ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’a birkaç gün önce bölgeye yaptığı mekik ziyaretlerinde eşlik eden Amerikalı haber ajansı muhabirleri, Washington’a dönüş sırasında Blinken’ın, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun tavrı karşısında duyduğu öfkeyi dile getirdiğini aktardı. Blinken, Netanyahu’yu, hükümetindeki aşırı sağcı şahinler ile İsrail ordusunun savunmasız sivillere, özellikle de çocuklara karşı işlediği suçlar ve sebep olduğu tahribatlar karşısında dehşete kapılan ve bu yüzden kendisini hedef almaya başlayan küresel kamuoyu arasında kalan biri olarak tarif etmiş.
Blinken, ülkesinin, İsrail Miras Bakanı Amihai Eliyahu’nun savaşı bitirmek için Gazze’ye nükleer bomba atma yönünde yaptığı çağrıdan da oldukça rahatsız olduğunu Netanyahu’ya iletmiş. Netanyahu, Eliyahu’nun cezalandırılacağı sözünü vermiş. Ancak onu azarlamaktan ve bir bakanlar toplantısına katılımdan menetmekten başka bir şey yapamadı. Eliyahu, Itamar Ben-Gvir’in başkanlığını yaptığı aşırı sağcı Otzma Yehudit partisine mensup ve bu parti olmazsa hükümet, Knesset’teki güvenoyunu kaybeder. Netanyahu böyle şaşkın kalırken, büyük ülkelerin liderleri de görüş ve karar bakımından bölünmüş, zayıf ve kırılgan bir siyasi liderliğin savaşlarda zafer kazanmasının imkânsız olduğunu hatırladılar.
İsrail ordusunun Hamas saldırısına verdiği karşılıktaki barbarlığa tepki olarak önemli başkentlerde protestoların artması ve yüz binlerce insanın sokaklara dökülmesi üzerine büyük ülke liderlerinin söylemleri değişti. Hamas’ın kökünü kazımaya yönelik askerî operasyonlarına kayıtsız şartsız destek vermek üzere İsrail’e koşan Başkan Joe Biden, geçtiğimiz cumartesi günü Netanyahu’yu Gazze’yi işgal etmemesi konusunda uyardı. Biden, Netanyahu’dan hastanelerin ve sivillerin korunmasını talep ederek, Gazze Şeridi’nin Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) yönetimine devredilmesi gerektiğini söyledi. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ise İsrail’in askerî operasyonlarını sert bir tonla eleştirerek, bunların uluslararası yasalara aykırı olduğunu belirtti. Aynı yöndeki açıklamalar Kanada, Avustralya, İtalya ve Avrupa Birliği başbakanları tarafından da yapıldı.
İsrail askerî operasyonlarında bir ilerleme kaydedilememesiyle açıkça anlaşıldı ki İsrail Başbakanı’nın çabası, ateşkes anlaşmasında itibarı kurtaracak herhangi bir başarı elde etmek. Ancak ordu, hiçbir düzenli gücün üstesinden gelemeyeceği zorluklarla karşı karşıya. Zira Netanyahu’nun 8 Ekim’de ilan ettiği savaş, aslında grupların yerin üzerindeki toprakları işgal ettiği, direnişçilerin de bu savaşı bitirmek üzere yerin altından çıktığı bir sokak savaşıdır. Bu, şehre yönelik bir askerî müdahale savaşı olduğu için hava kuvveti ve topçu kullanma imkânı ortadan kalkar ve savaş, erkeklerin birebir kavgası haline gelir. Hiç şüphe yok ki Hamas’ın askerî tedariki zamanla tükenecek. Ama İsrail ordusunun uğrayacağı zarar, çok acı verici olacak ve İsrail toplumunu büyük ölçüde etkileyecek.
Blinken’ın başarısız ziyaretinden sonra Merkezî İstihbarat Teşkilatı (CIA) Başkanı William Burns, daha kapsamlı ve şiddetli bir bölgesel çatışmadan endişe duyulan bir ortamda, Biden yönetiminin bölgedeki gerilimi hafifletme politikası çerçevesinde Ortadoğu’ya yöneldi. Burns, halen Hamas tarafından alıkonan rehinelerin serbest bırakılmasını temin etmeye odaklandı. Ayrıca Biden yönetiminin İsrail’in kara operasyonunun sebep olduğu sivil kayıpların sayısını azaltma hedefini de teyit etti.
Akron Üniversitesi İstihbarat ve Güvenlik Çalışmaları Merkezi Müdürü Karl Kaltenthaler’e göre “Biden yönetimi, Hamas’a ilişkin hedeflerini gerçekleştirme konusunda İsrail’e destek olmayı istiyor, ancak ABD’nin İsrail’e verdiği destek, ABD’ye yönelik açık bir uluslararası tepkiye sebep oluyor. İslam dünyasındaki kamuoyunun ABD karşıtlığı gitgide artarak, on yıllardan beri benzeri görülmemiş bir seviyeye vardı. ABD’nin politikası İsrail’i destekleme konusunda önemli bir değişiklik göstermeyecektir. Ancak Biden yönetimi, İsrail hükümetini askerî operasyonlarında daha dikkatli olması için ikna etmeye çalışıyor. ABD ayrıca, İslam dünyasındaki hükümetleri de bunun Müslümanlara karşı bir savaş olmadığına ve ABD’nin Filistinlileri insani yardımlarla destekleme girişiminde çok ciddi olduğuna inandırmaya dönük diplomatik çabalar da sarf ediyor. Durum, önümüzdeki günlerde ve haftalarda daha da kötüleşmeye müsait. Gazze’deki çatışma yoğunlaşacak. Muhtemelen İsrail hükümeti, sınırlı bir kara operasyonu yürütmeyecek ve İsrail kara kuvvetlerini Gazze’nin ortasına ve sonra da güneyine sevk edecek. Her iki taraftan da kayıplar artacak ve savaş, İsrail güçleri için daha da zorlaşacak. Sahadaki bu zorluklara rağmen İsrail hükümeti, Hamas liderliğinin işini bitirmek ve Hamas’ın İsrail’i vurma yeteneğini ve hâkimiyetini engellemek için kara operasyonlarını sürdürecek. Gazze’deki savaş, Batı Şeria’da da gerginliğe ve şiddete sebep olduğu gibi, İsrail-Lübnan sınırındaki çatışmanın genişlemesi ve diğer silahlı grupları savaşa dahil olmaya teşvik etmesi bakımından da bir tehlike arz ediyor. Suudi Arabistan Krallığı, Ortadoğu’yu tümüyle tehdit edebilecek sonuçlar ve komşu ülkelerin başa çıkmak için yeterli hazırlığa sahip olmadığı bir mülteci krizi konusunda uyardı.”
Peki, ürpertici ‘ertesi gün’ neler olacak?
Muhatabım benimle, geçtiğimiz hafta Körfez ülkelerinden birinde düzenlenen bir konferanstan çıkardığı sonucu paylaştı. Ona göre Gazze’deki savaş sonrası düzene dair konuşmalar, çoğunlukla bir hayalden ibaret. Bunun için güvenliği, temel hizmetleri ve yeniden inşayı sağlayacak biri lazım. Ancak kimse yerle bir olmuş Gazze Şeridi’nin sorumluluğunu üstlenmek istemiyor. Filistin Yönetimi, Gazze’ye dönemez. İsrail, iki devletli çözümü ciddi bir şekilde benimsemediği ve Filistin Yönetimi’nde ciddi değişiklikler yapılmadığı sürece, Körfez ülkeleri de yeniden inşa için harekete geçmez. Herhangi bir ‘savaş sonrası planı’ bunların olacağını varsayıyor. Ama bu iki şey pek muhtemel değil. Ya da savaş sonrası barışı koruma güçleri fikrini ele alalım. Arap ülkeleri, buna katılmak istemiyor, ki bu konudaki çekimserlikleri anlaşılır bir durum. Ancak İsrail’in Gazze’yi yeniden işgal etmesini de istemiyorlar. Filistin Yönetimi’nin bunu temin edemeyecek kadar zayıf olduğunu da itiraf ediyorlar.
Bu seçeneklerin hiçbiri uygulanabilir değilse o zaman geriye ne kalıyor? Bu arada Hamas halen bu ‘savaş sonrası senaryolarının’ hiçbirinin gerçekleşmeyeceğini ümit ediyor. Hamas liderlerinin istedikleri tek şey, ateşkes onların ‘muzaffer’ olarak görünmelerini sağlayana kadar varlıklarını sürdürmek.
Topçular sustuktan sonraki tabloda, İsrail’in ve bölgenin geleceğini şekillendirecek birtakım değişiklikler söz konusu.
Her şeyden önce İsrail aşırı sağı popülaritesini kaybedecek ve destekçileri de ya ölüm ve felaket getiren fikirlerini gözden geçirecek ya da geldikleri ülkelere geri dönecekler. Netanyahu, Gazze Savaşı’ndaki kötü performansından ötürü hesaba çekilecek ve 2019 yılında hakkında verilen hükümlere göre cezalandırılarak, benzer suçlardan ötürü cezalandırılan selefi Ehud Olmert gibi hapse girecek.
Haaretz gazetesinde siyasi analist olan Amos Harel, Aksa Tufanı darbesinin İsrail toplumunda pek çok fikir ve yaklaşım değişikliğine yol açacağını söylüyor. Harel’e göre İsrailliler, kibirlenen ve silahlanan aşırı sağın kalıntılarına karşı koymak üzere barışa, tevazuya ve orta yola yönelecek. Bu da devlette, İsrail toplumunun güvenliğini tehdit edecek düzeyde tehlikeli bir bölünmeye yol açacak ki, İbrani devletinin müttefiklerini endişelendiren asıl şey de bu.
Filistin tarafında da Hamas’ın tekrar siyasi bir rol oynaması zor olacak ve Gazze Şeridi’nde iktidarı elinde tutamayacak. Öte yandan Filistin Yönetimi de olayların gidişatında tamamen etkisiz kalmasından ötürü meşruiyetini kaybedecek ve Filistin halkının güvenine mazhar olmuş Mervan el-Berguti gibi yeni bir lider arayışına girilecek.
Aksa Tufanı operasyonunun belki de en belirgin kazananı; maddi destek, silahlanma ve eğitim bakımından Hamas’ın ana destekçisi olan İran’dır. İsrail’den, kendi bilim adamlarını hedef alan suikast ve bombalama operasyonlarının intikamını Hamas sayesinde tek bir İranlının kanı dökülmeden aldı. İran ayrıca, angajman kurallarına riayet adı altında Hizbullah’ı askerî operasyonlarını genişletmekten menetmek suretiyle de kâr etti ve bunun sonucunda yaptırımlar sebebiyle alıkonan 10 milyar dolarlık İran varlığını kurtardı.