Abdullah Utaybi
Suudi Arabistanlı yazar. İslami akımlar araştırmacısı
TT

Tarih ve siyaset üzerine düşünceler: Sahte kutsallaştırma

Bir şeyi kutsallaştırma; daha önce öyle değilken onu kutsal kılmaktır. Ulusların ve halkların tarihlerinde, bir kısmı dinin kökeninde yer alan, bir kısmı da tarihin, siyasetin ve dini kurumların dini otorite arzusu veya zamana, mekana ve duruma göre değişen çeşitli nedenlerle ve farklı şekillerde mitler yaymak için yarattığı pek çok kutsal şey vardır.

İslam mirası, bizzat İslam'ın ortadan kaldırmaya çalıştığı kutsallaştırma olgusuyla doludur; kişilerin kutsallaştırılması, fikirlerin kutsallaştırılması ve nesnelerin kutsallaştırılması. Bu üçünden, yüce ve semavi bir din olan İslam'a zarar veren, ümmete, devlete ve insana zarar veren birçok batıl ve sahte kutsallık türedi. Her önemli olgu gibi, kutsallaştırma olgusunun da nedenleri, kendisini yayanların amaçları vardı. Sebepler, yalnızca amaçların yaklaşım ve hedef açısından değil, tezahürler, isimler ve fikirler açısından farklı oldukları ölçüde farklılık gösterdiler.

Mirasımızda kutsallaştırma ile mücadele edenlerin, ölümlerinden sonra kutsallaştırmaya maruz kalmaları ilginç bir durum. Tanınmış fıkıh alimi Ahmed bin Hanbel, kutsallaştırmayı reddediyordu, ama kendisinden sonra gelenler arasında onu kutsallaştıranlar oldu. Fakih İbn Teymiyye kutsallaştırmaya karşı mücadele etti, onu reddetti ve onu yayanlara karşılık verdi, ama ölümünün ardından kendisi kutsallaştırmaya maruz kaldı, sözlerini ve fikirlerini kutsallaştıranlar ortaya çıktı. İki ismin ardından gelen bazı takipçileri de kutsallaştırmaya karşı mücadele ettiler ve onlardan sonra da onları kutsayan ve eleştirilmelerine karşı çıkan, adlarının övgü, hürmet ve takdis etme bağlamının dışında anılmasını reddeden kurumlar ortaya çıktı.

Kutsallaştırma ile mücadele edenleri takdis etmek, düşüncede gerileme, dini ise yozlaştırmaktır.

Peygamber Efendimiz bir hadislerinde şöyle buyurmuştur: "Allah'ım, imandan sonra küfre dönmekten, itaatten sonra isyan etmekten sana sığınırım."

Kur'an-ı Kerim'de ise: " o ipliğini sağlamca eğirdikten sonra bozan kadın gibi olmayın” diye buyrulmuştur.

Yaşamları boyunca kutsallaştırmaya karşı mücadele edenlerin kutsanması, genel kutsanma olgusu içerisinde incelenmeye değer bir olgudur, çünkü kutsallaştırma içinde kutsallaştırmadır ve bariz bir çelişki içermesi nedeniyle hassas bir konudur.

Kutsallaştırmayı reddeden sembollere ve onların düşüncelerine bağlı çıkar kurumları, onları yeniden kutsallaştıran, eleştirilmelerini reddeden, tarihlerinin, biyografilerinin ve etkilerinin yeniden okunmasını engelleyen kurumlardır. Bunlar dini makam ve otorite ile büyük miktarlarda paralara bağlı çıkarlardır ve bu çıkarlar yüzyıllara yayılıp daha sonra iktidar emelleri olan siyasi dini hareketler ve örgütlerle buluştuğunda, bu kutsallaştırmadan kurtulmak için etkili eleştiri yapmak neredeyse imkansız hale gelir.

Bu eleştiriyi engellemek için hilelere başvurulur. Dini otorite, konum ve nüfuz, her türlü eleştirel okumayı, fikri analizi veya bilimsel incelemeyi önlemek için kullanılır.

Hz. Peygamber'in hayatı ile büyük fitne hakkında eski ve yeni onlarca kitap yazıldı, bunlar modern tarih ve edebiyat yaklaşımlarıyla ele alındı. Arap Rönesansı döneminde Taha Hüseyin, el-Akkad ve daha pek çok kişi bunun hakkında yazdı. Keza Muhammed Abid el-Cabiri, Abdullah Laroui, Hişam Jait ve diğerleri gibi çağdaş düşünürler de bu konuda yazdılar. Hiçbir Müslümanın kutsallıkta peygamberlik makamına, dinde sahabenin makamına ulaşamayacağını herkes kabul ediyor. Ancak Müslüman geleneğinin gerilediği bazı anlarda, bazı fıkıh alimlerini veya büyük din adamlarını modern yöntemlere göre eleştirel bir şekilde okumak, haklarında kesin bilimsel analizler yapmak, kaçınılmaz ve mantıklı sorular sormak, bazı baskın dini kurumların gücünden dolayı zorlu bir göreve dönüşüyor ve yayınlanamıyor.

Müslüman geleneği, birçok düzeyde kişilerin kutsanmasına tanık oldu; hükümdarlar, halifeler ve sultanlar kutsallaştırıldı. Nitekim Haccac bin Yusuf'un şöyle dediği rivayet edilir: “Ehline halife olan mı, yoksa elçi olan mı daha yücedir?” Tarihçi İbn Kesir bu söz ile ilgili şu yorumu yapmıştır: "Eğer gerçekten bunu söylemiş ve halifelik konumunu peygamberlik konumundan daha üstün tutmayı kastetmişse, bu açık bir küfürdür.”

Aynı zamanda gelenek, fakih ve din adamlarının kutsallaştırmalarına da sahne oldu. Ama İslam'ın kutsallaştırma olgusuna karşı tutumu, açık ve net, onu ve özellikle de din adamlarının kutsallaştırılmasını tamamen reddeder. Cenab-ı Hak, Kuran-ı Kerim'de İsrailoğulları hakkında şöyle buyurmuştur: "Onlar Allah'ı bırakıp bilginlerini, rahiplerini kendilerine rab edindiler.”  

İsrailoğulları arasında görülen bu insani olgunun benzerlerine İslam tarihinde de rastlanmaktadır. Nitekim bir hadis-i şerifte şöyle denir: “Muhakkak siz, önceki ümmetlerin yolunu (âdetlerini) karış karış, arşın arşın takip edeceksiniz. Hatta onlar bir kertenkele deliğine girmiş olsalar siz de onları takip edeceksiniz.”

İslam mirasında insanlar bazı fakihleri ​​ve velileri takdis ettiler. Hanbeli İbn Teymiyye bu konuda şöyle der: “Kim, Allah'ın Resulü'nden (s.a.v) başkasını sever ve ona uyanların ehli sünnet ve cemaatten, uymayanların ise ehli bidat ve tefrika olduklarını söylerse, kendisi bidat, dalalet ve tefrika ehlindendir.” Bu bağlamda ilginç olan, bizzat İbn Teymiyye'nin, reddettiği ve kendisine karşı uyardığı bu kutsallaştırmanın öznesi haline gelmesiydi.

İbnu’l Eş’as isyanı, en-Nefs'ûz-Zekiyye isyanı, Haşhaşilerin lideri İbn Sabbah isyanı, Müslüman Kardeşler fitnesi, el-Kaide ve DEAŞ fitneleri, hepsi din adamları ile davetçilerin önderlik ettiği isyanlar ve devrimlerdir. Bir kısmı ıslah ve doğruluk istiyordu, bir kısmı ise iktidarı ve siyaseti istiyordu ve bunlar kendi zamanlarında tehlikeli, ama sonraki dönemlere etkileri bakımından daha da tehlikeliydiler. Tarihi ve siyaseti bugüne kadar değiştirdiler ve dönüştürdüler. Bazı kimlik ve düşünce meseleleri, kanlı ve şiddet dolu da olsalar, anlık siyasi olaylardan daha etkili ve daha uzun ömürlü.

Milletlerin ve halkların tarihini okuyan herkes, bazı kurum, kuruluş ve hareketlerin, açık bir muhalefet ve kesin bir karşı çıkışta bulunmadan yorum, çarpıtma ve tahrifat yoluyla ülkelerin yönelimlerini ve liderlerin görüşlerini etkilemelerinin tehlikesini bilir. Bunlar, dünyanın hem Doğusunda hem de Batısında yaşandı ve yaşanıyor ve bunlar tarihsel olarak bilinen, sosyoloji ve siyaset sosyolojisinde incelenen olgular. Bu kurumlar ve hareketler özellikle sahip oldukları pozisyonları, çıkarları ve ittifakları kullandığında, harekete geçmek ve faaliyet göstermek için boşluk alanlarından yararlandığında daha da tehlikeli hale gelirler. İdeoloji bilgisizlik ile buluştuğunda durum daha da kötüleşir ve bunlar gerçeklerin gizlenmesine, bilimsel araştırmaların ve eleştirel önerilerin reddedilmesine hizmet ederler. Böylece haklı sorular gömülür, sapkınlık yaygınlaştırılarak gerçekler örtbas edilir, bilinçli olarak anlamlar, olaylar, isimler ve fikirler birbirine karıştırılır.

Aydınlanma bir suçlama haline geldiğinde, kültür parlak fikirler değil, süslü şekiller haline geldiğinde, "felsefe" kelam ilmi haline geldiğinde ve "eleştiri" farkındalık için değil, yalnızca bayağılık için dilsel bir araç haline geldiğinde, ulus ve halkların ilim mertebelerinde ve kemâl yollarında ilerlemeleri, uzak bir gaye ve ulaşılması zor bir hedef haline gelir.

Son olarak tarihi ve siyaseti tarihsel, felsefi ve teorik olarak düşünmek ortak bir haktır ve açık bir görevdir. Ancak asıl zorluk tüm bunları gerçekliğe, zamana, mekana ve duruma uygulamak, örnekler, isimler, olaylar ve tarihler sunmak, eskiyi yeni ile ilişkilendirmek, girişleri sonuçlara bağlamaktır.