Riyad onlarca yıldır bölgenin çıkarları için siyasi ve ekonomik fedakarlıklar sundu, ama ne bölge düzeldi ne de Suudi Arabistan kayıplarını telafi etti ve hatta bazen bir minnettarlıkla dahi karşılaşmadı.
Modern Çin-Suudi Arabistan ilişkileri tarihinin en yüksek noktasında; Çin’in petrol ihtiyacının üçte birini Suudi Arabistan karşılıyor. Çin'in endüstri alanındaki maden talebi, küresel maden talebinin yüzde 40'ını oluşturuyor ve Suudi Arabistan etkili bir ortak olarak bu talebin karşılanmasına katkıda bulunabilir.
Bölge, esas olarak yanlış siyasi süreçlerin düzeltilmesine dayanan önceki kriterlerden tamamen farklı verilere göre yeniden şekilleniyor. Bugünün kriteri çıkar elde etmek ve bunu elde etmek için de her türlü siyasi ve güvenlik sorununu çözmektir. Bu, en açık haliyle pragmatizmdir.
Bu durumda Çin'den başlayıp karadan ve denizden Avrupa'ya oradan da Brezilya'ya uzanan 10 bin kilometrelik yolun güvenli olması gerekiyor. Bu yol, kafilelerin geçiş yolu değil, daha ziyade limanlar, petrol rafinerileri, demiryolları ve diğerleri gibi altyapı projeleri ve hizmetleridir. Dolayısıyla bu projelerin süresiz sürdürülebilirliği için güvenlik faktörü kaçınılmaz. Washington'un Tayvan üzerinden kendisine yönelik provokasyonlarına Pekin'in göz yummasının nedeni de bu. Sadece ABD ile değil, Avrupa ve tüm dünya ile büyük savaşını değersiz bir çarpışmaya girerek ertelemek niyetinde değil.
Suudi Arabistan da aynı düşünceyi taşıyor, o güçlü bir şekilde büyüyen, hızlı ve sürekli büyüme için gerekli bileşenlere sahip bir ülke. Suudi Arabistan'ın, eski siyasi ve ekonomik nezaket sayfasını kapamaya ve tüm dünya ülkeleri gibi kendisine öncelik vermeye karar verdiği aşikar. Krallık, bunun için çabalıyor ve her zaman herkese barış elini uzattığını deklare ediyor. Uçurumları kapatmaya ve çekişen tarafların bakış açılarını birbirine yakınlaştırmaya çalışıyor. Çünkü istikrarlı bir bölge, istikrarlı ticaret ve gelişen bir ekonomi demektir.
Hatta Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman 1 yıl önce televizyonda yayınlanan bir röportajında İran ile aramızdaki krizin çözülmesi gerektiğini çünkü birbirimizden kurtulamayacağımızı söylemişti. O bunu söylediğinde, İran’ın füzeleri Suudi Arabistan’ın tesislerini vuruyordu, ancak Veliaht Prens gerçekçi düşünüyordu.
Mevcut İran rejiminin yayılmacı bir ideolojiye sahip ve otokratik bir rejim olduğu doğru, ancak aşırılık yanlılarının bile önem verdikleri ve onlar için bazı şeyleri görmezden gelebilecekleri çıkarları vardır. İran’ın bugün Batı tarafından her zamankinden daha fazla terk edilmiş hissettiği, hükümetin kontrol edemediği iç sorunları olduğu, mülteciler ve esirler, yaptırımlar ve nükleer anlaşma görüşmelerinin felç olması gibi uluslararası sorunları bulunduğu göz önünde bulundurulmalı.
Pek çok kardeş ülke, Suudi Arabistan ile İran arasındaki 8 yıllık kopuşun ardından diplomatik ilişkileri yeniden tesis etmek için gayret etti, ancak arabuluculuklar başarılı olamadı. Bugün Çin, karmaşıklığı zamanla güçlenen karmaşık bir sorunu çözmeyi güçlü bir şekilde başarıyor. Bu başarılı Çin arabuluculuğu kimin çıkarına? Amerikan, İsrail ve Avrupa gazetelerinde bu çekici soruya çelişkili ve dikkat çekici çeşitli cevaplar okuyabilirsiniz. İsrailliler bunu İran diplomasisinin başarılı ve isabetli bir vuruşu olarak görüyorlar. Amerikalılar, Çin'in Ortadoğu'da güçlenmesi nedeniyle mevcut ABD yönetimiyle alay edenler ile özellikle Ukrayna'da devam eden savaş lehine İran ile ateşkesin onu kışkırtmaktan daha iyi olduğuna inananlar arasında bölünmüşler.
Suudi Arabistan’ın tutumunu analiz edenlerse, farklı bir okumayla, Suudi Arabistan'ın artık etnik ve mezhepsel, hatta ideolojik bağlılıkları umursamadığını ve Çin arabuluculuğunu kabul etmesinin iki anlam taşıdığını söylüyorlar. Birinci anlam, Çin'in birincil ekonomik ortak olarak Suudi Arabistan liderliği nezdinde derin bir güven düzeyine ulaşmış olduğu. İkincisi, Suudi Arabistan liderliğinin ihtiyatlı bir şekilde karşı tarafa yeni bir fırsat vermenin bir sükunet ve huzur ortamı yaratacağını umduğu. Çin neden bu zor denklemi kurabildi? Çünkü her iki tarafla da kendi çıkarına olan güçlü bağları var.