Batı'nın askeri, diplomasi ve medya yoluyla desteklediği İsrail ölüm makinesine karşı Gazze ile dayanışma amacıyla düzenlenen gösterilerden birinde taşınan küçük bir pankart ilgimi çekti. Pankartta şöyle yazıyordu: "Gazze'de başka kimin öldüğünü biliyor musunuz?” “Bu, insanlığın ve Batı demokrasisinin efsanesidir.” Batılı liderler, entelektüeller ve etkin kişiler, (tarihte ilk kez) bizzat kurbanlar tarafından kaydedilen soykırım suçu karşısında dillerini yutmayı ve sessiz kalmayı seçtiler. Dahası bu suçu güpegündüz işleyenleri, yani intikam almaya ve öldürmeye kararlı İsrail kamuoyunun da desteklediği İsrail hükümeti ve ordusunu desteklediler, arkasında durdular ve alkışladılar.
İronik olan şu ki; 7 Ekim 2023'e kadar siyasetin ve düşüncenin bu öncüleri, özgürlük ve insan hakları değerlerine, bunların evrenselliğine ve uluslararası ilişkilerdeki merkeziliğine övgüler yağdırıyorlardı. Bu tarihten sonra değerler bir anda evrensel olmaktan çıktılar, bazıları için iyi, bazıları için kötü oldular. Bir tarafın pahasına diğer tarafa verilen bir hakka dönüştüler.
Maskeler düştü ve insanların eşit olduğu ancak bazılarının diğerlerinden “daha eşit” olduğu bir Aurelien dönemine* girdik. Mesela İsrail'in kendini savunma hakkı var ama onlarca yıldır sistematik etnik temizliğe maruz kalan Filistinlilerin buna hakkı yok. Böylece bir “gerçek hak” (İsrail) ve bir “sahte hak” (Filistin) ortaya çıktı, çünkü İsrail hakkının önceliği tüm diğer hakların üzerindedir. İsrail'e tanınan bu istisnai hakla birlikte hakların evrenselliği de tarihe karıştı. Tüm halklar için barış, güvenlik, refah ve onuru garanti altına alan ortak bir insani varlığa yönelik gerçek ve samimi bir ilgiden ziyade, siyasi, jeostratejik ve ekonomik hedeflere ulaşmak için kullanılan retorik bir mekanizma haline geldi.
Batılı hümanist söylem, insan olarak varoluşumuzun başlı başına bir değere sahip olduğu önermesi ve düşünce özgürlüğü yani soru sorma, merak etme, bilgi edinme ve keşfetme özgürlüğü, insana dair her şeyi korumaya çabalama gibi değerler üzerine inşa edilmiştir. (Sarah Bakewell, Olası İnsanlık, 2023)
Siyasi ve demokratik haklar da dahil olmak üzere insan haklarının evrenselliği, özellikle Batı'nın bir tür etnik izolasyonundan doğduğu ve başka halkların değil, yalnızca Batı'nın siyasi deneyiminden ve kültüründen beslendiği için her zaman kusurlu olmuştur. Batı deneyimi ve kültürü insanı diğer varlıklardan ve doğanın kendisinden "daha üstün" bir konuma yerleştirir (oysa bu, Batılı olmayan birçok kültür tarafından kabul edilmez). Ancak çoğu ülke, halkların ulaşmayı arzuladığı bir çıta görevi gören, “insanın merkeziyetini” onurlandırma konusundaki deneyimleri için bir değer ölçüsü olan ortak değerlerin varlığını gerektiren “İnsan Hakları Evrensel Bildirisi”ni kabul ederek Batı deneyim ve kültürünü benimsedi.
Bu evrensellik aynı zamanda çatışma ve savaşların “silahlı savaşçılar ile sivil ayrımı”, “savaşa doğrudan katılmayanların hedef alınmaması” ve “şiddet uygulanmasının yasaklanması” gibi temel koşul ve ilkelere uygun hale getirilmesini sağlayacak mekanizmaların kurulmasını da gerektirmektedir. Bunlar, uluslararası insancıl hukuk adı verilen temel ilkelerdir.
Batı'nın açık desteğiyle İsrail'in Gazze'ye yönelik savaşı, yalnızca hakların evrenselliği ilkesini ve uluslararası insancıl hukuk ilkelerini ortadan kaldırmadı, aynı zamanda onlarca yıldır kendisini hümanizmin, demokrasinin ve uluslararası insancıl hukukun koruyucusu ilan eden Batı'yı, bu ilkelerin ihlalinin en büyük suç ortağı haline getirdi. Bu, onlarca yıldır bildiğimiz hümanizm, evrensellik ve demokrasi söyleminin sonunun başlangıcıdır.
Bu yazının yazıldığı ana kadar, beş aydan fazla süren ve Uluslararası Adalet Divanı’nın İsrail'in savunmasız Filistinlilere yönelik potansiyel soykırımı olarak adlandırdığı öldürme ve yıkım süreci boyunca İsrail, İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin her hükmünü, keza uluslararası insancıl hukukun tüm ilkelerini ihlal etmeyi başardı. Batı, liderleri, medyası ve entelektüelleri ise hiçbir müdahalede bulunmadı.
İsrail’in istisnalığı uzun zamandır yürürlükte olan bir ilke. Nitekim medya, Batılı diplomatik örtü ve İsrail'in “hasbara” (yani İsrail'in imajını savunmak için organize yalan üretme) mekanizmaları her zaman “tehlikeyi” savuşturmayı, eleştirenleri susturmayı ve bilhassa Filistinlilere saldırdığı zamanlarda İsrail'i mağdur olarak göstermeyi başardı. Artık maskeler düştü ve küresel vicdan Filistin'e yönelik saldırıların 75 yıldır devam ettiği, İsrail'in Batı Şeria'da apartheid rejimini benimsediği ve Gazze'de kapsamlı ve boğucu bir abluka uyguladığı, Gazze savaşının bir meşru müdafaa değil, soykırım ve etnik temizlik savaşı olduğu gerçeğine uyanmış durumda. Batı, savaşlarda insan haklarının evrenselliği ve uluslararası insancıl hukukun önceliği ile arasındaki bağı kopararak, işgalci, sömürgeci bir güç olarak İsrail'in zalim ve saldırgan olduğundan emin olduktan sonra bile İsrail'i destekledi.
Bu nedenle İsrail Savunma Bakanı Filistinlilerin “insansı hayvan” olduğunu söylediğinde, Başbakan Binyamin Netanyahu Filistinlileri, Tevrat'ta Rabbin onların, eşleri, çocukları ve hayvanları ile birlikte öldürülmesini emrettiği “Amalek" kavmi ile karşılaştırdığında ya da İsrail Cumhurbaşkanı Gazze halkı arasında hiçbir masum sivilin olmadığını söylediğinde kıllarını bile kıpırdatmadılar. Batı, tüm bu soykırım çağrılarına karşı ayaklanmadı. Hem de Uluslararası Adalet Divanı 26 Ocak 2023 tarihli kararında "telafi edilemez zararların" bulunduğunu, bir soykırım gerçekleşme ihtimali olduğunu, sivillerin korunması ve hedef alınmalarının durdurulması için “ihtiyati tedbirlerin” alınması, insani koridorlar oluşturulması, sağlık tesisleri ile diğer sivil tesislerin korunması gerektiğini kabul etmesine rağmen.
Sivilleri öldürmek ve aç bırakmak, rehinelere işkence yapmak ve infaz etmek, üniversite ve hastaneleri yok etmek, bebekleri tıbbi korumadan mahrum ederek ölüme terk etmek, sivilleri zorla göç ettirmek ve diğer savaş suçları ile insanlığa karşı işlenen suçlar, Hamas'ın kafalarını kesmekle suçlandığı 40 İsrailli bebek gibi sahte anlatılar yoluyla Batı tarafından "haklılaştırıldı" ya da daha doğrusu kasıtlı olarak göz ardı edildi, görmezden gelindi. Hamas’ın bebeklerin kafasını kestiği haberi daha sonra yalanlandı ama tabii ki iş işten geçtikten sonra. Bir diğer yalan habere gazeteciye dönüşen İsrail ordusunun eski bir kadın askerinin yazısını yayınlayan New York Times gazetesi imza attı. Eski kadın askerin "Hamas cinsel saldırıları nasıl bir savaş aracı olarak kullandı?" başlıklı tehlikeli yazısı, Batılı çevrelerin ve Batı medyasının soykırım suçlamasından sonra bile İsrail'i savunmaya devam etmesine katkıda bulundu.
İsrail'in insan haklarını, insancıl hukuku ve 1948 Soykırım Sözleşmesini açıkça ihlal ederek Gazze'nin savunmasız sakinlerine karşı yürüttüğü savaş ve onlara yönelik soykırıma varan suçları, Batı'nın askeri, medyatik ve diplomatik desteğine dayandı. Bu ise insanlık, demokrasi, insan hakları ve uluslararası hukuk söylemlerini, Batı'nın ihtiyaca ve menfaate göre yükselttiği sloganlara dönüştürdü. Bu, Batı'nın fikri, kültürel ve ahlaki hegemonyasının dağılışının başlangıcı mı? Bilhassa Güney ülkeleri ve halklarının, Batı'daki güçlülerin, nüfuz sahiplerinin ve kabuğuna saklanmış güç merkezlerinin çıkarlarına hizmet eden bir sisteme alternatifler aramanın gerekliliği konusunda artan farkındalığı göz önüne alındığında, bu oldukça muhtemel.
*Roma İmparatoru Lucius Domitius Aurelianus, 3. yüzyıl sonu- 4. yüzyıl başı "270–275 arası" çöküşün eşiğinde olan Roma İmparatorluğu'nu kurtardğı dönem. ç.n.