Sudan, biri sahada, diğeri ise medya ve sosyal medya platformları aracılığıyla yürütülen aynı derecede tehlikeli iki savaş yürütüyor. Bu iki savaşın ortasında, orduyu hedef alan yanıltıcı söylemler yaygınlaşıyor. Bu söylemler ordunun yetkinliğini sorgulayarak, zaferlerini küçümseyerek ve karşılaştığı askeri aksaklıkları abartarak onu savaş alanında zayıflatmayı amaçlıyor. Bu durum, onu ideolojik bir oluşum olarak göstermeyi ve devletin omurgasını oluşturan ulusal bir kurum olduğu fikrini ortadan kaldırmayı amaçlayan kampanyalarla paralel olarak ilerliyor.
Bu kampanyaların en belirgin aracı, aynı anlatıları, özellikle de “İslamcılar ordusu” anlatısını veya ordu kurumunun 1989'dan beri İslamcılarla bağlantısı olmayan subayları kabul etmediği iddiasını yerleşik gerçekler gibi görünene kadar tekrarlama politikasıdır. Buna ilave olarak, “çatışmanın iki tarafı” ifadesi kasıtlı olarak tekrarlanarak, bir devlet kurumu olarak ordu, silahlı bir grup ile eş tutuluyor. Yahut “ordunun reforme edilmesi” söylemi, siyasi projeleri meşrulaştırmak veya “yeni ordu” gibi gizli hedeflere ulaşmak için orduyu yeniden yapılandırma planlarını geçirmek için kullanılıyor. Aralık 2018 devrimini izleyen geçiş döneminde bu tür söylemler dillendirilmişti. Sonra, Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) Komutanı el-Faşir'in ele geçirilmesinin ardından ordunun “bittiğini” ve artık ihtiyaç duyulan şeyin “yeni bir ordu” olduğunu ilan ettiğinde bunu açıkça duymuş olduk.
Kafa karıştırıcı soru şu; birçok kişinin varoluşsal ve çok yönlü, karmaşık bir planın hedefinde olan ülkeyi korumak için ordunun yürüttüğünü düşündüğü bir savaş sırasında, orduya karşı dezenformasyon kampanyaları neden bu kadar tırmandırılıyor?
İnkâr edilemez gerçek şu ki, ordusu herhangi bahaneyle çöken veya dağıtılan herhangi bir ülke hızla kaosa sürüklenmiştir. Sudan örneğinde ordu, ülkeyi savunan oluşum, kaynaklarının tamamen ele geçirilmesi veya parçalanması senaryolarına karşı son siper olmaya devam ediyor. Tüm dezenformasyon kampanyalarına rağmen ordu, farklı düşünce akımlarından vatan evlatlarını ve toplumun tüm kesimlerini içeren bir kurumdur. Ensar ve İttihatçıları, bağımsızları ve elbette İslamcıları içermektedir. Aynı şekilde, tıpkı herhangi bir büyük kurumun ülkenin siyasi ve sosyal çeşitliliğini yansıtması gibi, içinde batı, doğu, merkez, kuzey ve güney bölgelerinden kişiler vardır. Bu kadar büyük bir kurumu tek bir siyasi renk, etnik grup, kabile veya belirli bir bölgeyle etiketlemek zordur.
Bir diğer önemli gerçek ise Aralık Devrimi'nin, “Cancavid feshedilsin” sloganıyla HDK'nin açıkça feshedilmesini talep etmesi ama ordunun dağıtılmasını veya yeniden yapılandırılmasını değil, kışlalara geri dönmesini, ulusal rolü olan Sudan'ı ve sınırlarını korumaya ve halkını savunmaya bağlı kalmasını talep etmiş olmasıdır. Bu, güçlü kurumları yıkmaya çalışan değil, inşa etmeye çalışan bir devlet için mantıklı taleptir.
İkiyüzlülüğü ve çifte standardı açığa çıkaran husus, şimdi orduya karşı kampanyaya öncülük eden ve onu “İslamcıların ordusu” olmakla suçlayan bazı sivil ve siyasi güçlerin, devrimci yoldan ve “ordunun kışlalara dönmesi” talebinden sapan güçlerle aynı olmasıdır. Bunlar, Aralık Devrimi'nden sonra, geçiş hükümetinde bir koltuk elde etmek için ordu liderliğiyle ittifak kurmuş ve iktidar paylaşımı düzenlemesine orduyu da dahil etmişlerdi. Oysa bu, Anayasa Bildirgesi'nin ve bu güçlerin bir bakanlık elde etmeyeceği ve geçiş hükümetinin tarafsız, profesyonel uzmanlardan oluşacağı yönündeki taahhütlerinin açık bir ihlaliydi.
Bugün, bu güçler arasında bazılarının yine orduyu hedef alarak onu “İslamcılar ordusu” olarak yaftalayan seslerini duyarken, işlediği tüm katliam ve kıyımlardan sonra bile HDK'nin feshedilmesi çağrılarının susturulduğunu görüyoruz. Yahut HDK’nin saflarında eski rejimle bağlantılı olduğu bilinen birçok unsur bulunmasına rağmen, kendisini “İslamcı bir grup” olmakla suçlamaktan geri kalındığına şahit oluyoruz.
Orduyu hedef almak, savaşın körüklediği kutuplaşmanın bir parçası haline geldi ve hatta dış güçler, her biri kendi hesaplarına ve çıkarlarına göre, buna dahil oldu. Ancak bu söylem, ülke içinde Sudanlıların çoğunluğunun nabzını tutmaktan çok uzak, zira onlar orduyu tek koruyucuları olarak görüyorlar ve HDK herhangi bir şehri veya köyü ele geçirdiğinde ordunun kontrolündeki bölgelere kaçıyorlar.
Bazı tarafların, orduyu zayıflatmak için onunla hesaplaşma konusunda ısrarcı olmaları ve bunun orduyu siyasi arenadan uzaklaştıracağı gibi yanlış bir inanç taşımaları gerçeklikten çok uzaktır. Bunu yaparak, orduyu siyasi çekişme ve çatışmaların içinde tutuyorlar. Orduyu siyasetten uzak tutmanın en iyi yolu, siyasi güçlerin ordunun işlerine karışmaktan, onu kendi çıkarları için veya askeri darbeler gerçekleştirmek için kullanmaktan kaçınmalarıdır. Tüm siyasi güçler, farklı derecelerde de olsa, orduyu rekabetlerinin merkezine çekmiş ve herkes bunun bedelini ödemiştir.
Sudan'ın bugün ihtiyaç duyduğu şey, “yeni” veya “ideolojik olarak yönlendirilen” bir ordu değil, yalnızca devletin çıkarı için silahı elinde toplamış ve siyasi çatışmalardan uzak duran, tek, profesyonel ve ulusal bir ordudur. Siyasi güçler de ordudan aynı derecede uzak durmalıdır. Bu süreç, yanlış bilgilendirmeye karşı bilinçli bir çaba gösterilmeden ve askeri kurumun ister söylem ister eylem yoluyla olsun, parçalanmasının, bu kritik kavşakta ulusun kendisini parçalamakla eşdeğer olduğu kabul edilmeden güvence altına alınamaz.