Sevsen Ebtah
Gazeteci ve yazar. Lübnan Üniversitesi'nde Arap Dili ve Edebiyatı Bölümü Profesörü
TT

Akkad’ın üzerimizdeki hakkı

Edebi arşivimizin, gizlediği sırları ortaya çıkaracak kişilere hala çok ihtiyacı bulunmaktadır. Yakın bir zamanda Mısırlı ‘El-Şuruk’ gazetesi, meslektaşımız ve dostumuz Seyyid Mahmud’un editörlüğünde, okuyucuyu Abbas Mahmud Akkad’ın bilhassa görsel sanatlara yönelik tutumu hakkında aydınlatan ve daha önce hiç yayınlanmamış iki makalesini yayınladı.
Ondan birkaç ay önce de Seyyid Mahmud, ‘Ahram El-Arabi’ gazetesinde Mahmud Derviş’in 1971-1973 yılları arasında Kahire’de ikamet ettiği dönem hakkında ilginç bir dosya hazırlamıştı. Derviş’in Kahire’de kaldığı dönemden bahseden yazılar, Beyrut’ta kaldığı döneme nazaran çok daha azdır.
Bu yılın sonuna yaklaşırken ise Necip Mahfuz’un ailesi, kendisinin daha önce yayınlanmamış olan öykülerini yayınlama kararı aldı. Bu öyküler; ilk öykü dizisi olan ‘Deliliğin Fısılıtısı’ndan 70 yıl sonra ‘Yıldızların Fısıltısı’ adıyla yayınlandı.
Bu yayınlar; boyun eğme ve durgunluk hastalığına yakalanmaya başlayan edebi hayatımızda durgun suları harekete geçirebileceğini düşündüğümüz önemli yayınlardır. Çünkü yine birkaç ay önce Bonhams Müzayede Evi’nin ölümünden 87 yıl sonra Cibran Halil Cibran’a ait 3 tablonun kamuoyuyla paylaşacağı haberi duyurulmuştu. Daha da önemlisi bu edebiyatçı ve ressamın, özel kişilerin mülkiyetinde oldukları için hala bilinmeyen ama her an ortaya çıkabilecek birçok tablosunun da bulunduğu bilgisidir.
Edebi miraslarına önem veren uluslarda edebiyatçılar; araştırmacılar tarafından keşfedilen yeni eserleriyle her daim yeniden tanınır ve okunurlar. Bizlere 100’den fazla eser bırakan geniş bilgi sahibi edebiyatçımız Akkad’ın belirli bir konuda yazdığı yazıları derleyen ve bu konuda bir dosya hazırlayan A’la Abdülhamid de bunu yapmıştır. Abdülhamid hazırlamış olduğu dosyada,  Akkad’ın 20. Yüzyılın otuzlu yıllarında resim sanatında ortaya çıkan modern okullar hakkındaki görüşlerine odaklanmıştır.
Akkad’ın doğduğu ve büyüdüğü Mısır’ın Asvan şehrini ziyaret edip şehrin girişine dikilmiş büyük ve heybetli heykeliyle karşılaştığınızda edebiyatçının şehir halkının kalbinde hala yaşadığını görürsünüz. Ama kendi adını taşıyan merkezi ziyaret edip kütüphanesini ve daha önce evinde çekilmiş fotoğraflarında gördüğümüz özel eşyalarının sergilendiği odayı dolaştığında insan, bir korkuya kapılıp  burada kalmaya ve burayı hiç terk etmemeye yönelik şiddetli bir istek duyuyor.
Akkad hayatı boyunca ne İngilizce bir şey yazdı ne de ABD’de yaşayıp dünyaca tanınmış bir edebiyatçı oldu. Doğduğu belde Beşri’de kendi adına bir müze kurulan Cibran kadar şanslı değildi. Akkad sadece ilkokulu okuyabilmişti, kendi çabası, azmi ve şehrini ziyaret eden turistler sayesinde İngilizce öğrenebilmişti.
Yoksul bir ailede doğan Akkad ilk önce bir ipek fabrikasında ardından demiryollarında ve daha sonra Evkaf divanında memurluk yapmıştı. Ancak memurluluğu kölelik ve esaret olarak gören gururu bunu sürdürmesine izin vermedi. Yine de edebiyatın aşırı yumuşak ve itaatkar bir hale geldiği günümüzde; Akkad’ın bir zamanlar kaba ve katı biriymiş gibi görünmesine neden olan gururunu ve kibrini özlemle anıyoruz.
Asvan’daki Akkad Merkezi’nde sergilenen kişisel eşyalarına, Paris’te adına inşa edilen müzede Victor Hugo’nun veya yine müzeye çevrilen evinde Balzac’ın kişisel eşyalarına gösterildiği kadar önem verilmiyor. Burada Akkad’ın kişisel eşyaları zamana karşı hiçbir şekilde korunmuyor ve ziyaretçiler istedikleri gibi bu eşyalara dokunabiliyor.
Akkad Merkezi’nde ziyaretçiler edebiyatçının yatağına oturabiliyor, televizyon röportajlarında giydiği kahverengi robdöşambrına dokunabiliyor, beresini deneyebiliyor. Sanki daha yeni çıkarıp askıya asılmış gibi görünen ceketi ya da yanında dizilmiş olan kravatları veya kahverengi ayakkabısı hiçbir şekilde korunmuyor.
Burada tabloları, yazı masası ve yatağı yanında Akkad’a ait büyük ve küçük birçok kişisel eşya sergileniyor. Ama odadaki küçük kütüphane birçoklarının muhafaza edilmediğini de gösteriyor. Çünkü Dahiler serisi, Kur’an’da Kadın, Kur’an’da İnsan gibi önemli kitapları ya da çok sayıda düşmanlarına karşı yazdığı yazıları yazabilmesi için kuşkusuz, şu birkaç ingilizce kitabtan çok daha fazla kitaba sahip olmalıdır.
Akkad’ı ziyaret etmek için Asvan ziyaretlerini bir gün daha uzatmaya, her yıl onu anmak için düzenlenen kutlamalara katılıp Akkad’ın eserleri eşliğinde bir gün geçirmeye hazır birçok ziyaretçi vardır. Ama öncelikle fazla meraklı insanların eşyalarına dokunamayacağı gerçek anlamda bir müze inşa edilmelidir.
Bu turistik şehirde Akkad’ın adını taşıyan bir müze, bazıları için Nubialılar ( Firavunlar) döneminden kalma tarihi kalıntılar ya da Ağa Han’ın türbesinden çok daha önemli ve ziyaret edilmesi gereken bir mekana dönüşebilir. Lübnan’da Beyrut’tan Bişre’ye kadar süren 3 saatlik yolculuk hiçbir şekilde ziyaretçileri Cibran müzesini ziyaret etmekten alıkoymuyor.
Oysa Asvan’da çoğu turist; şehrin dahi çocuğunu tanımadan ve adını bile duymadan şehirden geçip gidiyorlar. Bu durum; Lübnan’nın yine çok önemli edebiyatçılarından olan Mihail Nuayme’nin evi ya da Emin Reyhani Müzesi için de geçerli. Eğer bir ülke ulusal değerlerinin bir parçası olan edebiyatçılarının tanıtımını yapmıyorsa turistler ve yabancılar onları nasıl tanıyacak? Ama ne yazık ki ülkelerimizde bunu hiç kimse önemsemiyor.
Akkad’ın yeni keşfedilen iki yazısına dönecek olursak, bu iki yazı edebiyatçının muhafazakar olduğu kadar insanların vicdanlarını, estetik zevklerini ve gelecek kimliklerini şekillendiren görsel eserlerin gücü hakkındaki derin bilgisini bizlere bir kez daha göstermektedir. Bu yazılarda Akkad; klasik, gelenekçi, hatta gerici birisi gibi görünmektdir. Ama aynı zamanda bu yazılar; ne kadar vatansever, halkını korumak isteyen, o dönemde sadece siyaseti değil düşünce ve zihin yapısını da hedef alan sömürgeci saldırılara karşı dikkatli birisi olduğunu hissetmemizi sağlamaktadır.
Akkad; kendinden başka herbir şeyi reddeden vahşi Avrupa karşısında yenilgiye uğrayan akıma mensuptu ve modern akımlara şiddetle karşı olan aşırılıkçılardan biriydi. Tablolarda denizin maviden başka bir renge boyanmasına, ağaçlara kendi renklerinden farklı renkler verilmesine karşı çıkacak kadar fanatikti.
Akkad; tablolarında farklı renkler kullanmaya çalışan ve sanatlarında değişimlere açık olan ressamları ve akımları “hastalıklı davranışlara” sahip kişiler ve bu akımları “yoldan çıkmış hareketler” olarak vasfediyordu. Akkad; fanatik, hatta belki de aşırılığa kaçacak şekilde ulusal kimliği korumaya çalışan biri olsa da üzerimizde bugün ulaşmış olduğumuz ve bizlere tavsiye ettiği deneyimden farklı hatta tam tersi bir deneyimin ışığında onu yeniden keşfetme hakkına sahiptir.
 Bu şekilde; nerede yanlış yaptığını ve kendisinden farklı düşünenlere neden bu kadar şiddetli bir şekilde saldırdığı ve katı olduğunu anlayabiliriz. Ondan ne kadar farklı düşünüyor olsak da Akkad büyük bir edebi şahsiyettir ve onun sözlerine kulak vermek bizim edebi görevimizdir.