Osman Mirgani
Şarku'l Avsat'ın eski editörü
TT

Ordunun hedef alınması ve Sudan'a yönelik tehlikeleri

Sudan, dışsal uzantıları ve müdahaleleri aşikar olan şiddetli bir iç savaş ile karşı karşıya bulunuyor. Bunların en sonuncusu Mısır'a bitişik Sudan-Libya sınırının oluşturduğu üçgende yaşanan olaydı. Hal böyleyken bazı taraflar Sudan ordusunu zayıflatmaya yönelik kampanyalarını sürdürüyor. Bazıları yenilmesini diliyor, diğerleri dağıtılmasını istiyor, bazıları da ajandalarını belirsiz bir ordunun yeniden inşası sloganının arkasına saklıyor.

Bu kampanyada kullanılan en yaygın sloganlardan biri, orduyu “Müslüman Kardeşler ordusu” veya düzenli bir ordudan ziyade partizan bir milis grup olarak damgalamak için tekrarlanan suçlamalardır.

Ordu, Müslüman Kardeşler üyelerini içerse de diğer siyasi hareketlere mensup veya hiçbir siyasi harekete mensup olmayan ya da Müslüman Kardeşlerle hiçbir bağlantısı bulunmayan geniş bir Sudanlı kesimi de içeriyor. Bugün birleşik kuvvetler ile gönüllü tugayları dahil orduyla birlikte savaşanların büyük bir kısmı bu geniş kesimdendir. Dahası bunlar içinde Aralık devrimine katılan gençler ile uzun zamandır eski rejime muhalif olanlar da var. Kimse bunları Müslüman Kardeşler üyesi olarak sınıflandıramaz.

Farklı pozisyonlarına rağmen birçok uluslararası ve bölgesel taraf, Sudan devlet kurumlarının, özellikle de silahlı kuvvetlerin korunmasının gerekliliği konusunda hemfikir. Zira ordunun çöküşü, yalnızca bir tarafın askeri bir çatışmada yenilgisi değil, aynı zamanda devletin kendisinin çöküşü, bir kaos ve bölünme tüneline girilmesi anlamına geliyor. Bu pozisyonun arkasında duygular yok, aksine herkesin aşina olduğu deneyimlerin gerçekçi bir okuması var.

Modern tarih, ulusal orduları çöker çökmez kanlı çatışmaların arenası haline gelen ülkelerin trajik örneklerini sunar. 2003 işgalinden sonra Irak yakın bir örnektir. ABD’li yönetici Paul Bremer'in Irak ordusunu dağıtma kararı, el-Kaide'den DEAŞ'a kadar silahlı gruplar tarafından doldurulan büyük bir güvenlik boşluğuna yol açtı. Irak şehirleri savaş alanlarına dönüştü, devlet kurumları çöktü ve ülke mezhepsel şiddete gömüldü.

Libya'da birleşik bir ordu kurma planı olmadan Kaddafi rejiminin devrilmesi, çatışan silahlı grupların ortaya çıkmasına ve çok sayıda yabancı müdahalenin eşlik ettiği yıkıcı bir savaşın patlak vermesine yol açtı. Somali'de Siad Barre rejiminin devrilmesinden sonra ülke parçalandı ve savaş ağaları tarafından kontrol edilen nüfuz bölgelerine dönüştü. Bu da yıkıcı bir iç savaşa, yaklaşık 20 yıl boyunca devlet kurumlarının çökmesine yol açtı ve ardından eş Şebab gibi radikal örgütlerin ortaya çıkmasıyla sonuçlandı.

Arap ülkelerinin deneyimleri bir istisna değil. Afrika'da da felaket çeşitli biçimlerde tekrarlandı. Kongo Demokratik Cumhuriyeti'nde (eski adıyla Zaire), Mobutu Sese Seko'nun ordusunun çöküşü, dokuz Afrika ülkesinin ordularının katıldığı ve milyonlarca insanın hayatına mal olan Birinci ve İkinci Kongo Savaşları'na yol açtı. Liberya'da, ordunun dağılması, yaklaşık çeyrek milyon insanın ölümüne yol açan bir iç savaşa neden oldu.

Bu örneklerden çıkarılacak ortak ders, ulusal ordunun “çadırın direği” olduğu ve eğer çökerse tüm devletin çökeceğidir. Sudan'a gelince, ordu iç çatışmalar, dış baskılar veya kötü siyasi kararlar nedeniyle çökerse veya dağıtılırsa, ülke felaket senaryolarıyla karşı karşıya kalacaktır:

- Güvenlik ve polis hizmetleri sona erecek, bu da yaygın kaosa ve suça yol açacaktır.

- Güvenlik boşluğu, özellikle dışlanmış bölgeler kartının kullanılması sebebiyle yeni ayrılıkçı taleplere kapıyı açacak tehlikeli kabileler arası ve bölgesel çatışmaların, güç ve para için savaşan milislerin yükselişinin önünü açacaktır.

- Milis veya silahlı grupların sığınak veya kaynak olarak gördüğü sınırlarda çatışmalar patlak verecektir.

- Kaos ve güvenlik boşluğu ortamında faaliyetleri için verimli bir ortam bulacak terör örgütleri ortaya çıkacaktır. Nitekim bölgesel ortamın, Sudan'ın sınırlarından çok da uzak olmayan Afrika'nın Sahel bölgesinde bu örgütlerin artan faaliyetlerine sahne olduğunu belirtmekte fayda var.

- İstikrarsızlık, komşu ülkeler ve bölgedeki güvenlik için bir tehdit oluşturacaktır.

- Tüm bu huzursuzluk, benzeri görülmemiş insani felaketlere yol açacak, açlık krizleri ve mülteci dalgaları daha da büyüyecektir.

- Sudan'a yabancı müdahaleye kapı açacaktır.

Özetle, Sudan ordusu çöküşe karşı “son savunma hattıdır” ve tarihsel tecrübeler, ulusal orduların özellikle çalkantılı bir ortamda ve artan bölgesel ve uluslararası çatışmalar ortasında dağıtılmasının mutlaka demokrasiye değil, kaosa yol açtığını göstermektedir.

Orduyu reforme etmek, reforma ihtiyaç duyan diğer birçok Sudan devlet kurumu gibi elzemdir. Ordu komutanlarının kendisi de özellikle savaşın sonuçları, barış anlaşmasını imzalayan silahlı hareketlerin entegre edilmesi, çok sayıdaki silahlı hareket ve yedek ordular olgusunun sona erdirilmesi meselesi göz önüne alındığında, reformun öneminden bahsediyorlar. Böylece silah yalnızca devletin elinde olacaktır. Ancak bu reform hiçbir koşulda orduyu dağıtmak veya onu zayıflatacak şekilde yeniden inşa etmek anlamında olmamalıdır.

Sudan bugün kendisini koruyacak, komploları ve emelleri püskürtecek güçlü bir orduya her zamankinden daha fazla ihtiyaç duymaktadır. Hedef tahtasında olduğu giderek daha fazla ortaya çıkan vatanı koruma temel misyonuna kendini adamış, siyaset bataklığından uzak duran güçlü bir ulusal orduya her zamankinden daha fazla gereksinimi vardır.