Daha önce de bahsettiğimiz Hasan Nasrallah'a yakın daire ve Hizbullah’ın kuluçka çevresinde dolaşanlara ve söylenenlere dönecek olursak; Genel Sekreter, Dini Lider Ali Hamaney'in itidalli davranmaları ve ne tür provokasyonlara maruz kalırlarsa kalsınlar Hizbullah’ı İsrail ile bir savaşa dahil etmemeleri yönündeki direktifi kendisine bildirildiğinden beri aşırı öfkenin karıştığı bir hayal kırıklığı duygusuna kapılmıştı. Hayal kırıklığı, Nasrallah'ın 19 Eylül'deki son konuşmasında açıkça görülüyordu; düşmanla savaşının devam ettiğini söyleyerek, eğer askeri müdahale mümkün değil ve kendisini zor durumda bırakacak ise İran'a “manevi destek” verme çağrısında bulunmuştu. Bazı yerel ve uluslararası gazetelerde yer alan bilgiler iki hususa işaret etti. Birincisine göre, Hizbullah’ın lider kadrosunda Tahran'daki Dini Liderin talimatlarına uyma ve savaşa sürüklenmeme çağrısında bulunan bir grup ile savaşın çıktığını ve bunun düşmana zarar vermek, Hizbullah'ın her türlü çıkar ve hesapların üstünde olan itibarını yeniden tesis etmek için bir fırsat olduğunu söyleyen diğer bir grup arasında keskin bir bölünme meydana gelmişti. Nasrallah, ortada durmayı sürdürdü, ta ki çağrı cihazlarının patlatılmasına ve ardından gelen suikastlara, Lübnan'ın her yerini, özellikle de Hizbullah’ın genel merkezi ve atan kalbi olan Beyrut'un güney banliyölerini hedef alan İsrail hava saldırılarına kadar. Bu, Genel Sekreter'in artık bir yanıt vermenin gerektiği konusunda ikna olmasına yol açtı. Bu yüzden güvendiği akrabalarından birini, Dini Lider’e hitaben direktifine uymadığı için kendisinden af dileyen, tüm sınırları aşan düşman saldırılarına yanıt olarak hassas balistik füzeler kullanma kararını kendisine bildiren bir mesajla birlikte Bağdat üzerinden gizlice Tahran'a gönderdi. Dini Lider yanıtın ertelenmesini ve Kudüs Gücü Komutan Yardımcısı Abbas Nilfuraşan, başta Hasan Nasrallah olmak üzere Hizbullah liderliğinin en dar dairesi ile acil bir toplantı yapmak üzere Beyrut'a gelene kadar beklenmesini isteyen bir yanıt gönderdi. Bu, geçen cuma günü öğleden sonra İsrail uçakları tarafından hedef alınan ve katılanların, 80 ton patlayıcı taşıdığı tahmin edilen bir dizi füzeyle öldürüldüğü toplantıdır. İsrail Ordu Sözcüsü'nün açıklamalarına göre bu saldırıdan birinin bile kurtulması imkansızdı.
Hasan Nasrallah'ın öldürüldüğünün duyurulmasının ardından, İran'ın savaşa katılmaması ve Nasrallah'ın arkasını korumaması nedeniyle Hizbullah saflarında ve kuluçka çevresinde büyük bir öfke oluştu. Pek çok kişi, İran'ın hassas balistik füzelerin ve hatta İsrail insansız hava araçları ile uçaklarına karşı sahip olduğu uçaksavar füzelerin kullanılmasına neden yeşil ışık yakılmadığını sorguluyor. İran'ın, başkanlık seçimlerinin ardından ABD ile kurulacak müzakere masasında karşılığını almak için Nasrallah'ı ve Hizbullah’ı feda ettiğine dair yaygın bir inanış var. Ancak bunların hepsi bir spekülasyon olarak kalıyor. Kesin olan şey, İsrail'in yerleşim alanları dahil nerede bulunursa bulunsun Hizbullah’ın merkezlerine, depolarına ve platformlarına yönelik saldırılarının şiddetinin yanı sıra, çağrı cihazları ile telsizlerin patlatılmasının Hizbullah’ın dengesini kaybetmesine neden olduğudur. Hasan Nasrallah ve en önemli kurmaylarının öldürülmesi ile de Hizbullah parçalandı. Yaşam araçları üzerindeki 33 yıllık demirden kontrolünün ardından kuluçka merkezi tam bir kayboluş içinde.
Nasrallah suikastının ardından sosyal medyada şu yorumun eşlik ettiği bir İran halısının fotoğrafı yayıldı: “İranlılar halı dokumada çok iyiler ve yıllarca sabırla bir halı dokurlar ama sonunda onu satarlar.” Bu ifade İran'ın Hizbullah ile ilişkisini değil, Hasan Nasrallah ile ilişkisini özetliyor. İran'da halı sektörü, biten her halı satılmasına rağmen varlığını sürdürüyor. Ama durum Hizbullah için farklı, zira nasıl her salona göre bir halı varsa her aşamanın da adamları vardır. Nasrallah gitse de Hizbullah kalacaktır. İran Hizbullah’ın çektiklerini çekmek istemiyor, nitekim Reuters'in haberine göre İran Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan pazar günü şöyle dedi: “İsrail'in, İran ile müttefik (direniş ekseni) ülkelerine birbiri ardınca saldırmasına izin verilmemelidir.”
Pezeşkiyan, Lübnan'ın İran projesinin körüklediği savaş ateşine katlanmaya devam etmesini istiyor.
Ancak en tuhafı ve en gülünç olanı, Kudüs Gücü Komutanı İsmail Kaani'nin pazar günü yaptığı şu açıklamaydı: “Filistin'e ulaşıp Kudüs'ü özgürleştirene kadar Hizbullah'ın arkasında duracağız.”
O ve cumhurbaşkanı, dünya Nasrallah suikastına İran'ın vereceği askeri yanıtı (salı günü İran birkaç füze fırlattı) beklerken ve İsrail Lübnan sınırına yüzlerce tank gönderirken, İsrail uçakları da Lübnan'ın birçok bölgesine hava saldırıları düzenleyerek daha fazla yıkıma yol açarken, işte bu açıklamaları yaptılar.
Keşke Kaani ülkesi İran'ın arkasında dursa, çünkü Hizbullah'ın İran'a “ödül olarak” kendisini iki kez savaşa sürüklemesi Lübnan için yeterli. Her halükârda Nasrallah'ın ve Hizbullah döneminin sona ermesinin ardından devlet, uluslararası toplumun talep ettiği gibi rolünü geri kazanabilir. Temsilciler Meclisi Başkanı Nebih Berri'nin, hiç kesilmeyen Amerikan-Batı desteğiyle, bunun gerçekleşmesinde geçici bir rolü olabilir. Ne var ki bu yakın vadede olmayacak, ancak ülke genelinde, dahası Suriye topraklarında askeri ve siyasi şahsiyetlere karşı İHA ve uçaklar ile düzenlenen suikastlar yoluyla Hizbullah’ın geri kalan liderleri ve direniş güçleri etkisiz hale getirildikten sonra mümkündür. Wall Street Journal gazetesi de İsrail komando timlerinin tünelleri, tahkimatları ve üsleri yıkma görevlerini tamamladıktan sonra İsrail'deki üslerine çekilecekleri hızlı kara operasyonları için hazırlık yaptığına ilişkin bilgi verdi.