Ortadoğu'da iki siyasi sorun, on yıllardır kısmi bir çözüme bile ulaşılamadan sürüncemede kalmıştır. İlki Filistin sorunu, ikincisi ise Kürt sorunudur. İkisi arasında birçok benzerlik var; özellikle de çatışmanın nasıl yönetildiği konusunda.
İlk sorun olan Filistin sorununu ele alalım. Bu sorun, BM Genel Kurulu tarafından 29 Kasım 1947'de açıklanan 181 sayılı BM kararı ile ele alındı. Taksim Kararı olarak bilinen bu karar, Filistin topraklarını, toprakların yüzde 55'ini bir Yahudi devleti ile yüzde 45'ini bir Arap devleti arasında taksim ediyordu. Ertesi gün Yahudi Ajansı, bazı çekincelerle kararı kabul ettiğini açıkladı, Filistin siyasi eylemlerine öncülük eden Arap Yüksek Komitesi ise kesin bir dille reddetti.
Birçok Arap yazısı, bu reddin siyasi hesaplara değil, duygusallığa dayandığını söylemiştir. Duygusallık, bu toprakların Filistinlilere ait olduğunu, bu insanların dışarıdan geldiklerini ve orada kalma haklarının olmadığını söylüyordu. Bu, uluslararası sahnedeki değişen koşullara ve şartlara rağmen, onlarca yıldır geçerliliğini koruyan bir anlatı. Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ), bir dizi savaştan sonra 1988'de Cezayir'de düzenlediği toplantıda taksim çağrısı yapan 181 sayılı kararı kabul edene kadar bu durum değişmez bir gerçekti. Ancak bazıları yine aşırı olmayı sürdürdü.
Fransız-Lübnanlı yazar Amin Maalouf'un “aşırı talepte bulunma” olarak adlandırdığı bir gelenek ortaya çıktı ve bu hastalık Arap siyasi kültüründe kökleşti. 1967 felaketine yol açan bu hastalık, bu ve diğer konularda Arap siyasi kültüründe derine yerleşti. Nitekim merhum İsmail Heniye suikastının ardından bir Hamas liderinden, denizden nehre kadar tüm toprakları kurtarmak için mücadele verildiğini (!) duymuştuk.
Bugün Filistin sorununun “iki devletli çözüm” olarak bilinen temelde çözüm olasılığı ufukta beliriyor, ancak aşırı taleplerde bulunma, yani imkânsızı elde etme umuduyla mümkün olanı reddetme birçok kişi arasında hâlâ derinlemesine kök salmış bir halde.
Coğrafyasının farklılığına rağmen Kürt sorununda da durum tam olarak budur. Karmaşık siyasi ve bölgesel koşullara dayalı olarak ortaya çıkan tarihi fırsat, Irak Kürdistan Bölgesi’nin özerkliğiydi. Ancak bağımsız bir Kürt devleti fikri, Saddam Hüseyin rejiminin devrilmesinden yaklaşık 15 yıl sonra, imkânsızı başarma çabasıyla gün yüzüne çıktı. Irak Kürdistan Bölgesi’nde, özerk yönetimin bağımsız devlet olması için bir referandum düzenlendi. Kayıtlı seçmenlerin yüzde 72'si referanduma katıldı ve sonuç olarak yüzde 92'si bağımsızlık için “evet” oyu kullandı. Bu da bir tür “aşırı talepti”. Özerklik elde ettikten sonra bazıları bu kez bağımsızlığı arzular oldu, ancak 25 Eylül 2017'de düzenlenen bu referandumun sonucu sahada hayata geçirilemedi ve Ortadoğu'daki karmaşık koşullar nedeniyle bunu başarmak zaten imkânsızdı.
Türkiye'deki Kürt sorunu, Türk hükümetiyle uzlaşıya varma konusunda bir fırsat penceresi elde etmişti. Bu pencere, Türk hükümetinin silahlı Kürdistan İşçi Partisi'ne (PKK) bazı tavizler verdiği 2013-2015 yılları arasında açılmıştı. Ne var ki, PKK içindeki bazı gruplar bu teklifi reddetti ve o dönem Türk hükümetinin “terör” olarak nitelendirdiği bir dizi eylemde bulundu. Bir çözüme varma girişimi başarısız oldu. Türk hükümeti ise milliyetçi sağla ittifak kurdu ve bu da herhangi bir çözüme ulaşma kapısını kapadı.
Sonunda PKK silahlarını bırakmaya ve Türk hükümetiyle uzlaşmaya karar verdi. Ancak mevcut çözümde sunulanlar, 2013-2015 yılları arasında sunulanların gerisinde kaldı. Diğer bir deyişle, o tarihlerde sunulanlar, üstesinden gelinemeyecek siyasi ve uluslararası koşulların farkında olmadan, daha iyisini elde edebileceklerine inanan politikacılar için kaçırılmış fırsatlardı.
Aynı durum neredeyse Suriye Kürtleri ile de yaşanıyor ve burada da fırsat kaçırılıyor. Yarım asırdır vatandaşlıktan ve normal bir insan yaşamından mahrum bırakılan Suriye, baskıcı bir yönetimin ardından geri dönüyor. Ancak Suriye Kürtleri, bunun mümkün olan en büyük imtiyazları elde etmek için bir fırsat olduğuna inanıyor. Bu da bir kez daha fırsatın kaçırılmasına neden olacak, zira dünya genelinde ülkeler “birleşik bir Suriye” çağrısında bulunuyor ve bu koşullar altında Suriye'deki Kürt bağımsızlığını kabul etmeyeceklerdir.
Mevcut koşullar, tüm vatandaşlarının eşit hak ve görevlere sahip olduğu, tüm bileşenlerini kucaklayan demokratik bir Suriye devleti sunmaktadır. Suriye Kürtleri bu fırsatı değerlendirmeye çalışırsa akıllıca olur. Başka türlüsü fırsatı heba etmektir!
Filistin sorunu ile Kürt sorunu, küresel dönüşümleri kavrayamayan bazı liderlerin iradesiyle karmaşık bir hal aldı. Her şeyi elde etmeye çalışıyorlar, ama çoğu zaman hiçbir şey elde edemiyorlar.
İmkânsızı elde etmek için mümkün olanı reddetmek yaygın bir uygulama. Mümkün olanı reddedenler büyük alkış alırken, mümkün olanı kabul edenler ise sert hakaretlerle karşılaşıyor; çünkü henüz rasyonel metodolojiye dayalı bir siyasi düşünce yerleşmemiş durumda.
Son söz; siyasette, olayların “ideolojik” veya “tek taraflı” bir yorumu nihayetinde felakete yol açmaktadır!