İnsanın zihnini ve hayata bakışını inşa etmek gayesiyle gönderilen vahyin her bir kavramı hayatı anlamlandırmaya ve onu okumaya büyük bir katkı sunmaktadır. “Libâs” kavramı da bunlardan biridir. Giysi, örtü gibi anlamlara gelen Libâs kavramı Kur'an-ı Kerim'de hem fiil hem de isim formlarının yanı sıra “Mahrem yerlerini örtecek ve güzel görünmeyi sağlayacak giysiler, zırh, takva elbisesi, korku ve açlık elbisesi, gecenin örtü-elbise ve eşlerin birbirleri için örtü-elbise oluşu” gibi ayetlerde bazen hakiki bazen de mecazi manalarda kullanılmıştır.
Örtünme, Hz. Âdem ve Hz. Havva’nın cennette yaşadığı ve cennetten kovulup elbisesiz kaldıktan sonra da şiddetle istedikleri insanî bir ihtiyaç ve değerdir. Dünyada kendilerinden başka hiç kimse olmadığı halde Âdem atamız ve Havva anamız, örtünmek için çırpınmışlardır. Çünkü giyinmek onlar ve evlatları için insanî bir erdemdir, edeptir, zînettir/süstür, cennet hatırasıdır.[1]
Küfür, nifak ve zulüm ehlinin en belirgin alâmetlerinden birisi de toplumda her türlü fuhşiyatın (yani ahlak dışı, gayriahlakî edim ve davranışların), çarpık ilişkilerin ve cinsel sömürünün çoğalmasına yol açan çıplaklık kültürünün yaygınlaşmasını istemek ve bunun için çaba harcamaktır. Bu nedenle inananlar bunlardan uzak durmakla yükümlü tutulmuş ve namus, iffet, ahlâk gibi yüce değerlere sahip çıkmaları istenmiştir. Ayrıca bunları pekiştirerek toplumsal çözülmenin ve yozlaşmanın önüne geçen, kişiyi sıcaktan-soğuktan koruyan, daha zarif, daha güzel görünmesini sağlayan elbiseler giymeye davet edilmiştir.[2]
Üzülerek ifade etmek gerekir ki son dönemlerde tesettürden ve doğru dürüst bir örtünmeden uzaklaşılmaktadır. Bunun önemli iki etkeni olduğunu ifade etmek mümkündür: Birincisi yeni neslin örtünmenin dini bir vecibe olduğu yönündeki bilgi, inanç eksiliği ve kafa karışıklığı, ikincisi ise gençlere rol model olabilecek kişilerin örtünme, mahremiyet konularında hassasiyet ve kaygılarının olmayışı. Buna moda adına insanlara sunulan giyim kuşam şeklini de eklemek gerekir.
Özellikle genç kızlarımızın önüne konulan özgürlük anlayışının bir parçası olan çıplaklık, üzerinde durulması gereken başka bir meseledir. Yaklaşık bir asırdır medenileşme, özgürleşme ve çağdaş olma hep kadının örtüsünden uzaklaştırılması üzerine inşa edilmiş gibidir. Ne kadar mahremiyetten ve dini değerlerden uzaklaşılırsa o kadar modern ve çağdaş olunacağı dayatılmıştır ve dayatılmaya da devam edilmektedir. Sanatçı diye lanse edilen kişilerin söylemlerinde, kılık kıyafetlerinde, hal ve hareketlerinde bunu rahatlıkla görebilmek mümkündür. Ne kadar rijit ve dekolte kıyafet giyerseniz o kadar konuşulursunuz. Ekranlarda ve basılı medyaya yansıyan görüntülerde bu durum kendini göstermektedir. Bu pespayeliğe insaf sahibi olan kadın sanatçılar da isyan ederek şunları ifade etmektedirler: “Her dakika çıplak kadın görmekten fenalık geldi. Sadece sosyal medyada değil, sokakta da öyle... Artık donla, sütyenle dolaşıyorlar.”[3] Derdimiz kimsenin ne giydiğine karışmak değildir. Ancak derdiğimiz, birileri özgürlük adına istediğini yaparken birilerinin de özgürlüğünü kısıtladığını ve tehdit ettiğinin farkına varılmasıdır. Zira klasik ve meşhur bir cümledir: “Benim özgürlüğüm başkasının özgürlüğüne zarar vermeye başladığı yerde biter.”
Kaygımız böyle giyinen insanları hedef almak değildir. Bizim kaygımız, inancı gereği böyle giyinmemesi gerekenlerin kendilerine gelip “Ben nereye gidiyorum?” sorusunu sorabilmelerini sağlayabilmektir. İnanmayan bir kimseden İslam’ın emirlerini yerine getirmelerini yerine getirmelerini beklemek akıl işi değildir. Ama ben inanıyorum diyen kişi her konuda olduğu gibi kılık kıyafet konusunda da başıboş bırakılmamıştır. Gerek ilgili ayetlerde gerekse fiili sünnete bakıldığında bu rahatlıkla görülecektir.
İnsanlar, mahremiyetlerini sağlamak için elbiseler giyerken bir taraftan da kalp ve ruh güzelliklerini de ihmal etmemelidirler. Zira en güzel elbise, kötülüklerden titizlikle kaçınarak dürüst ve erdemli bir insan olmak anlamına gelen takva elbisesidir. Bu anlamda insanın giyebileceği en güzel elbise, takva elbisesidir.[4] Ancak şu da bir gerçektir ki takva ve takva elbisesi kendiliğinden oluşmamaktadır. Bizi takvalı kılacak birtakım amelleri yapmak ve ilgili adımları atmak gerekir. İnsanları takva sahibi kılacak onları takva-sorumluluk bilincine ulaştırabilecek bazı hususları şu şekilde ifade etmek mümkündür: Allah’a ibadet-kulluk yapmak,[5] Allah’ın indirdiği vahye tabi olmak ve onda olanı hatırlayıp gündeme almak-zikretmek,[6] Allah’ın emir ve tavsiyelerine dikkate alarak başka yollara değil de sıratı müstakime tabi olmak,[7] oruç tutmak[8] ve kısası uygulamak[9] bunlardan sadece birkaç tanesidir. Çünkü vahyin tamamı insanı rabbine karşı takva sahibi kılıp sorumluluk bilincine ulaştırmak için indirilmiştir.
O halde inanan her bir fert, takva sahibi olabilmek için doğru adımları atmakla yükümlüdür. Atılması gereken adımların atılıp atılmayacağına ise bizler karar vereceğiz!
[1] Ali Akpınar, “Atamızın Cennet Hatırası: Tesettür”, Yenidünya Dergisi, İstanbul 2016. https://yenidunyadergisi.com/blog/atamizin-cennet-hatirasi-tesettur (Erişim 14.10.2022)
[2] el-A’râf 7/26
[3] https://t24.com.tr/haber/nurseli-idiz-her-dakika-ciplak-kadin-gormekten-bana-fenalik-geldi,1115040; https://www.yenisafak.com/hayat/nurseli-idiz-ayristirmayi-laik-kesim-baslatti-diyerek-isyan-etti-ciplak-kadin-gormekten-biktim-4537829 (Erişim tarihi: 09.07.2023)
[4] el-A’râf 7/26
[5] el-Bakara 2/21
[6] el-Bakara 2/63; el-A’râf 7/171
[7] el-En’am 6/153
[8] el-Bakara 2/183
[9] el-Bakara 2/179