Tecrübeli bir Lübnanlı lider, mevcut bölgesel durumun ortasında Lübnan'ın yaşadığı durumun, yüz yıl önceki kuruluşundan bu yana yaşadığı en tehlikeli durum olduğunu söylüyor. Sözlerini sürdürerek iç savaşta bile çatışmayı kontrol eden güçlerin bulunduğunu, 1982'de Beyrut'un işgali ve 2006’daki Hizbullah-İsrail savaşı da dahil olmak üzere en şiddetli İsrail saldırılarında, saldırgana durması ve belirli sınırları aşmaması konusunda baskı yapan, onu geri çekilmeye zorlayan, ardından zararın telafisine ve küçük ülkenin yeniden inşasına katkıda bulunan büyük uluslararası ve bölgesel güçlerin varlığını belirtiyor. Lübnanlı lider ama bugün, başarısız ve iflas etmiş Lübnan Hizbullah devletinin, gerçekleşmesi halinde İsrail saldırganlığına tek başına karşı koyacağını, İran'ın desteği yanılsamasını terennüm eden direniş propagandası dışında ülkeyi savunacak, halkına yardım edecek bir müttefik veya destekçi bulamayacağını kaydediyor.
Bu bağlamda Lübnan, geçtiğimiz ay ABD Özel Temsilcisi Amos Hockstein'ın ziyaretiyle başlayıp aralarında Fransız Dış İstihbarat Direktörü Bernard Emie'nin de bulunduğu Fransız yetkililerle toplantılarla devam eden yoğun bir uluslararası hareketliliğe sahne oldu. Ardından Beşli Komite’nin devam eden aksiyonlarının yanı sıra Fransa Dışişleri Bakanı Catherine Colonna'nın ziyareti geldi.
Bilgili Fransız çevreleri, Bernard Emie'nin Temsilciler Meclisi Başkanı Nebih Berri ile görüşmesinin protokolsüz, sert ve pervasız geçtiğini bildirdi. Fransız yetkili görüşmede, Gazze'de olup bitenlerin bir sonucu olarak Lübnan'a yönelik kaçınılmaz ve yakın bir tehlike hakkında sahip olduğu bilgileri Berri’ye aktardı. Emie Meclis Başkanı Berri’ye, İsrail'in gerçek bir varoluşsal krizden geçtiğini, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun halkına verdiği sözü, yani Hamas'ı ortadan kaldırmak ve rehineleri kurtarmak konusunda başarısız olması nedeniyle dengesini kaybettiğini söyledi. İsraillilerin kendilerine güvenlerini yeniden kazanmaları ve morallerini yükseltmeleri için Netanyahu’nun niteliksel bir başarı elde etmesi gerektiğini belirtti ve Emie'ye göre de bu başarı Lübnan'da gerçekleştirilecek. Fransız bilgi kaynakları, İsrail'in sonunda Hamas ile yarı sürdürülebilir bir ateşkese varacağını ve daha fazla rehineyi kurtaracağını, ardından Netanyahu’nun Hizbullah'ı kuzey sınırından 50 kilometre uzağa itmek için müzakere yoluyla baskı yapacağını ve eğer başarılı olmazsa askeri yola başvuracağını belirtiyorlar. Emie’nin çevresine göre Netanyahu, Lübnan'a karşı uzun zaman önce planlanan ve "Hayalet" olarak adlandırılan, aşırı yıkım ve öldürme içeren bir yıldırım savaşıyla askeri bir maceraya girişmek için müzakere penceresini hızla kapatacak. Bu nedenle Emie, Lübnanlı yetkililere yaklaşan bu tehlikeye karşı önce davranmaları, Lübnan ordusu ve UNIFIL güçleri dışındaki tüm silahlı kişilerin gönüllü olarak kuzeyde Sayda şehrinin girişindeki el-Evveli Köprüsü’ne kadar geri çekilmesiyle Netanyahu'nun ayaklarının altındaki halıyı çekmeleri gerektiğini iletti. Ancak o zaman Fransa’nın, olası herhangi bir İsrail saldırısına karşı uluslararası muhalefeti harekete geçirebileceğini kaydetti. Meclis Başkanı Berri, Emie ile görüşmesine ilişkin herhangi bir yorum veya açıklama yapmasa da kendisine yakın kaynaklar, o günkü tüm randevularını iptal ettiğini söyledi.
Perde arkasında Katar'ın önderlik ettiği Beşli Komite, Şeba Çiftlikleri ve Kefr Şuba tepeleri de dahil olmak üzere güney Lübnan'ın, kontrolün Lübnan ordusu ve biri Fransız ordusundan diğeri Amerikan ordusundan bir tümen ile takviye edilmiş UNIFIL’in elinde olduğu silahtan arındırılmış bölge haline getirilmesi çağrısında bulunan bir çaba yürütüyor. Lübnan ile Suriye arasında ihtilaf konusu olan Şeba Çiftlikleri'nin mülkiyeti ise daha sonra belirlenecek. Bu çabanın başarısı Hizbullah'ın ne yapacağı konusunda son sözü söyleyen İran'ın elinde ve İran satranç oyunundaki üstünlüğünü bir kez daha kanıtlıyor. İran'ın Lübnan sahnesinde oynadığı ve dünyanın çeşitli bölgelerini kapsamak için harekete geçen ve ABD kıyılarına ulaşmayı bekleyen satranç oyununun ne olduğunu ise kim bilebilir? Uyuşturucu endüstrisinin ve Captagon üretiminin İran için önemli olduğu kanıtlandı, çünkü bu “hapların” satışı, kollarını finanse etme konusunda İran hazinesinin mali yükünü azaltıyor.
İranlılar, Suriyelilerin uyuşturucu üretip satmalarından çok memnunlar çünkü onlar (rejim) ne kadar çok para kazanırsa, İran’ın kolları için o kadar az para harcaması ve onlara mali olarak daha az yardım etmesi gerekir. Bu şu anda İran için çok önemli bir konu çünkü ABD ve diğer ülkelerden gelen ağır yaptırımlara maruz kalıyor.
Captagon ilk olarak 1960'lı yıllarda Batı Almanya'da üretildi ve bugün üretilen haplara "fakir adamın kokaini" adı veriliyor.
Ancak analistler, İran destekli milislerin açık katılımı olmadan Suriye topraklarından ihracat faaliyetlerinin mümkün olmayacağını söylüyor. İsrail ile Hamas arasındaki savaşın başlamasından beri Kuzey Irak ve Suriye'de konuşlanmış Amerikan ve müttefik güçlere saldırılar düzenleyenler de bu milis gruplar. Milisler Suriye sınırını kontrol ediyor ve yaptırımlarla uluslararası izolasyon karşısında Şam'ı ayakta tutuyorlar. Bu milislerin vergi koyma ve güney Suriye'deki küçük ölçekli üretim operasyonlarına koruma sağlamanın yanı sıra, Captagon kaçakçılığına sınırlı koruma sağlamada rol oynadıkları da biliniyor.
Onlar açısından komşu transit ve hedef ülkelere karşı şiddetli çatışmalara girişmek ve geçen pazartesi olduğu gibi, Ürdün hükümeti benzeri dostlara korkutma mesajı göndermek de faydalı olabilir.
Uzmanlar, kazançlı Captagon projesinin, yılda yaklaşık altı ila sekiz milyar dolar gelir ede eden Meksikalı uyuşturucu kartellerinin toplam ticaretinin üç katı değerinde olduğunu tahmin ediyorlar. Bu kazancın önemli bir kısmı bölgesel kontrollerini ve silah depolarını takviye etmek için İran destekli silahlı kollara gidiyor.
Pek çok uzman, bazı ülkelerin son zamanlarda parya rejimlerle yeniden ilişki kurmasının esas olarak söz konusu ülkelerin, ilişkilerin yeniden kurulması karşılığında, parya rejimlerin şu anda kendi ülkelerini dolduran Captagon hapı üretimini askıya alacakları ihtimaline dayandığını iddia ediyor.
Hizbullah ile Captagon ticareti arasında güçlü bir bağ olduğu, Kalamun dağlarında küçük ölçekli üretim faaliyetleri yürüttüğü, Beyrut ve Trablus gibi Lübnan limanları üzerinden Suriye'den büyük ölçekli uyuşturucu ticaretini kolaylaştırdığı belirlendi.
FBI kayıtları, Hizbullah'ın en yüksek manevi otoritelerinin uyuşturucu ticaretini "uyuşturucu Batılı kafirlere satılıyorsa ahlaki açıdan kabul edilebilir" söylemiyle haklı çıkardıklarına işaret ediyor.
Bu çerçevede bu durum ABD için nasıl bir tehdit oluşturuyor ve Washington bu konuda ne yapıyor?
Uyuşturucu ticaretinin genişlemesi ve gelişmesiyle beraber gözlemciler, ABD'nin hesap sorma çabalarını artırmaya devam etmesinin, bireylerin suçlara nasıl karıştığına ışık tutmasının, gerektiğinde yaptırım ve cezai tedbirler uygulamasının önemli olacağını söylüyor.
Captagon kaçakçıları Almanya ve Malezya gibi ülkelere ulaşan geniş çaplı ve karmaşık kaçakçılık faaliyetleri gerçekleştirseler de Amerika Birleşik Devletleri gibi yerlerde talebi canlandırabilecek düzenli sevkiyatlar yapmak için gereken ulusal sınırlar ötesi suç ağını henüz kurmadılar. Bu noktada ABD’den önce Avrupa’da Captagon haplarının varlığının daha da artacağı düşüncesindeyiz.
Bu ağların ortasında Lübnan'ı bir tutsak olarak görüyoruz ve başına en kötü şey gelmeden kaçmayı başaracağını umuyoruz.