Yahudi İsrail ya da Tanrı'nın seçilmiş halkı veya radikal bir siyasi hareket olarak Siyonizm, diğer yanda İslam Devrimi ya da mezhepçi ve siyasi Şiilik ve direniş ekseni İranı, her ne kadar tarihsel birikimlerden sonra gelse de eşi benzeri görülmemiş bir şekilde karşı karşıya geldiler.
Ortadoğu bölgesi, üç semavi din olan Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam'ın doğduğu yerdir. Bunlar insanlık tarihi, insanlığın nasıl ortaya çıktığı, dünya hayatından ahirete nedenleri ve sonu, yeniden dirilme, cennet ve cehennem, elçi gönderilmesi ve kitap indirilmesi gibi konular hakkında birbirine benzer tasavvurlara sahip dinlerdir. Eski Yunan dini, İran Zerdüştlüğü, Budizm ve diğer dinlerden farklıdırlar.
Arap-İsrail çatışması tarihi, etnik ve ideolojik tartışmalarla dolu onlarca kitabı doldurdu ve tartışmaların büyük oranda siyasetle değil inançla ilgisi olduğu için bitmesi mümkün değil. Bunun sonu ancak karşı tarafın öldürme, imha ve vahşetle yok edilmesi ile mümkündür ki bunun da siyasetle hiçbir ilgisi yoktur.
Siyonist hareket, Avusturyalı Yahudi Herzl'in fikirlerine dayanan bir Yahudi siyasi hareketidir ve Yahudi halkına yönelik zulüm ve baskının durdurulması, onların “diasporadan” Filistin’deki topraklarına dönüşlerinin sağlanması çağrısında bulunur. Holokost ve Avrupa'daki Yahudi karşıtlığı bu hareketin güçlenmesine yardımcı olarak, siyaset ve ekonomi, ideoloji, din, hurafe ve etnik kökenin birbirine karıştığı çeşitli ayrıntılarla İsrail Devleti'nin kurulmasını sağladı. Pratikte İsrail Devleti, 1948'de, İkinci Dünya Savaşı'nın ve sömürge döneminin sona ermesinin ardından kuruldu. Arap ülkeleriyle savaşları ve ateşkesleri, barış anlaşmaları ve barış girişimleri ile onlarca yıl süren bir çatışmaya girişti.
Öte yandan, 1924'te Osmanlı Halifeliği'nin yıkılmasının ardından Arap ve İslam dünyasında Mısır, Hindistan ve başka yerlerde bu halifeliğin mirasçısı olmak isteyen örgütlü hareketler ortaya çıktı. Bunlar daha sonra siyasal İslam hareketleri olarak anılan dini-siyasi hareketlerdi. Örgütlü siyasi-dini grupların devletleri ve hükümetleri devirebileceği ve yönetimi üstlenebileceği fikrine dayanıyordu. Bunun için gerektiği şekilde dini siyasetle karıştırıyor, "mutlak itaat"e dayanan bir ideoloji yaratıyor, açıktan yürütülen faaliyetler ile organize ve şiddet içeren gizli faaliyetleri birleştiriyordu.
Dini ve siyasi mantığı nedeniyle fikri, ayrıca kendi dönemindeki Masonluk hareketine olan köklü inancı nedeniyle organizasyonel olarak Cemaleddin Afgani'nin etkisi ile Şii mezhebinde de benzer hareketler ortaya çıktı. Bu Şii hareketler ile Müslüman Kardeşler, kurucusu Hasan el-Benna ve yazarı Seyyid Kutub arasındaki iletişim erken dönemde başladı. Bu etki en iyi şekilde İran dini muhalefetinin çok etkili bir figürü olan Ayetullah el-Kaşani tarafından ifade edilmiştir. Humeyni onun ve Nevab Safevi’nin önderlik ettiği İslam Fedaileri hareketinin bir uzantısı olarak görülür.
Müslüman Kardeşler Sünniliği bir nebze olsun Şiileştirmeye çalışırken, İran dini muhalefeti de Şiiliği Sünnileştirmeye çalıştı. Bunu Humeyni devrimden sonra başardı. Humeyni'nin sekiz yıl boyunca Irak ile doğrudan savaş yoluyla "devrimi ihraç etme" konusunda başarısız olmasının ardından, ikinci Dini Lider Hamaney, siyasi Şiiliğe dayalı yeni bir yaklaşım benimsedi. Müslüman Kardeşler'den Sururiye, Hamas hareketi ve el-Kaide ile DEAŞ örgütlerine kadar Sünni siyasal İslam hareketleri de dönüp onun bayrağı altında birleştiler. Lübnan'da Hizbullah, Irak'ta Haşdi Şabi, Suriye'de milisler ve Yemen'de Husi hareketi gibi “azınlık vahşetini” temsil eden silahlı milis gruplar kurmayı başardı.
Hamas hareketinin siyasi olarak Şiileşmesinin ardından İsrail ve Tanrı’nın ezilmiş halkı, İran ve Ehl-i Beytin maruz kaldığı zulüm gibi bölgedeki tarihi mağduriyetler, Filistin halkına yapılan utanç verici tarihi adaletsizlik ile Filistin'de buluştu. Batılı ülkeler ile ABD’nin bu adaletsizlikler karşısındaki tutumu, bugün İsrail ile İran arasında var olan ve bölgeyi yakma tehlikesi taşıyan çatışmanın pek çok ayrıntısını açıklıyor.
İsrail, ait olmadığı bir bölgede kuruluşundan bu yana inşa etmeye gayret ettiği sert caydırıcılık silahını bu kez, onlarca yıldır İslam Devrimi hayalleri ve Pers İmparatorluğu illüzyonları üzerinden hegemonyasını genişletmeye çalışan İran’a karşı yeniden kazanmaya başladı. Bugünkü sahnenin okumasına en çok hakim olan yanılsamalardan biri, İsrail'in bu politikasının yalnızca Binyamin Netanyahu'nun şahsıyla bağlantılı olduğu yanılsamasıdır. Halbuki bu İsrail içinde de güçlü bir şekilde destekleniyor ve tek fark yalnızca ifade edilme biçimindedir.
Son olarak, Suudi Arabistan ve BAE öncülüğünde Arap Körfez ülkelerinin tanık olduğu, bölgedeki şiddetli çatışmanın tarafı olan ülkeleri korkutan tarihi rönesansla birlikte, eski ve yeni, katil kimliklerin tüm ayrıntılarını temsil eden tüm bu arka planların anlaşılması gerekiyor. Çünkü bunu herhangi bir gerekçeyle ihmal etmek, görmezden gelmek son derece tehlikeli bir ihmaldir ve bu kimlik çatışması tüm boyutlarıyla sayıların veya “sosyal medyanın” diline bırakılmayacak kadar tehlikelidir.