Sömürgeciliğe maruz kalan Arap ülkeleri bağımsızlıklarını kazanınca iki seçenekle karşı karşıya kaldılar:
- Ya o sömürgeciliğin kurduğu parlamentoları ve yönetimleri tüm çarpıklıklarına ve eksikliklerine rağmen kabul edip bu kurumların sunduğu fırsatlarla yavaş yavaş değişmeye çalışmak,
- Ya da önde gelenler ve partilerin mevcut rejimleri karalayıp hemen devirme çağrısında bulunarak yolunu yaptıkları acil değişimi hedefleyen bir askeri darbe.
Lübnan görece bir istisnaydı, çünkü -ironik bir şekilde- mezhep dengeleri tarafından korunuyor ve askeri darbeye maruz kalması engelleniyordu. Ancak ülkeyi cehenneme çeviren Lübnanlı ve Lübnanlı olmayan silahlı güçler darbenin işlevini yerine getirdi ve hala da getirmeye devam ediyorlar.
Başka bir deyişle, geldiğimiz yıkım noktasının baş sorumlusu ordular, onların siyasallaşması ve bunların yükselmesine eşlik eden siyasi eylemi reddeden ve değişimi şiddetle haklı çıkaran fikir ve partilerdir. Bunlar tarihi aceleye getirdiler ve ülkelerini tarihten çıkardılar.
Bugün savaş halindeki iki ordunun ateşleriyle yanan Sudan, bunun en son ve en net örneklerinden biridir.
Sudan 1956'da bağımsızlığını kazandı. Sadece iki yıl sonra, seçilmiş bir hükümete karşı ilk darbe gerçekleştirildi. Darbeden sonra ülkeyi General İbrahim Abbud yönetti. Devrilen sivil hükümetin başbakanı Abdullah Halil'e (kendisi de emekli bir general) gelince, darbedeki başlıca rolü ve başkanlık ettiği hükümete ihaneti, ordunun onu ekarte edip iktidarı tek başına tekeline almasını engellemedi.
Abbud, siyasi hayatı, parti ve medya özgürlüklerini bozdu ve güneyi Araplaştırıp İslamlaştırmaya çalıştı. Ancak, 1964 yılında patlak veren halk devrimi tarafından düşürüldü ve ikinci parlamenter anayasal dönem başladı.
Bu yönetim, 1969 yılında Nasırcı ve Komünist subaylarla birlikte Cafer Numeyri tarafından devrildi. Politikalarında ve ittifaklarında çok inişli çıkışlı olan Numeyri rejimi, 1983'te şeriatın dayatılmasıyla eş zamanlı olarak güneyde ikinci iç savaşı tetikledi.
İki yıl sonra Savunma Bakanı Abdurrahman Sivar ez-Zeheb, Numeyri rejimini devirdi ve Arap orduları tarihinde büyük bir istisna olarak iktidarı sivillere devretti. Böylece, yalnızca dört yıl süren üçüncü parlamenter anayasal dönem başladı.
1989'da Ömer el-Beşir ve İslamcı subayları iktidarı ele geçirerek, modern despotizmin en kötü yönlerinden bazılarını dini despotizmin en kötü yanlarından bazılarıyla birleştirdiği bir rejim kurdu. 2011 yılında Güney Sudan’a bağımsızlığını veren bir referandum yapılmasına rağmen, bu büyük olay Sudan'ın siyasi hayat döngüsünde kayda değer bir değişikliğe yol açmadı. 2019 yılında halkın Beşir ve rejiminin gitmesi için ayaklanmasının ardından ordu yönetime el koydu.
O zamandan itibaren ordu, iktidarı sivillere devretme sözünden sıyrılmak için elinden geleni ardına koymadı. Oluşturulan askeri-sivil hükümet çok geçmeden 2021'in sonlarında devrildi ve tekrar yapılandırıldı. Bu yapılandırma sebebiyle sivil Başbakan Abdullah Hamduk istifa etti. 2022'nin sonlarında asker-sivil uzlaşmasını yeniden gündeme getiren bir ‘çerçeve anlaşma’ya varılsa da imzaların atılması ertelendi ve anlaşma daha doğmadan ölü hale geldi.
Başka bir deyişle Sudanlılar, ülkenin 67 yıllık bağımsızlık hayatının 56 yılını ordu ve güvenlik güçlerinin gölgesinde geçirdi. Meselenin özü ve kötülüklerin kaynağı budur.
Ne var ki hikâye burada bitmiyor. Bir kısmı neredeyse başarıya ulaşan darbe girişimleri, siyasete bir otorite olarak el koymanın yanı sıra bir muhalefet olarak da el koymaya çalışan askeri kanadın ezici hakimiyetini gösteriyor.1971'de komünist subaylar tarafından Numeyri’ye bir darbe yapıldı, ancak başarısı sadece birkaç gün süren darbenin ardından Numeyri iktidarı geri aldı. 1977'de Hartum, güneyli subaylar tarafından başlatılan ‘Cuba darbe girişimi’ olarak bilinen girişime sahne oldu.1990'da iki emekli generalin önderliğinde bir darbe girişimi oldu ve Beşir güneylileri bunda payları olmakla suçladı. 2004 yılında Beşir'in akıl hocası İslamcı lider Hasan et-Turabi’nin arkasında olduğu söylenen başka bir girişimde bulunuldu. 2012 yılında o dönem halk tabanında hâkim olan gergin havayı kullanmaya çalışan taraflarca bir darbe girişimi yapıldı. Sudan son olarak, Beşir yanlısı olduğu söylenen subayların mevcut rejime karşı gerçekleştirdiği girişimlere tanık oldu.
Birden fazla Arap ülkesinde yaşanan benzer trajedilerin ardından Sudan'da yaşanan trajedi, üç çeyrek asırdır uygulanan tercihleri gözden geçirmek için bir fırsattır. Bu tercihlerin en kötüsü ise ‘vatanseverlik’, ‘milliyetçilik’, ‘sosyalistlik’ veya ‘İslamcılık’ olarak adlandırılabilecek bir neden uğruna ortalığı ateşe verme tutumudur. Bununla birlikte, nedenlerin çokluğu tek bir ölüme yol açmaktadır: iktidarın askeri-güvenlik oluşumunun uhdesinde kalması.
Bu oluşumun elinde ne bir devlet ne de bir toplum kurulur. Bilakis ikisi de parçalanır. Sudan’da kuzey-güney savaşı, Hartum-Darfur savaşı ve Cancavitler-çiftçiler savaşı gibi savaşları deneyimledikten sonra, bugün ordunun toplum ile çatışmasının nasıl ordu-ordu kavgasını doğurduğuna tanık oluyoruz.
Yaşananlara gelince, geçen geçtiği için bu konuda hiçbir şey yapamayız. Ancak en azından, sürekli tekrar edip ibret almadığımız bu olayların tekrarlanmaması için ders çıkarabiliriz.
TT
Sudan trajedisinin iç yüzü…
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة