Nebil Amr
Filistinli siyasetçi ve yazar
TT

Trump, İsrail'i kendisinden kurtarmayı başarabilecek mi?

İsrail, ABD himayesinde imzalanan metinden ne zaman sapsa ki bu defalarca tekrarlandı, Washington'da hem resmi Amerikan çevrelerinde hem de nüfuz sahibi Yahudi kurumlarında “İsrail'i kendisinden kurtarın” sloganını dillendirenler olurdu. Bu slogan, yönetimin hedefleriyle uyumlu pratik sonuçlar verirdi.

Günümüzde hiçbir Amerikalı yetkili bu sloganı kelimesi kelimesine dile getirmedi, sadece Başkan Trump aynı anlamı taşıyan açıklamalarla benzer şeyler söyledi. Bunların en net olanı, Binyamin Netanyahu'ya söylediği “Dünyayla savaşamazsınız” sözüydü. Bu sözle İsrail'in uluslararası izolasyondan muzdarip olduğunu açıkça ve doğrudan belirtiyordu; ancak “Bunu yaparken ABD'yi de bu izolasyona sürüklüyorsunuz” diye eklemedi.

Tüm paradoksların başı olarak nitelendirilebilecek paradoks ise iki yıllık savaş sırasında yaşanan gelişmelerin ve Ortadoğu'daki etkilerinin, ABD'ye bölgedeki varlığını ve çıkarlarını güçlendirmek için altın fırsatlar sunmuş olmasıdır. Ancak İsrail, bu fırsatların etkili bir şekilde değerlendirilmesini engelleyendir. Nedeni de İsrail'in politika yapımında dayandığı temel ilkedir; ABD-Ortadoğu ilişkilerinde, bölgedeki diğer müttefiklerinin aleyhine bile olsa, önceliğin İsrail’in tekelinde olması.

Başkan Donald Trump, bu döneminde Ortadoğu'yu iki kez ziyaret etti. İlki, başkanlığı devraldıktan sonraki ilk resmi ziyareti olan Körfez ziyareti; ikincisi ise Gazze'de ateşkesi sağlayan girişiminin geniş çapta memnuniyetle karşılanmasının ardından İsrail ve Mısır'a yaptığı ziyaretti. Her iki ziyaretinde de kendisine kapılar açıldı ve daha önce hiçbir ABD başkanının karşılanmadığı şekilde karşılandı. Umuyoruz ki Trump, bu ziyaretler sırasında yaşananların önemini anlamış ve bunları yapması gerekenler için bir teşvik olarak görmüştür.

Ortadoğu'daki mevcut durumu objektif bir şekilde incelersek, iki yıllık savaşın benzeri görülmemiş dönüşümlere yol açtığını görürüz. Bunların en önemlisi de Gazze sorunu ve sonrası dosyasında Amerikan liderliğinin kolektif olarak kabul görmesidir. Bir diğer önemli dönüşüm ise Ortadoğu forumunun tanınmış bir üyesi olmasını sağlayacak şekilde İsrail ile kalıcı bir barışa varma konusunda kolektif bir hazırlığın varlığıdır. İsrail’in ise bu dönüşümlerin varoluşsal düzeyde bile olsa avantajlarını kabul etmek ve Amerikan yönetimini demiri tavında dövmeye teşvik etmek yerine, kendisine sunulanın ötesinde bir ajanda geliştirdiğini görüyoruz. İsrailli yetkililer, “büyük devlet” hayalinden ve askeri güç ve kabiliyetleri aracılığıyla bölge haritalarını yeniden çizmekten bahsetmeye geri döndüler. Bu kabiliyetlerin sarsılmaz Amerikan desteği olmadan hiçbir anlamı olmadığı gerçeğini görmezden geldiler. İsrail, iç dinamikleri ve mantıksız ajandaları nedeniyle kısıtlanmış ise top artık kesinlikle ABD'nin sahasındadır.

Ortadoğu'nun Trump yönetimine yönelik bu açılımının ardından, bölgeye İsrail merceğinden bakmaya devam etmesinin artık mantıklı olmadığı görülüyor. Zira ABD, İsrail ile olan özel ilişkisinden vazgeçmek zorunda değil, aksine istenen, bölge ülkeleriyle ilişkilerinde gerekli dengeyi sağlamak için bu özel ilişkiyi kullanmasıdır.

İsrail'i kendinden korumak, aşırı güç ve şiddet kullanımı nedeniyle çözülmemiş ve çözülmeyecek olan savaşlar bataklığından kurtarmakla başlar. Bu koruma, İsrail ve ABD'nin, dünyanın geri kalanıyla birlikte, Filistin halkının kendi kaderini tayin hakkını ve kendi devletini kurma hakkını tanımasıyla daha da güçlenecektir. Ortadoğu'da elde ettiği tüm memnuniyet, kabul ve iş birliğinin ardından, ABD bölgeye objektif ve yeni bir denge çerçevesinden bakmalıdır. Bunu yaparsa, gerçekten yeni bir Ortadoğu doğacaktır.