Cibril Ubeydi
Libyalı araştırmacı yazar
TT

İsrail ile Adalet Divanı arasında kaybolan soykırım kavramı

Uluslararası Adalet Divanı’nın, İsrail'e Gazze'de soykırımı önlemek için tedbir almasını “emrettiği” kararı, yarı yarıya tatmin edici bir çözüm sayılıyor. Ayrıca uluslararası mahkemenin Ukrayna davasıyla ilgili kararında “hemen” kelimesi kullanılırken, Gazze ile ilgili kararında kullanılmaması, Adalet Divanı’nı ikiyüzlülük ve siyasallaşma, kararın bir yarısı ile İsrail’i, diğer yarısı ile Filistinlileri hoşnut etmeye çalışma suçlamasının çemberine sokuyor. Uluslararası Adalet Divanı sanki asayı ortadan tutmuş ve adalet terazisinin kefelerini ortalamış, simgesi ve adının yarısı olan adalet kefesinin ağır basmasını sağlamamış gibi.

Uluslararası Adalet Divanı'nın ön kararında; "İsrail'in soykırım ile ilgili acil tedbirler alması ve soykırım olarak kabul edilebilecek her türlü eylemin önlenmesi, İsrail ordusunun herhangi bir soykırım eylemi gerçekleştirmemesinin temin edilmesi ve Gazze'de soykırımı kışkırtabilecek her türlü basın açıklamasının veya yorumunun önlenmesi ve cezalandırılması talebi" yer alıyordu.

Ancak burada halen bir problem var, o da soykırım kavramının yorumlanmasında Adalet Divanı yargıçları ile ordusu şu ana kadar Gazze'de 20 binden fazla Hamas üyesi olmayan sivili öldüren ve üç katını yaralayan İsrail arasında kesin bir fark olması. Ortada büyük bir kan faturası var; öldürme ve soykırıma izin verilmesi, İsrail'de şiddeti teşvik eden ve diğerini reddeden Goyim olgusuna inanan bazı kişiler arasındaki ırkçı iklimi açıklayan olgulardan biri.

Bu radikal fikir iklimi, en ünlüsü Yeşiva olan okullarda radikal düşünceyi öğreten Kach Partisi ve Meir Kahane, Tapınak Dağı çeteleri, Gush Emunim ve Namahilit gibi örgütlerin ortaya çıkmasına yol açtı. Bu ideoloji, bugün İsrail içinde bile yolsuzlukla suçlanan Netanyahu'nun başında bulunduğu İsrail'deki savaş hükümeti tarafından da benimseniyor.

Siyonist tarih ve eserlerinde soykırımın gerekçeleri çok olabilir. Nitekim Siyon Liderlerin Protokolleri kitabındaki Dokuzuncu Protokolde şöyle denir: "Ve halkları kasıp kavuran terör akımları bizden başladı." Gazze yanarken, çoğu çocuk ve kadın olmak üzere şehitlerinin sayısı her geçen gün artarken, soykırım yapmaktan çekinmeyen bu ırkçı iklimin varlığını teyit ediyor. Asıl terör ise ambulansların yaralıları taşımasını engellemek, hastaneleri bombalamak, doktor ve hemşireleri öldürmek, hastanelerin altında savaşçı veya tünel olduğu bahanesini kullanmak olmaya devam ediyor.

“Barış” ve diyalog teorisinde bile İsrail'in girişimleri Kissinger politikasının bataklığına sürükledikten sonra içlerini boşaltmasına alışığız. Bu politika, daha önceki barış girişimlerinin başına geldiği gibi, önemli konuların ertelenmesini ve daha sonra girişimin yalnızca yüzde 10'unun uygulandığı aşamalara bölünmesini öngörüyor.

Güvenlik Konseyi savaşı durdurma değil, en azından bir ateşkes kararı, hatta en modern uçaklarla donatılmış bir askeri kurumun savunmasız bir halka karşı yaptığı soykırımı kınayan bir karar bile alamadı. Burada kendilerini savunacak silahlara sahip Hamas savaşçılarından değil, sivillerden bahsediyoruz.

Bu radikal mantık ve ideoloji, savaşı ve çatışmayı körüklüyor, barış ve bir arada yaşama yönündeki girişimleri engelliyor. İsrail'de herkesin bu mantığa sahip olmadığı doğru ama mevcut hükümetin, yani Binyamin Netanyahu’nun savaş hükümetinin bakanlarının çoğunun bu mantığa sahip olması ve hatta bunu açıkça deklare etmesi yeterli. Onlarla aynı fikirde olmayanları da hemen anti-Semitizm ile suçluyorlar. Aslında “Semitizm” terimi 1781'de tek bir dille birbirine bağlı olan grupları ve halkları belirtmek için ortaya çıktı. Ama çok geçmeden Siyonizm, soyları birbirine karıştırıp değiştirdi, oysa Semitizm kelimesi Afro-Asya dillerini kullanan halkların genel adıdır. Bu diller ise Arapça, Akadca, Asurca, Babilce, Aramice, Süryanice, Kenanca, Fenikece, Hadramutça, Amharca, İbranice, Moabca ve Edomcadır. Samiliğin Yahudilik olduğuna dair ilintisiz söylemlere gelince, bu, soylar ve tarih konusunda bir yanıltma, gerçeklerden büyük bir sapma sayılır. Sami dilini konuşan bu halkların büyük ve geniş bir coğrafyaya yayılmış halklar olması da bunu teyit ediyor. Bu halkların Sami dilini Yahudilikten almış olmaları hiçbir şekilde mümkün değil. Bu halkların tamamının ana dillerini bırakıp, kendilerine komşu olan başka bir dili konuşmaları imkânsız, çünkü azınlık çoğunluktan etkilenir, çoğunluk azınlıktan değil. Ayrıca bu halkların sömürgeleştirilmesi ve dilin, yalnızca kendilerinin Sami olduğunu iddia eden bir azınlık tarafından onlara dayatılması da mümkün değil. Dolayısıyla coğrafi ve demografik açıdan bakıldığında, bu halklar Sami kökenlidir. Hem de Siyonizm'in başkalarına düşmanlığa ve gerçekten nefrete inanan hastalıklı ideolojisi uğruna gerçekleri saklama ve görmezden gelme çabalarına rağmen.