İngiliz romancı George Eliot (onu tanımayanlar için George Eliot, o dönemde kadınların roman yazması pek alışılmış bir şey olmadığı için erkek bir takma ad altında kitaplar yazmış bir kadındır. Her ne kadar bizim ülkelerimizde bazısı aksini iddia etse de, İngiltere’de kadınlara George adı verilmezdi) 1876'da son olan "Daniel Deronda" romanını yazdığında, kitap kültürel bir Balfour Deklarasyonuydu. Yahut Siyonist düşünce kültür ile iş birliği yaptığında edebiyat içinde Balfour Deklarasyonu'nun taşlarını döşeyen kültürel bir örgü kapsamında yer alıyordu.
Bu iş birliği William Wordsworth ve Lord Byron gibi 18. yüzyıldaki Romantizm akımı yazarlarının çalışmalarıyla, yani George Eliot'tan onlarca yıl önce başladı. Peki bu makalenin başlığında da belirtildiği gibi George Eliot ile Joe Biden arasındaki ilişki nedir?
George Eliot'un romanı, kültürel Balfour Deklarasyonu'nun parlak bir resmini çizerek, tıpkı 20. yüzyılın altmışlı yıllarında BBC'nin ürettiği filmler ve sahnelenen oyunlar gibi bir tür popüler kültür haline geldi. Roman, ebeveynlerini ve kökenlerini bilmeyen, evlatlık olan başkahraman Daniel Deronda’nın kimlik arayışı ve kişisel kurtuluş kavramı etrafında dönüyor. Deronda Yahudi kızı Mirah ile tanışıp onun topluluğuna karışınca kendi Yahudiliğini ve kökenini keşfeder. Bunlar romanın ikinci cildinde geçer. Birinci cilt ise ailesinin servetini kaybetmesinin ardından kurtuluşunu zengin ama acımasız ve zalim bir adamla evlenmekte bulan Gwendolen karakterini konu alır. Bu adamla evlendikten sonra Gwendolen onunla kötü bir hayat yaşar (burada George Eliot'un "feminist" yanı ortaya çıkar) ve ardından kurtuluşu Daniel ile Mirah’nın elleriyle gerçekleşir.
Daniel kendini aradığı bir dönemdedir ve Yahudiler için bir vatan kurmayı hayal eden ve Daniel’den bu davayı benimseyerek onun halefi olmasını isteyen Mordecai ile tanışır. Kurtuluş artık bireysel değildir, aksine, romantik bir bağlamda, kolektif kurtuluş için İsa'nın Krallığının kurulması bağlamında en büyük ve en geniş hayalin gerçekleştirilmesine dönüşmüştür. Romanı ABD Başkanı Joe Biden'a bağlayan kısım burasıdır.
Joe Biden, bu kültürel Siyonizmin ya da babasının kendisine söylediği gibi ideolojik Hıristiyan Siyonizminin bir parçasıydı. ABD başkanı olmadan önce Başkan Biden ile farklı zamanlarda saatlerce oturma fırsatım oldu. Onun kültürel Siyonizmini doğrudan kendisinden dinledim ve o zamanlar bunun Hıristiyan romantizmi çerçevesi içinde olduğunu düşündüm. Belki Siyonizm bir zamanlar böyleydi, fakat Biden'ın fark etmediği husus, Siyonizm'in kendini keşfetme hayallerinden, Batı'daki Yahudilerden, Hıristiyan Siyonizmini benimseyen bazı Protestanlar ile az sayıda Katolikten kurtulmaya çalışanların yöntemiyle bir anavatan inşa etme aşamasına geçtiğinde yaşadığı dönüşümlerdi. Bu dönüşümlerin sonunda Siyonizm, Rusya ve Doğu Avrupa'dan gelen Siyonistler için yerleşim birimleri inşa ederek genişleme aşamasına geçti.
Joe Biden'ın tanıdığı Siyonizm, Şimon Peres ve İzak Rabin türündeki Siyonizm’dir. Emperyalizmine ve şiddetine rağmen “kibbutz” (sosyalist tarım toplulukları) ve kapitalizmden ziyade sosyalizme daha yakın bir toplum inşa etmek gibi kültürel bir boyuta sahipti.
Bunlar İsrail'in bir devlet ve toplum inşa etme sürecinin başlangıcıydı. Ne var ki bunlar inşa edildikten sonra İsrail, Soğuk Savaş döneminde ve bitiminden sonra Rusya ve Doğu Avrupa'daki Yahudileri kendisine çekmeye çalıştı. İşte o zaman Siyonizm, eski bir devlet inşa etme hayalinden, yeni göçmeler ile birlikte gelen organize suç grupları ve şiddet suçları yoluyla yayılmacı yerleşim yerleri inşa etme aşamasına geçiş yaptı.
On yıllar içinde İsrail Siyonizm'i değişti ve Maliye Bakanı Bezalel Smotrich ve Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben Gvir gibi aşırı sağcı politikacılar üretti. Bu ikisi yerleşimciler tarafından temsil edilen organize suç gruplarının siyasi cephesini temsil ediyorlar.
Başkan Joe Biden Siyonizmin yumuşak yüzü Şimon Peres ya da Balfour Deklarasyonu, hatta kimlik arayışı ve İsa'nın Krallığını kurma literatürünün ürettiği kültürel Balfour Deklarasyonu döneminde kalmış. Yaşı ilerledikçe yeni İsrail toplumu içinde Siyonizmin Kafka'nın aynı isimli romanında söylediği gibi, dönüşümlerden (metamorfoz) geçtiğinin farkında değil. Tanrı'nın toprak vaat ettiği bir halkın romantik anavatan inşasından, Tanrı'nın vaadini veya Balfour Deklarasyonu'nu umursamayan, aksine suç işleme yoluyla güce inanan suç gruplarına geçiş yaptığının ayrımına varamadı.
Bu, İsrail'de devlet inşasındaki dönüşümlerin kültürel kökenlerine ilişkin ilk makaledir. Bu dönüşümler Karl Marx'ın kapitalizm için dediği gibi, kendi ölümünün tohumunu yüreğine ektiğinin farkında olmadan İsrail’i yavaş yavaş suç dünyasına itiyor. Bu konuya devam edeceğiz.