Gazze'nin zavallı sakinleri uçak sesleri, füze uğultuları, hava saldırıları, top ve tank gürültüleri, hiçbir kontrol ve sorumluluk taşımayan hastane, okul, cami, kilise ayrımı yapmayan, ölüm yayan, toplu mezarları artıran acımasız ve zalim İsrail savaş makinesinin patlayan sayısız bombasının altında bir ay geçirdiler.
Bütün bunlar yaşandı, yaşanıyor ve her standartta kınanıyor. Bu nedenle Arap ülkelerinin çabaları tek ve acil bir hedef üzerinde yoğunlaşıyor: Ateşkes. Karşılaştırma trajedinin büyüklüğünü gösteriyor; bir buçuk yıldan fazla bir süredir devam eden Rusya-Ukrayna savaşında ölü sayısı 10 bin sivile yaklaşırken, istatistiklere göre daha bir ay dolmadan Gazze'de kurbanların sayısı 10 bini aştı.
Çocuklarını kaybeden annelerin inlemeleri acı verici, çocukların feryatları ise şüphesiz kalpleri parçalıyor. En acısı da bu seslerin akıl ve hikmetin sesinden daha yüksek çıkmaları ve daha önceki diğerleri gibi boşa gitmeleri. Hadis-i Şerif’te "Güçlü kişi, güreşte gücünü gösteren değildir” denir. Yani güçlü olan duygularının aklını ele geçirdiği kişi değildir. Siyasette ise gerçekçi ve rasyonel bir şekilde davranmak trajedileri sona erdirir. Fikirlerin uğultusu ile analizlerdeki feryatlara gelince, bunların başka bir insani alanı vardır ve siyasetle yakın veya uzak hiçbir ilgisi yoktur.
Arap Körfez ülkeleri dışındaki Arap aydınları ve yazarları yaşanan sıcak olay karşısında ikiye ayrıldılar. Çok azı olayı ilk anından itibaren doğal siyasi, askeri, ideolojik ve stratejik bağlamları, geçmişi, bugünü ve geleceği içinde okudu ve bu da onun konuyu çözmesini, tanımlamasını ve ona karşı tutumunu derin bir şekilde düşünerek belirlemesini sağladı. Çoğunluğu ise feryatlara ve inlemelere yöneldi, düşünme becerileri yerine boğaz kaslarını kullandı. Bu nedenle de sloganlarda kayboldular, aşırılıklarda boğuldular. Bunlar arasında sahnede kolaylıkla fark edilebilecek, üzerinde düşünülmeye değer gruplar da var.
Bilgi yönünden fakir, kültürel açıdan sığ bazıları koruk olmadan önce kuruyan üzüm gibiydiler. Şöhret olma arzusu onları kendilerini bir siyasi analist ve stratejik düşünür olarak sunmaya teşvik etti ancak gerçekte onlar, bölgedeki siyasi sahneyi göremeyen ve bunu büyük uluslararası ve bölgesel değişimler bağlamında okuyamayan kişiler. Sıcak ve farklı bir olayı tanımlarken eski teorileri ve geçerliliğini yitirmiş, modası geçmiş kavramları yeniden gündeme getiriyorlar. Bu insanların birçoğu ‘düşmanın’ İsrail olduğuna inanarak yetiştirildi ve Arap ülkeleri ve halkları için başka bir tehlikenin olabileceğini ve bu tehlikenin 40 yılı aşkın bir geçmişe ve Arap ülkelerine nüfuz etmek için dini ve mezhepsel meşruiyete sahip bir genişleme projesine sahip olduğunu anlayamıyorlar. Söz konusu proje dört Arap ülkesini kontrol etmesiyle, nüfuzunu bu ülkeler üzerinde genişletmesiyle övünen bir projedir. Yani İran projesidir...
Dahası bunlar da gruplara ayrılıyorlar. Bir grup İran tehdidini unutmayı ve düşman İsrail ile yetinmeyi talep ediyor çünkü İran'ın Arap ülkeleri için bir tehlike olduğuna temelde inanmıyor. Kendi içinde belki de Arap Körfez devletlerinin önemine ve onlara yönelik tehdidin Arap ulusal güvenliğine yönelik bir tehdit olduğuna ikna olmuş değil. Bu nedenle utanmaz bir bilgisizlik ve hafiflikle İran tehdidinin unutulmasını talep ediyor. Sanki ülkeleri yönetmiyor, bölgesel ve uluslararası dengeleri etkilemiyormuş gibi genel ve ayrıntılı olarak siyasi İslam tehlikesinin unutulmasını istiyor. Neden? Çünkü gençliğinde düşman İsrail’den başka bir düşmanın adını hiç duymamış.
İkinci grup siyasi analizle geçimini sağlamaya çalışan bir gruptur ve geçimini sağlama imkanı bulursa memnun, bulamazsa hoşnutsuz olur. Ucuzdur ama mevcuttur. Yıllarca Arap Körfez devletlerinin kanatları altında rahat bir şekilde yaşadıktan sonra, bugün onlara sırtını dönmek ve rakipleriyle aynı safta olmak için elinden geleni yapıyor. Farklı bir geçim kaynağı arayışı içinde geriye sadece Veliyy-i Fakihe tam sadakatini deklare etmesi kaldı. Bu grup, bir öncekine göre daha az etkiye sahiptir ve kendi kendini ifşa eder.
Üçüncü grup, kendisini siyasi olarak önceki pozisyonlarından arındırmaya çalışan gruptur. Diğer bir deyişle bu gruptakiler, uzun yıllar boyunca kültür veya medya alanında, yazılarında ve diyaloglarında, savundukları Arap Körfez ülkelerinin rasyonel ve gerçekçi politikalarının hiçbirine tam olarak inanmış değillerdi. Bu nedenle de bu kişiler şimdi gerçekten yakıcı ve acı verici Gazze hadisesini, daha önce tam olarak inanmadıkları ve şimdi hatalı ve günah olarak görmeye başladıkları bu düşünceleri için bir kefaret fırsatı olarak görüyorlar.
Bunların dışında bir de Sünni siyasi İslam sembolleri var. Bunlar siyaset konusunda rastgele ve akıllarına estiği gibi davranıyorlar. Birkaç gün içinde, bir uç ile diğer uç arasında gidip geliyorlar. Kuveytli davetçi Tarık es-Süveydan ve onun Lübnan Hizbullahı hakkındaki tutumu buna iyi bir örnek. Önce Gazze'yi hayal kırıklığına uğrattığı için Hizbullah’ı hedef aldı. Sonra dönüp Gazze’yi desteklediği için onu övdü, ardından yine Hizbullah’ı hedef aldı ve bunların hepsi bir aydan kısa bir süre içinde oldu. Bu kişiler bugünlerde Arap yöneticiler hakkında kâfir ve hain gibi söyledikleri her şeyi, Mısır’da iktidardayken İsrail ile ilişkileri olan Müslüman Kardeşler’in liderleri için de söylemeliler. Aksi takdirde kendileriyle çelişirler ve inandırıcılıklarını kaybederler.
Lübnan Hizbullahı Genel Sekreteri’ne gelince; Gazze'deki sıcak olayları yorumlayan halka açık bir konuşma yaptı. Konuşmasında kendisini, Hizbullah’ı ve İran'ı aklayarak Hamas'ın yaptıklarında herhangi bir rolleri olmadığını söyledi. Yıllar önce Arap ülkelerini hedef alırken ya da Suriye halkını tehdit ederken esip gürlediği konuşmalarından farklı olarak, zayıf ve sallantılı bir pozisyon içindeydi. Pozisyonu Hamas hareketine yönelik tam bir ihaneti temsil ediyordu ve onun kendi kaderiyle yüzleşmesi gerektiğini ifade ediyordu.
Sosyal medyadaki yaygın kadın ve erkek aktivistler, bir yerlerden fikir alıp yayınlayan varlıklardır, elit ve aydın değillerdir. Aksine kendilerinin deyimiyle; ‘etkileyicidirler’. Bilgisizlik veya uzmanlaşma eksikliği nedeni ile suçlanamazlar. Ancak bu sosyal medya platformlarının doğası gereği neredeyse her şeyi konuşmak, büyük küçük her olay hakkında yorum yapmak zorundalar ve birçoğu çok geçmeden bilgisizlik ve bilinçsizlik duvarına çarptılar. Bu kişiler olaylar geliştikçe değişeceklerdir. Gelgelelim bazılarının mezhepçilik ya da köktendincilik açısından İran ekseniyle uyumlu bir ideolojik ajandaya sahip oldukları, bazılarının da sadece kendilerini oluşturanların ve destekleyenlerin politikalarını ifade eden elektronik hücreler oldukları dikkate alınmalı.
‘Filistin meselesinin’ kaderi, tüm açgözlülerin kaderini yönlendirdiği haklı bir dava olması, Gazze’nin kaderi ise Hamas’ın yönetimi altında olmasıdır. Gazze direniş ekseninin bölgede huzursuzluk ve kargaşa çıkarmaya devam etmek için oynayabileceği son karttır. Filistin meselesinin ‘kutsallığı’ ve haklılığı, Arap ülkeleri ve halklarına yönelik düşmanca politikalara bir kılıf sağlayabilir, ancak kartlar eskisinden daha açık hale geldi.
Son olarak; tüm umudumuz, Suudi Arabistan ve Arapların ‘ateşkes’ sağlama ve Filistin halkının kanını koruma çabalarının başarılı olması ve farkındalık savaşlarında mantığın kazanmasıdır.