Sam Mensa
TT

Eli kolu bağlı diyalog ve Hizbullah’ın bomba yüklü tavizleri

Hizbullah Genel Sekreteri Sayın Hasan Nasrallah'ın Temmuz 2006’daki İsrail-Hizbullah savaşının yıldönümünde yaptığı konuşmanın en belirgin özelliği, sahne, kelime oyunları veya takiye yerine bunu gerektirdiğinden tam bir açık sözlülüğü ve netliği benimsemesi idi. Konuşma, direnişin silahı ve rolünden başlayarak, 7 Mayıs 2008 olayları olarak tanımladığı olaylar, Temmuz savaşı, İsrail ile sınırların belirlenmesi ve cumhurbaşkanlığı seçimlerine kadar tartışmalı birçok konuyu yanıtsız bırakmadı. Hizbullah’a yöneltilen anayasayı ve Taif Anlaşmasını değiştirmek, direnişi meşrulaştırmak, federalizm ve bölünmeyi ele almak amacıyla bir kurucu konferans düzenleme suçlamasına yanıt vermeyi de es geçmedi. Konuşma, geçen hafta yapılan Beşli Komite toplantısının sonuçlarından önce Hizbullah’ın politikaları ile pozisyonlarına genel bir çerçeve belirledi, yani neyi isteyip kabul ettiğini ve neyi kabul etmeyip reddettiğini ortaya koydu. Bildiğimiz üzere toplantının sonuçları, Lübnan krizinin seyrini etkileyecek ciddi bir ekleme olmaksızın önceki pozisyonların bir tekrarıydı.

Konuşma ön koşulsuz diyalog talep ettiğini vurgulayarak, topu rakip sahaya attı. Hizbullah’ın bu diyaloğa ilişkin mantığındaki kusur da işte burada başlıyor. Zira Nasrallah benzeri görülmemiş bir netlikle, Irak’taki Haşdi Şabi gibi Hizbullah ve silahının orduya entegrasyonunu reddettiğini deklare etti. Bunun için direnişin yapabileceklerine devleti bulaştırmama ve direnişi özgür bırakmaya dayanan ikili bir gerekçe sundu. Bu pozisyonun anlamı, Hizbullah için ne savunma stratejisinin ne silahsızlanmanın ne de barış ve savaş kararının devlete geri verilmesinin ve yalnızca ona ait olmasının kabul edilebilir olduğudur. Yani, İsrail ile çatışma devam ettiği sürece, askeri ve güvenlik bileşeninin devlet çatısı dışında kalacağıdır.

Böylece Hizbullah, mevcut kriz gerçeğini devlet içinde bir devletçiğin ondan daha güçlü hale gelmesi şeklindeki benzeri görülmemiş bir açmazdan, çoğu, her düzeydeki anormal durumun sonucu olan diğer tartışmalı meselelere dönüştürmeyi başardı. Bu meseleler arasında şunları sayabiliriz; ekonomik çöküş, siyasi sistem krizi, cumhurbaşkanı seçimi ve başbakanın görevlendirilmesi gibi anayasal yükümlülüklerin yerine getirilmesinin zorlaştırılması. Sorunları, bazı kesimlerde mezhepçiliği uyandıran, federalizm veya bölünme ve izolasyon çağrıları yapmaya iten varoluşsal krizlere dönüştüren örtülü bir vetodan başka bir şey olmayan uzlaşmacı bir demokrasiye bağlı kalmak. Bu konularda ve diğerlerinde diyalog açık ama Hristiyanlar ile Sünnileri kasıtlı olarak rahatlatmak amacıyla Taif Anlaşmasına dokunmama veya sistemde değişiklik talep etmeme şartıyla.

Konuşmada iki dikkate değer husus daha vardı. Birincisi, Lübnan’ın İsrail ile sınırlarında 17 yıldır emniyet ve güvenliğin hâkim olmasıyla ve bunun sonucunda Güneyde büyüme, istikrar ve refahın sağlanmasıyla övünme. Nasrallah’a göre bunu sağlayan, İsrail'in Lübnan egemenliğini ihlal etmesini engelleyen caydırıcılık politikasıydı. Nasrallah, deniz sınırlarının belirlenmesi anlaşmasının tamamlanmasını, söylediklerinin canlı bir örneği olarak sundu. Karada ise Nasrallah’a göre İsrail ile askıda kalan anlaşmazlık noktaları çözülebilecek kadar sınırlı sayıda, dolayısıyla istikrar gerçekleştirilebilir. Direniş silahı, İsrail'i caydırmak ve egemenliği korumak için vardır ve bundan sonra Hizbullah iç işlerine daha fazla dahil olarak, kendisini bunlara verebilir.

İkinci dikkat çekici husus, Nasrallah'ın İsrail'in zayıflığına ve çökmeye başladığına dair kanaati. Eğer kendisi ve İran'daki karar alıcılar gerçekten buna kanaat getirmişlerse, bu kanaat onları tehlikeli ve yıkıcı bir gidişata sürükleyebilir. İsrail'in içeride zor bir dönemden geçtiği doğru ve bu daha da kötüleşirse gelecekte birçok olumsuz sonucu olabilir. Ancak bu, en iyi ihtimalle yakın veya orta gelecekte güç dengesinin Hizbullah’ın, müttefiklerinin ve destekçilerinin lehine döneceği anlamına gelmiyor. Kasıtlı veya kasıtsız herhangi bir hareket veya provokasyon, özellikle de Hizbullah politikalarını bu önermeye dayandırıyorsa, ölümcül olabilir. Eğer İsrail bugün bir iç sorunlar yumağına boğulmuşsa ve bu nedenle Hizbullah’ın provokasyonlarını kapsamayı tercih ediyorsa, savaşın denklemleri farklıdır. Tıpkı Cenin'e yönelik son askeri operasyonda, muhalefetin bu askeri hamleyi desteklemekte acele etmesine tanık olmamız gibi, savaş ta bir süreliğine de olsa İsrailliler arasında safları yeniden birleştirebilir.

Birden fazla bölgede görülen eğlence, gece hayatı ve normal yaşam tezahürlerine rağmen gözlemciler, Lübnan’ın iç savaşın patlak vermesinden önceki 1974 -1975 yılları atmosferinin güncellenmiş, daha kötü bir versiyonunu yaşadığını düşünüyorlar. Özellikle de menfur mezhepsel gerilim, yakın çıkış ve çözüm yollarının olmayışı nedeniyle ruhlarda kökleşmiş hayal kırıklığı bahanesi, ötekini reddetme ve kabuğuna çekilme özlemi düzeyinde ülke iç savaş öncesi atmosferi soluyor. Filistinli silahlı fraksiyonlar ve ardından Suriye ordusu gibi anlaşmazlığı haklı çıkaracak hiçbir yabancı güç olmadığı için bugünün siyasi ortamı belki dünden de tehlikeli.

Bu gerçeklikten hareketle, Hizbullah’ın lafı dolandırmadan ortaya koyduğu siyasi çerçeve konusunda önümüzdeki dönemde ilgili yerel, bölgesel ve küresel taraflar ne yapacak? İçeride muhalefet Hizbullah’ın diyalog çağrısını reddediyor, hem de şu soruyu sormadan; diyalog, Hizbullah’ın yarattığı paralel ekonomiye, yasadışı sınır kapılarının kapatılmasına, doğrudan veya dolaylı olarak suçlandığı diğer yasa dışı eylemlere son verilmesine, ekonomik çöküşe, Körfez ülkeleri ile ilişkilerin düzeltilmesine, Tahran'ın emirleri doğrultusunda bölge ülkelerinin iç işlerine müdahalelerin durdurulmasına değinecek mi? Yoksa bu konuları direnişe ve onun çıkarlarına bağlayıp, bizim olan bizim, sizin olan da bizim ve sizindir mantığıyla müzakere alanının dışında mı tutacak? Direniş için güvenilir, kurucu konferans talebinin alternatif olacak bir cumhurbaşkanı konusundaki keskin anlaşmazlığa rağmen, muhalifleriyle ortak noktada buluşmak için diyaloğu cumhurbaşkanlığı seçimleri ile mi sınırlandıracak? Bu, bizi başa döndürüyor ve gelecekte cumhurbaşkanı kim olursa olsun statükonun devam edeceğini gösteriyor. 16 ay sonra yapılacak ABD başkanlık seçimlerinin ve Suudi Arabistan-İran mutabakatının sonuçlarını bekleyen İran, Hizbullah ve genel olarak direniş ekseninin istediği de budur.

Beşli Komite’ye gelince, başarısı iki büyük engelle karşı karşıya bulunuyor. Birincisi, Hizbullah’ın muhalefetin ya da çoğunluğunun temel talebi olan silahını tartışmayı reddetmesi. İkincisi, siyasi güçlerin çoğu ile birlikte, yönetim sisteminin, kapsamlı siyasi çözüm olmaksızın başarılı olamayacak reformları ciddi bir şekilde uygulamayı çeşitli nedenlerle reddetmesi. Komite en fazla şunu yapabilir; Hizbullah’ın güvenini kazanmış, yaşadığı parçalanma nedeniyle muhalefetin gönülsüzce kabul ettiği bir ismi cumhurbaşkanlığına taşımak. Böylece Allah dileyene kadar işler olduğu gibi devam edecek. Eğer bu gerçekleşirse, bölgedeki ve dışındaki diğer ülkelerin de ulaşmaya çalıştığı bir sonuçtur, çünkü bu ülkeler Lübnan'da çözüm için şu anda ulaşılabilir sınırlarla yetinmeye razılar. Önemli olan mevcut sıcaklığın, turizm hareketliliği ve yakalanmış suni güvenliğin külleri altında kalması, korlarının küllerin altından çıkıp herkesi yakmamasıdır.