Prof. Dr. Ahmet Abay
Akademisyen
TT

Kur’an yakma eylemleri, Müslümanlar ve batılıların ikiyüzlülüğü

Kur’an Hz. Muhammed’e indirilmeye başladığı ilk günlerden itibaren inkârcıların saldırılarına ve onu yok etmeye yönelik çabalara hep maruz kalmış ve belki de kıyamete kadar da maruz kalmaya devam edecektir. İnkârcıların başlangıçta çok fazla ciddiye almadıkları vahiy, toplumda kabul görmeye başlayınca, ona karşı bir şeyler yapılması gerektiğine karar verildi. İnkarcılar vahyin etkisini kırmak için onunla ilgili kendilerince uydurdukları bazı şüpheleri ve olumsuz birtakım algıları toplumda oluşturmaya başladılar.[1] Günümüzde de Kur’an’a karşı yanlış algılar oluşturulmaya devam etmektedir. İnkarcılar olumsuz algılar oluşturmakla yetinmeyerek Kur’an’ın basılı hali olan “Mushaf”ı yakmaya ve onu ayaklar altına alarak hakaret etmeye yönelik eylemleri çoğaltmaya başladılar. Aslında bütün yapılanlar Kur’an’a yönelik karşı çıkışların her dem devam edeceğinin bir göstergesidir. Yani Kur’an ortaya koyduğu hakikatlerle birilerini rahatsız etmeye devam ediyor.

Kur’an’dan ve içeriğinden rahatsız olanların çirkin birtakım eylemlere kalkışmaları –kabul edilemez olsa da- anlaşılabilir bir durumdur. Çünkü kendine karşı tehlike olarak gördüğü ve içindeki güzelliklere kalbini ve aklını kapatmış olan birilerinin onu sevmesini ve ona saygı duymasını beklemek biraz safdillik olur. Asıl anlaşılamayan iki durum var kanaatimce; birincisi Müslüman ülkelerin yeterince tepki göstermemeleri, ikincisi ise her fırsatta inançlara saygılı olduğunu ifade eden batılıların ikiyüzlülüğü ve bu tür eylemlerin faillerini korumaları hatta bu çirkin eylemleri rahatça yapabilsinler diye onlara koruma sağlamalarıdır.

Batılı ülkelerin bu tutumunu da bir noktaya kadar yadırgamadığımı ifade etmek istiyorum. Çünkü Kur’an, kendi kutsalları değil hatta eskiden beri savaşa geldikleri bir medeniyetin kutsalıdır. Dolayısıyla bu kutsala yönelik her türlü aşağılayıcı ve itibarsızlaştırıcı eylem onların işine gelir. Neden engel olmaya çalışsınlar ki? Kaldı ki bu ülkeler dillerinden düşürmedikleri demokrasi, insan hakları, inançlara saygı gibi bazı ilke sözler, onlara hizmet ettiği sürece kıymetli ve vazgeçilmezdir. Mısır’da, Filistin’de, Cezayir’de hatta Türkiye’de istedikleri sonuçları vermeyince demokrasiyi nasıl rafa kaldırmaya çalıştıklarını/kaldırdıklarını defalarca gördük. O halde buradan bir şey beklemek meseleyi çözmeyecektir.

 Asıl yadırgadığım ve bir türlü anlayamadığım şey Müslüman ülkelerin Kur’an’ı aşağılama, hakaret ve yakma eylemlerine karşı güçlü bir tepki vermemesi bu tür eylemlerin yapılmasına yönelik siyasi, ekonomik yaptırım, ticari mallarını boykot etme gibi adımları atmamasıdır. Müslüman halklar tarafından yapılan gösteriler sadece kişilerin psikolojik deşarj olmalarından öteye gidememektedir.

Son zamanlarda Kur’an’a karşı gerçekleştirilen menfur eylemlerin ev sahipliğini yapan Fransa’ya, İsveç’e ve Danimarka’ya karşı Müslüman ülkeler çok ciddi tepkiler, yaptırımlar ve ticari boykotlar ortaya koyabilirler. Türkiye siyasi etkinliğini – NATO’ya üyelik konusunda Finlandiya ve İsveç’e koyduğu gibi- Arabistan ve diğer körfez ülkeleri petrolün sağladığı ekonomik gücü, İran, Mısır, Pakistan, Endonezya ve Malezya da sahip oldukları imkânları bu noktada pekala kullanabilirler. İnanın batının bize olan ihtiyacı bizim ona olan ihtiyacından daha fazladır. Ama maalesef bunun idrakine yeterince varamıyoruz.

Körfez ülkelerinin saltanat süren aile bireyleri kendi zevk ve keyifleri için batıya aktardıkları paraları kesseler bu bile ciddi bir etki oluşturur. İngiltere’de, İspanya’da Fransa’da birçok futbol külüne aktarılan veya meşhur sporcuları kendi ülkelerine getirmek için harcanan milyarlarca dolarları kesmek bile ciddi bir etki oluşturacaktır. Ama üzülerek ifade etmek gerekir ki Müslüman ülkelerin pek çok yöneticisi ya Stockholm sendromuna yakalanmış, ya gaflet ve dalalet içinde ya da sulta sahibi ailelerin bir ferdi olmaktan başka hiçbir meziyetleri yoktur. Koltuklarını korumak adına Amerikalı, Avrupalı ağababalarının isteklerine boyun eğmekte ve kendi kutsallarına hakaret edilirken ses çıkarmamaktadırlar. Ses çıkarsalar bile bu tekiler hiçbir etkisi olmayan “kınamalardan” öteye gitmemektedir.

Hâlbuki iman ettiğimiz Rabbin bize bir emaneti olan Kur’an’ın kendisi şu hatırlatmaları yapmaktadır: “Siz ey imana ermiş olanlar! Eğer Allah’a (dinine-davasına) yardım ederseniz, O da size yardım eder ve adımlarınızı sağlamlaştırır.”[2]

Ve unutmamak gerekir ki bütün inkarcılar toplanıp bir araya gelse de bizler şu ilahi müjdeye sarılıp üzerimize düşeni yapmaya gayret ettiğimiz müddetçe onların hevesleri hep kursaklarında kalacaktır: “Onlar ilâhî ışığa kucak açacakları yerde, Allah’ın nurunu ağızlarından çıkan iftiralar ile söndürmek istiyorlar; oysa Allah, —inkârcılar istemese de— nurunu mutlaka tamamlayacaktır.”[3]

 

[1] İlk dönemde Kur’an’a Karşı oluşturulan algılar için bkz. Ahmet Abay, “Nüzul Sürecinde Kur’an’a Karşı Algı Yönetimi”, (İstanbul: Düşün Yayıncılık 2019), 127-164.

[2] Muhammed 47/7

[3] es-Saff 61/8