"Çifte standart", Arap siyasi yazılarında Araplara diğerlerinden daha kötü davranıldığı anlamında kullanılan popüler bir ifadedir. Bu ifade genellikle Filistin davası ve İsrail ile ilgili olarak kullanılırken bunun için suçlanan taraf Batı’dır. Oysa bilindiği üzere, bu suçlamada bulunanların çoğu söz konusu Batı’yı düşman saymaktadır ve düşman zaten düşman olduğu için onu suçlamamıza, ifşa olduğu için de kendisini ifşa etmemize gerek yoktur.
Bu noktada tam aksi bir çifte standart örneği, farklı bir anlayış sunacağız; birkaç gün önce Milan Kundera öldüğünde, İsrail ile normalleşme karşıtı topluluk, Çek yazarın ölümü nedeniyle alaycı bildiriler yayınladı. Elbette edebi sebeplere onun edebiyatına duydukları sevgiyi dile getirenlerin sayısı çok daha fazlaydı. Bu husus, Arapların edebiyatın kendisine olan ilgilerinin genişlemesi ve sanat eserlerini siyasetten ayırmaya yönelik (daha önce pek aşina olmadığımız) eğilimin ortaya çıkışı açısından iyimser olmak için bir nedendi.
Ancak edebiyatla tesadüfen ve sadece ara sıra ilgilenen İsrail karşıtı yergiciler, İsrail devletinin verdiği bir ödülü kabul ettiği ve Yahudi devleti hakkında iyi şeyler söylediği için Kundera’ya öfkelerini kustular.
Tıpkı ne İsrail işgalinin ve yerleşim projesinin ne de bunların sonucu olan Filistinlilerin acılarının üzerinde durmayan Batılı sanatçılar (sayıları az da olsa) gibi Kundera’nın da bunun üzerinde durmaması elbette kendisi için bir eleştiri konusu.
Yine de Kundera'nın İsrail'e yönelik duruşu üzerinden kendisine karşı bir tutum benimsemek (her ne kadar onun iyi bir yazar olduğuna dair bir iki cümle geçse de) çok da kıskanılacak bir durum değil. İsrail, Filistin ve sorunları, Çek yazarın hayatında ve kültürel deneyiminde sadece bir dipnottu. Bu dipnota dayanarak ona karşı tutumların abartılması, bir kez daha dünyaya bakış açısının daraltılmasına yol açar. Oysa ister yaratıcılık alanında isterse başka bir alanda olsun, dünya ve ürettikleriyle etkileşim bu bakış açısının ışığında gerçekleşir. Aynı durum doğa bilimlerinden sosyal bilimler, spor, müzik ve şarkıcılığa kadar sayısız alan için de geçerli. Bu kendini izole etmek için mükemmel bir formül.
Üstelik yukarıda bahsedilen ele alma yöntemi, siyaset bilmeyen ve bu eksiklerini aşırı siyasileşme ile telafi eden toplumları mahveden hastalıklı siyasileşmenin bir başka örneğini sunar. Böylece, büyük bir yaratıcı çaba küçük bir siyasi pozisyona indirgenir ve bu siyasi pozisyon da bir veya iki cümleyle sınırlandırılır.
Ama daha da önemli olan, Kundera'ya ya da herhangi birine yönelik bu politik eleştirinin etkililiğidir. Eleştiri, Kundera'nın siyasi davasıyla dayanışma içinde olanlar tarafından yapılmış olsaydı, daha fazla ilgi ve sempati uyandırabilirdi. Böyle bir durumda, Arapların 1968'de Rus tanklarının ezdiği Çekoslovaklara verdiği destek ile Kundera'nın Filistinlilerin haklarını reddetmesi arasındaki karşılaştırma çok daha keskin olurdu. Ancak, Arap dünyasındaki geniş kültürel akımların tamamen zıt pozisyonlar benimsediklerini, komünist rejimlere karşı çıkanlardan, muhalif olanlardan şüphe duyan seslerin daha yüksek çıktığını biliyoruz.
Bilhassa aydınlar açısından baktığımızda, Çekoslovak aydınlar İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Avrupa'nın belki de en çok ezilen aydınlarıydılar. Bu konuda onları yalnızca Sovyet aydınlar geçebilir.
Binlerce yazar, sanatçı ve sinemacı işlerinden atıldı ve işsiz kaldı. Temizleme faaliyetleri sırasında 40 bin gazeteci işinden oldu. Entelijansiya’ya mensup 400 bin gazeteci işçiye dönüştü. Üniversiteler ve tiyatrolar boğuldu. Batı Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri'ne kitlesel bir göç yaşandı. Çekoslovakya'nın, 1948'de komünist rejimin kurulması ile 1989'daki devrilişi arasında, o dönemde nüfusun yüzde 3,5'ini oluşturan 550 bin kişinin göçüne tanık olduğu biliniyor. Bunların yarısından biraz daha azı 1968 ile 1989 arasında göç etti.
1969 yazında, "kamu düzenini sağlamayı ve korumayı" amaçlayan "yasal icraatlar" yayınlandı. Dördüncü fıkrasında şöyle yazıyordu: "Faaliyetleriyle sosyalist rejime engel olanlar derhal makamlarından uzaklaştırılabilir veya görevden alınabilirler… Bu gibi durumlarda öğrencinin öğrenimini tamamlaması engellenebilir (...) Yüksek öğretim kurumlarındaki profesörlere ve diğer eğitmenlere gelince, görevlerini ihlal ederek, gençlere sosyalist toplumun ilkelerine ve yapısına aykırı şeyleri öğretmeye devam ederlerse, yetkili bakan onları görevden alabilir veya haklarında derhal ihraç kararı alabilir.”
Tüm bunlara rağmen Arap dünyasında Çekoslovak aydınlar hakkındaki görüşümüz, Çekoslovakya halkı hakkındaki görüşümüzden daha iyi değildi. Çekoslovakya ve Sovyet bloğunun geri kalan ülkelerindeki muhalifler genel olarak, hainler, casuslar ve emperyalizmin ajanları olarak tasvir edildiler. Genel Arap tutumu, Batı Avrupa'daki çoğu komünist partinin ve 1968 işgalini ve komünist rejimin muhalif aydınlara yönelik muamelesini kınayan aydınlarının aldığı tutumdan bile daha kötüydü.
Başka bir deyişle, biz ezilenlerle dayanışmaktan muaf olabiliriz ama Çeklerin böyle bir ayrıcalığı olmamalı. Başkalarına uyguladığımız katı standartları, kendimize uygulamamaksa, çifte standarttan başka bir şey değil. Bu, tıpkı kendilerinde her türlü suçu işleme hakkı gören ama diğerlerinin elinden bu hakkı alan İsraillilerin yaptığı gibi, mağduriyet üzerine kurulu, mağdur ve mazlum konumunu tekeline alan bir çifte standart.
Bu durumda, söz konusu ayrıcalık talebi, diğer yüzüyle kimi zaman mağduriyeti tekeline alanlara karşı benimsenen şefkat ve merhameti talep etmektir.