Birkaç gün önce ABD Başkanı Donald Trump Truth Social platformunda, bir protestocu kalabalığın üzerinden savaş uçağı ile geçip onlara su ve dışkı attığı yapay zeka üretimi bir video yayınladı. Sosyal medyada viral olan video, modern demokrasinin ulaştığı dibi gözler önüne serdi. Geleneksel anlamda bir siyasetle değil, demokratik süreci bir değerler sistemi yerine bir gösteriye dönüştüren, alay ve kasıtlı provokasyonlardan oluşan dijital bir karnavalla karşı karşıyayız. Bir zamanlar fikirlerin veya seçim programlarının mücadelesi olan şey, tam teşekküllü eğlence endüstrisine dönüştü. Sosyal medyada viral olmak ise gerçek ve sürdürülebilir sonuçlar olmasa bile, etki için bir kriter haline geldi. Trump, politikacıların aktör, seçmenlerin izleyici ve demokratik kurumların yalnızca sonsuz bir gösterinin sahnesi olduğu “gösteri demokrasisi” çağıyla yeni bağlantımız gibi görünebilir. Ancak bu dönüşüm bir gecede gerçekleşmedi.
ABD başkanı John F. Kennedy, 1960 yılında Richard Nixon ile televizyonda yayınlanan münazarada ilk tohumları atarak modern gösteri demokrasisinin temellerini attı. Yakışıklı ve zarif genç adam, kameraların önünde solgun ve gergin görünen ve radyodan yayınlanan konuşmalarında sesinin taşıdığı özgüveni yansıtamayan Nixon'ın siyasi üslubunu gölgede bıraktı. Kennedy'den bu yana, bir adayın görsel görünümü siyasi içerikten daha önemli hale geldi. Liderler, geleneksel hatiplerden, imajlarını ve görsel varlıklarını ustaca yöneten performansçılara dönüştüler. Ancak önce sosyal medyanın ortaya çıkışıyla, sonra da yapay zekanın içerik üretimine dahil edilmesiyle son yirmi yılda yaşananlar tüm tahminleri aştı. Bu durum, politikacıları daha iyi politikalar ve daha verimli seçimler pahasına bile olsa, en heyecan verici veya komik tweet'ler ile en şok edici ifadeler için yarışmaya yöneltti. Trump, Beyaz Saray'ı bir reality şov stüdyosuna dönüştürdü. Her tweet bir bölüm, her basın toplantısı dramatik bir an için fırsat ve her görünüm izleyicileri bir sonraki bölümü diken üstünde bekler halde bırakıyor. ABD Başkanı, modern Amerikan tarihinin en uzun soluklu eğlence programının baş yapımcısı gibi hareket ediyor ve insanların çoğunun artık yetkinlik değil, eğlence aradığının farkında.
Ancak Trump tek örnek değil. Filipinler ve Endonezya'dan Türkiye, Hollanda, İtalya, Fransa, Almanya, Macaristan ve Brezilya'ya kadar, politikacılar herhangi bir reform programından daha fazla kameraları cezbeden konuşmalar ve söylemlerle öne çıktılar. Rekabeti, spot ışıklarının altında kalmak ve en tartışmalı manşetleri oluşturmakla sınırladılar ve geleneksel medya kuruluşlarını atlatmak için sosyal medyayı kullandılar. Kendilerini siyasi düzenin “dışarıdan gelenleri” olarak sunarak karmaşık sorunlara basit çözümler sundular. Gerçekten de platformların mantığı ve algoritmaları siyasi söylemi şekillendirir hale geldi.
Örneğin, TikTok'un algoritmaları şoku, sansasyonelliği ve aşırı basitleştirmeyi ödüllendirirken, politikacılar, sözlerinin derinliği veya doğruluğu bir yana, duygunun mantığa galip gelmesi için önceden yapılandırılmış bir dünyada, sesleri en yüksek çıktığı sürece beğeni, paylaşım ve yorum peşinde koşan influencer ve içerik üreticilerine dönüştüler. Onlarca yıllık hükümet başarısızlıkları, etik ve politik skandallar ve tutulmayan sözler hem siyasi hem de siyasi olmayan geleneksel kurumlara yönelik kamuoyunun hoşnutsuzluğunu daha da artırdı. Sisteme duyulan güvenin kaybedilmesi ve gerçek yönetimin sıkıcı ayrıntıları, alternatif arayışını hızlandırdı ve en azından çılgınlıkları veya açık sözlülükleriyle “dürüst” görünen gösterişçi figürler bu boşluk anını doldurdular. Zira geleneksel demokrasi ve onun yürütme kurumları çoğunlukla bitmek bilmez komite çalışmaları, yorucu, karmaşık yasa taslakları ve uzun müzakere süreçlerinden oluşur. Bu durum, gösteriş düşkünü çağdaş siyasi tüketicinin yanı sıra, bir etki bırakmaya çalışan ama kurumsal prosedürler ve yavaşlık tarafından engellenen politikacılar için de uygunluğunu azaltıyor. Dolayısıyla Trump'ın demokrasiyi “gerçek başarıyı” engelleyen bürokratik bir yük olarak görmesi şaşırtıcı değil. Amerikan Başkanı, bir yürütme emri çıkarabilecekken neden Kongre’nin onayını beklesin ki? Bir başbakan, anayasayı çarpıtarak iradesini doğrudan dayatabilirken neden sıkıcı parlamento müzakerelerinde zaman harcasın ki? Demokrasinin karmaşıklıkları, denge ve denetim mekanizmaları konusunda derin bir hayal kırıklığı var. Batı'daki birçok kişiye hem yöneticilere hem de kitlelere demokrasi, etkili bir yönetim değil, felç için tasarlanmış bir sistem, herhangi bir anlam veya yüce amaçtan yoksun bir dizi resmi prosedür gibi görünüyor. Bu sebeple, en köklü demokrasilerde bile “güçlü” lider özellikleri, tüm bu “engelleyici bürokrasiyi” aşarak hızlı ve etkili bir şekilde uygulama becerisi etrafında dönerken, demokrasi özünde adalet ve özgürlüğü sağlamak için yavaş, bilinçli ve çoğulcu olacak şekilde tasarlanmıştır.
Belki de asıl sıkıntı, demokrasiyi saran ve güvenilirliğini sömüren krizlerin -ister 2008 finans kriziyle hesap sorma yerine muafiyet mantığıyla başa çıkılması, ister Kovid pandemisinin sonuçlarıyla yüzleşmedeki eksiklikler ve doğaçlamalar olsun- demokrasiyi ahlaki ve felsefi ağırlığının çoğundan yoksun bırakmış olmasıdır. Birçok kişinin gözünde onu “verimlilik” ve “başarı” sunağında kolayca feda edilen salt bir “sistem” ve “mekanizma”ya dönüştürmüş olmasıdır.
ABD'deki “Krallara hayır” protestoları, çağdaş demokrasinin bu eksik anlamını, bir engel veya kusur değil, bir güvence ve koruma olarak geri kazanmaya yönelik çaresiz bir girişim gibi görünüyor. Zira şov devam ediyor ve yayılıyor!