Nedim Kuteyş
Lübnanlı gazeteci
TT

Direniş sonrası Lübnan

Direniş terimi onlarca yıldır Lübnan siyasi söylemine hâkim oldu ve İsrail'in 2000 yılında Lübnan'dan çekilmesinden itibaren daha da yaygınlaştı. Cumhurbaşkanı seçilen Joseph Avn'ın yemin töreninde yaptığı konuşmada direniş ifadesinin yer almaması, Lübnan'daki güç dengelerini belirleyen egemenlik ilişkilerinde yaşanan derin değişimin işaretinden başka bir şey değildi.

Bu ifade-totemin yokluğu, milislerin devlete ve topluma tecavüzünün ülkeyi kontrol ettiği bir dönemin sonunu müjdeliyor. Lübnanlılar daha önce de “süreç ve kader birliği” ifadesinin siyasi söylemden kayboluşunu deneyimlemişlerdi. Bu ifade de devrik Suriye rejiminin Lübnan üzerindeki gayrimeşru hegemonyasını pekiştirmek için dayattığı siyasi bir tılsımdı.

Dil, siyasal ilişkiler bağlamında iktidarı formüle etmenin ve hegemonya kurmanın merkezi bir aracıdır. Gerçekliği kontrol etmek için kelime dağarcığını ve kavramları kontrol eden kapalı ideolojiler bunun fazlasıyla farkındadır. Belirli bir kelime dağarcığı veya çoğu zaman kısa ifadeler aracılığıyla bir otorite, siyasal ve toplumsal sözlüğe egemen olur; böylece dayatılan gerçeklik ne kadar yanlış olursa olsun, dünyayı ve ilişkilerini anlamamızı sağlayan bilinci yeniden şekillendirir.

Sözcükleri kontrol eden anlatıyı da kontrol eder; bu da kapalı ideolojilerin kullandığı slogan ve sözcüklerin çözümlenmesi sürecini, bilincin özgürleşmesi, hegemonyanın dağılması ve iktidar ilişkilerinin belirli bir siyasal anda yeniden şekillenmesi süreci haline getirir. Dolayısıyla cumhurbaşkanlığı yemin töreni konuşmasında yer alan bu siyasi eğilimin, 7 Ekim 2023'teki Aksa Tufanı operasyonu ve onu takip eden Gazze ve Lübnan'daki eşi benzeri görülmemiş savaştan bu yana bölgenin tanık olduğu büyük dönüşümler olmadan gerçeğe dönüşmesi mümkün olmazdı. Bu savaş Hamas ve Hizbullah'ın darmadağın olmasına yol açtı ve Suriye'de Esed rejiminin devrilmesine, İran'ın hem Suriye’den hem de genel olarak Maşrık’tan (Levant) çekilmesine zemin hazırladı!

Hizbullah, aldığı darbenin sadece askeri veya siyasi bir yenilgi olmadığını, Lübnan içindeki meşruiyetini kaybetmesine neden olan ve silahlı varlığını meşrulaştırmasını imkânsız hale getiren bir dönüm noktası olduğunun farkında.

Sözde direnişin Lübnan’ı koruyamaması, başından beri bu iddiaya kuşkuyla yaklaşanlar için şaşırtıcı değildi ama bugün Hizbullah’ın kendi çevresi için bile belirgin bir gerçek haline geldi. Hizbullah’ın bölgesel bağlantıları ve vekalet savaşları nedeniyle en ağır kayıpları veren bu çevre, sadakatinin bedelinin vaat edilen kazançtan fazla olduğunu ve aslında kendisini temsil ettiğini iddia eden projenin ilk kurbanı olduğunu anladıktan sonra, şimdi kendisini koruduğunu iddia eden milis grup ile doğrudan karşı karşıya geldi.

Bu benzeri görülmemiş tarihi bölgesel ve Lübnanlı olaylar, Hizbullah'ın siyasi ve ideolojik hegemonyası tarafından bastırılmış, her zaman derin bir halk arzusunu temsil etmiş olan yarı saklı Lübnan söyleminin, Meclis çatısı altında genel ve resmi söyleme dönüşmesi için bir fırsat sağladı. Cumhurbaşkanı Joseph Avn'ın dile getirdikleri, özünde, sözde direnişin sahte sloganlarından ve yüklerinden bıkmış Lübnanlıların sesiydi. Bu, onun seçilmesini sadece siyasi bir hadise olmaktan çıkarıp, Lübnan'ın kurumları yeniden inşa edebilecek, iç ve dış güveni yeniden tesis edebilecek ve Lübnan'ı varoluşsal krizden kurtarabilecek lidere olan acil ihtiyacına bir yanıt haline getirdi.

Lübnanlılar ister son savaşta yıkılanları yeniden inşa etmek, ister yönetim ve yargının etkinliğini yeniden sağlamak, ister Hizbullah'ın Avncı hareketin temsil ettiği “hastalıklı siyasi durum” ile ittifak halinde körüklediği mezhepsel kutuplaşmayı azaltmak, daha da önemlisi, milisleri silahsızlandırmak, Lübnan'ın bölgesel konumunu bölgedeki siperleşmeden uzakta geri kazanmasına ilişkin uluslararası kararları hayata geçirmek konusunda olsun, Lübnan'ın iyileşmek için gerçek bir fırsata sahip olduğuna dair güçlü bir kanaate sahipler.

Ancak Joseph Avn döneminin karşı karşıya olduğu zorluklar çok büyük ve karmaşık. Bu zorluklardan ilki, ateşkes anlaşmasının uygulanması kapsamında Hizbullah’ın askeri yapılanmasının tasfiyesinin tamamlanması, Lübnan'ın tereddütsüz bir şekilde yeni bir döneme, “milissiz Ortadoğu” dönemine geçişinin kararlılıkla gerçekleşmesidir.

İkincisi, yıllarca süren yolsuzluk ve mezhepsel egemenlik sonucu aşınmış olan devlet kurumlarına yönelik halk, bölge ve uluslararası güvenin yeniden inşa edilmesidir. Bu madde, ülkeyi yağmalayan çetenin yapılanmasının dağıtılmasının önünü açarken, bölgesel ve uluslararası destekle ekonomik ve mali krize ciddi çözümler bulunmasının da kapısını aralamakta, İsrail'in Lübnan'dan tamamen çekilmesini ve egemenliğinin tam olarak yeniden sağlanmasını güvence altına almaktadır.

Üçüncüsü, 2026'daki meclis seçimleri için Lübnan'daki iç siyasal gerçekliğin yeniden düzenlenmesidir. Seçimlerin iç gerginliğin yeniden canlandırılmasının, cumhurbaşkanlığı dönemlerinin boşa geçmesinin önünü açacak, herhangi bir dışlama veya tahakküm olmaksızın, ülkedeki yeni siyasal dengeyi yansıtması umulmaktadır.

Bir kez daha Lübnan'da Joseph Avn'ın cumhurbaşkanı seçilmesi, ülkenin yeni bir döneme girdiğini açıkça deklare etti. Siyasi sistemin kurumları içerisinde, bölgesel ve uluslararası baskıların da etkisiyle Hizbullah'ın temsil ettiği her şeye karşı halkın ve siyasetin karşı çıkışını ifade etti.

Bu, Lübnan'ın Filistin Kurtuluş Örgütü'nün silahına ülkenin kapılarını açan 1969 Kahire Anlaşması'ndan, Hizbullah'ın 8 Ekim 2023’te tek başına ilan ettiği destek savaşına kadar onlarca yıldır üzerinde yük olan mirastan kurtulması için eşi benzeri görülmemiş bir fırsattır. Bu, “yıkım ve savaşların Ortadoğusu”ndan çıkıp “ekonominin, kalkınmanın, entegrasyonun ve barışın Ortadoğu’suna geçiş yapan modern, demokratik, egemen bir devletin yeniden inşasının taşlarını döşeyen yeni bir başlangıçtır.