Abdurrahman Raşid
Suudi Arabistan’lı gazeteci. Şarku’l Avsat’ın eski genel yayın yönetmeni
TT

Prens-Başkan görüşmesinin önemi

ABD Başkanı Donald Trump ile Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman arasındaki ilişkinin özel olduğu biliniyor ve şimdi ikili Washington'da yeniden görüşecek.

Trump Riyad'a iki ziyaret gerçekleştirdi; ilki 2017'de, ikincisi ise altı ay önce. Bu iki ziyaret sırasında ve sekiz yıl boyunca, Çin ile rekabetin yoğunlaşmasından Avrupa'daki savaş ve Ortadoğu ile stratejik koridorlarındaki çatışmaların tırmanmasına kadar bölgeyi ve dünyayı değiştiren, yeni bakış açılarını gündeme getiren önemli hadiseler yaşandı.

Başkan ve Prens arasındaki bu resmi ve kişisel bağ göz önüne alındığında, ziyaretin iki ülke ve bölge arasındaki ilişkilere yansımaları konusunda birçok beklenti var. Washington'da, ziyaretin neler gerçekleştirebileceği ve bunun İsrail ile barış, İran ile ilişkiler, bölgedeki jeopolitik ve uluslararası denge, Riyad ile Washington arasında ekonomik, askeri ve nükleer açıdan bu yüzyılın ortalarına ve hatta belki de ötesine uzanan ikili bir ilişkinin temellerini atma üzerindeki etkileri hakkında fikir müzakereleri duydum.

Riyad son birkaç yıldaki krizlerle nasıl başa çıktı?

Riyad'ın, başta İran ile imzalanan Pekin Anlaşması, ardından iki devletli çözüm ile ilgili bir yasa tasarısı sunmak, buna yönelik bölgesel ve uluslararası destek yağmuru, İsrail ile kolektif ilişkiler kurulması beklentisi ile birlikte, ilişkilerini bölgesel çöküşleri önleyecek şekilde yönettiğini görüyoruz.

Pekin'den Tahran, İslamabad ve Şam'a kadar atılan ardışık adımlar, Veliaht Prens'in dengeli ilişkilere doğru yönelme, gerginliği azaltma ve bölgeyi yeni bir aşamaya hazırlama politikasının doğasını açıklıyor.

Trump da paralel bir vizyon sunuyor. İsrail Knesset'inde yaptığı konuşmada; “İsrail güç kullanarak elinden gelen her şeyi yaptı ve artık bunu barışa yöneltmenin zamanı geldi” dedi.

Bir diğer konu da Suudi Arabistan'ın askeri yapısı. Washington ziyaretinin önemli konuları arasında, bölgede çatışma odaklarının varlığına rağmen, her zamankinden daha olası hale gelen bölgesel barışı teşvik edecek paralel bir güç de yer alıyor.

Veliaht Prens'in adını ve nüfuzunu ortaya koyduğu projesi ise savaşlar veya siyasi rekabet değil, ekonomik kalkınmadır. Programı, ülkesini bugünden geleceğe taşımaya dayanıyor. Suudi Arabistan’da sahada uyguladığı değişimler, Amerikan Başkanı’nın dikkatini Veliaht Prens'e çeken şeydi. Zira Trump da kendi modernleşme projesi olan benzersiz bir şahsiyet. Yeniden seçildi ve ABD içinde ve ülkesinin uluslararası ilişkilerinde önemli ve tarihi değişimler gerçekleştirmek için çalışıyor.

Prens ve Başkan, bölgeyi daha iyi bir geleceğe taşımak için mümkün olduğunca iş birliği yapabilecek kapasiteye sahip. Trump, Gazze savaşını durdurmak için arabuluculuk çabalarına başladığında, ateşkesten çatışmayı tamamen sona erdirmeye geçiş yapmak istediğini açıklamıştı.

Trump kendini kanıtladı ve iki krizde başarılı oldu. İlki, Barack Obama'nın başkanlığı döneminde İran ile yaptığı nükleer anlaşmayla başladı ve ciddi bir kaosa yol açtı. Trump, ilk döneminde anlaşmayı feshetmeyi ve İran'ın faaliyetlerini kontrol altına almayı başardı. İkinci kriz ise 7 Ekim saldırılarıydı. Bu saldırılar ikinci döneminden önce gerçekleşmiş olsa da Trump, başkanlığı devraldıktan sonra bunların bölgesel olarak kontrolden çıkmasını önlemek istedi. Gerçekten de İran ve İsrail arasındaki savaşı durdurdu, Gazze savaşını durdurmak için müdahale etti ve ondan önce de Lübnan cephesindeki savaşı durdurdu. Ayrıca hemen harekete geçerek yeni Suriye rejimini kapsadı.

Suudi Arabistan-ABD ilişkileri, şu anda en iyi ve en müreffeh aşamasında olduğu için görüşmelerde en önemli gündem başlığı olacak.

İkili ilişkilerde, nükleer enerji projesi, savunma anlaşması ve gelişmiş silahların edinimi başta olmak üzere önemli dosyaların yanı sıra, önemlerine rağmen medyada çok az yer alan yüzlerce ekonomik anlaşma ve proje bulunuyor.

Riyad'ın Washington ile stratejik ilişkisi sağlam bir temele otursa ve Veliaht Prens'in Başkan ile ilişkisi istisnai olsa da Suudi Arabistan diğer önemli ekonomik ve siyasi ortaklarıyla olan geniş çıkarlarını, tüm bunları tek bir tarafa bırakmadan korudu. Bu dengeli ilişki, Trump döneminde daha da gelişen Washington ile olan özel ilişkiyi ortadan kaldırmıyor. Mevcut durum, uluslararası ilişkilerin yeniden yapılandırılması açısından İkinci Dünya Savaşı'nın sonu aşaması ile karşılaştırılacak bir noktaya ulaştı. 1945'te ABD Başkanı Roosevelt, Kral Abdulaziz ile bir görüşme talep etmiş ve böylece küresel güç dengesi bağlamında iki ülke arasındaki ilişkilerde önemli ve uzun vadeli bir aşamayı başlatan ünlü Quincy Zirvesi gerçekleşmişti.

Trump'ın ikinci dönemindeki politikaları ve dış stratejisi, süper güçler arasındaki rekabet ortamında daha net ve daha cesur bir şekilde tanımlanıyor; Trump sadece askeri güçlerle değil, başarılı ekonomik güçlerle de ittifaklar kuruyor. Suudi Arabistan'ın önemi, bölgesel ve İslami bir güç olarak oynadığı merkezi rolden, enerji güvenliği ve tedarikinde kilit bir oyuncu olmasından ve G20 içinde ekonomik bir güç olarak yükselişini sürdürmesinden, ABD'nin önemli bir yatırım ortağı olmasından kaynaklanıyor. Suudi Arabistan-Amerikan ilişkilerinin başarısının bölgenin istikrarı ve refahı üzerinde önemli bir etkisi olduğunu söylemek abartı olmaz.