Emel Abdulaziz Hezzani
Suudi yazar
TT

ABD-İran arasındaki düşmanlık girdabı

Siyaset değişmesine rağmen ideoloji pek fazla değişmiyor.  İran’la ilişkimize ‘ezeli düşmanlık ilişkisi’ adını verdiğimizde biz, bununla İran’daki ideolojinin ya da teokratik yönetimin herhangi bir yakınlaşmaya izin vermeyeceğini kastediyoruz. Çünkü söz konusu ideoloji, radikal ve genişlemeci hedeflerinden dolayı Arap, özellikle de Suudi Arabistan karşıtlığı üzerine kurulmuştur.
İran yönetimi, prensiplerini yaymaya ve Arap bölgesindeki askeri varlığını pekiştirmeye çalışan ve kendisine engel olan her devlete apaçık bir düşmanmış gibi bakan Humeyni devriminin ilkelerine göre hareket ettiği sürece bu düşmanlık devam edecektir. 40 yıldır değişen detayların aksine, aramızdaki mesele açık ve nettir.
Fakat ABD-İran düşmanlığına ne demeli?
Sahada istikrarı sarsan eylemler yapmadığı ve başta Körfez ülkeleri olmak üzere bölgedeki müttefikleri aracılığıyla Washington’a dolaylı ya da dolaysız bir tehdit oluşturmadığı sürece İran’ın ideolojisi ABD’yi ilgilendirmiyor.
İki gün önce New York Times gazetesinde yayımlanan yazısında Carol Giacomo, İran ile kapalı olan kapıları açmak için çalıştı. Giacomo, ABD ve İran arasındaki düşmanlığın sonsuza kadar devam edeceğinin öngörülmediğini ve İran’da gözden geçirilmesi gereken fırsatların olduğunu söylüyor. Çünkü İran -yazarın iddiasına göre- Ortadoğu’da liderlik unsurlarına sahip tek İslam devletidir. Bu unsurlar ise İran’ın coğrafi konumu, kaynakları ve entelektüel insanlarıdır. Fakat Suriye, Yemen, Lübnan ve Irak’ta yaptığı müdahalelerden dolayı İran’ın bu konumu sarsıldı.
Diğer bir ifadeyle yazar, şiddet politikası yürütmemiş olsaydı, İran’ın harika bir devlet ve potansiyel bir dost olacağını söylüyor. Bu açıklaması için kendisine teşekkür ediyoruz.
Yazar, değneği ortasından tutmaya çalışarak, mevcut ABD ve İran arasındaki ilişkilerde iki tarafın da kusurlu olduğunu dile getiriyor. ABD, 1953 yılında İran’da seçimle göreve gelen ve ulusal sloganlarıyla İran sokağını cezbeden sol eğilimli Başbakan Muhammed Musaddık’ı görevden uzaklaştırdı. ABD, soğuk savaş zamanında komünistler ve Sovyetlerle ilişkisini geliştirmesinden dolayı Musaddık’tan endişe duymaya başladı. Sonuçta ABD ve İngiliz istihbaratı,  Musaddık’ı devirip yerine iktidara geçmesi için Roma’dan Şah’ı getirdi.
Yazar, Birinci Körfez Savaşı sırasında Amerikan firkateyni tarafından yanlışlıkla düşürülen ve içerisindeki 290 yolcunun tamamının öldüğü, İran yolcu uçağına işaret ederek, Washington’ın Tahran’a karşı işlediği diğer suçları açıklamaya devam ediyor. Yine yazar, İkinci Dünya Savaşı sırasında -ki bu dönemde İran, Sovyetler Birliği için lojistik destek hattıydı- ABD ve İran ilişkilerinin iyi olduğuna, ABD Başkanı Eisenhower’ın Şah’a barışçıl nükleer enerji programı için teknoloji temin ettiğine ve Başkan Nixon zamanında İran’ın Ortadoğu’da Amerikan çıkarlarının koruyucusu olduğuna dikkat çekmeyi unutmadı.
Kısacası yazar, İranlılara şu mesajı iletiyor;
“Suriye, Yemen, Irak ve Lübnan’a müdahale etmemiş olsaydınız siz, bizim dostumuz olabilirdiniz.”
Aslında tuhaf bir analiz olmasına rağmen biz de aynı sonuca ulaşıyoruz;
 İran, bölgede bu vahşi müdahalelerde bulunup savaş çıkarmasaydı herhangi bir kin ve nefret oluşmayacaktı.
Carol Giacomo, Donald Trump’ın kusurlu nükleer anlaşmayı parçalamasına karşı çıkan Batı’daki entelektüellerin önemli bir kesimini temsil ediyor. Onlar, İran’a fırsat verilmesi halinde İran’ın davranışlarının düzeltilebileceğini düşünüyor.
Bazı ABD’li entelektüellerin sorunu şu ki onlar, 1979 yılında devrimin ardından Humeyni’nin çizdiği kırmızı çizgiyi görmüyorlar. Şartlar ve sonuçlar ne olursa olsun bu çizgi, önceki iyi ilişkileri zayıflattı. Onlar, nükleer anlaşmanın dini lider Ali Hamaney’i Gandi’ye dönüştürebilecek bir fırsat olduğunu düşünüyorlar. Fakat Trump, buna sabretmedi. Washington anlaşmadan çekilmeden önce nükleer anlaşmanın yürürlükte kaldığı iki yıllık süre zarfında İran’ın bölgedeki faaliyetlerinde parmak ucu kadar bir değişiklik meydana gelmedi. Buna rağmen sihirli değişimi hayal eden Amerikalı entelektüel, devrim öncesindeki ilişkilerin geri dönmesini beklemeye devam ediyor.
New York Times’taki yazının mecazi olarak bir değere sahip olmadığını söylüyoruz. Çünkü bu yazı, gerçek dışı bir teoridir. Aslında farklı bir şekilde ortaya çıkmış da olsa Amerikalıların bölgeye yönelik cehalet sorunu halen devam ediyor.
ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, İran’ın emellerine karşı 8 devletten (Mısır, Ürdün ve 6 Körfez ülkesi) oluşan bir koalisyon kurulmasını desteklemek için son zamanlarda bölgeye bir gezi düzenledi. ABD Dışişleri Bakanlığı, Körfez-Körfez anlaşmazlığının NATO benzeri bu koalisyonun oluşturulması önündeki en büyük engel olduğunu düşünüyor ve bu anlaşmazlığı acil bir şekilde çözmeye çağırıyor.
Teorik olarak barış ve huzuru korumak için savunma paktı oluşturma fikri, makul bir düşüncedir. Ancak mevcut durumda İran’ı şerefli bir devlet olarak gören ve uluslararası platformlarda sağlam ve gelişmiş ilişkilerine özen gösterdiğini dile getiren Katar, bu koalisyonun nasıl parçası olabilir? Yine Umman Sultanlığı da İran’la sağlam tarihi ilişkilere sahip.
Amerikalı yetkili, bölgedeki gerçeği değil, aksine bölgede gerçek olmasını temenni ettiği şeyi görüyor. Katar’daki İran varlığı ve Katar’ın Lübnan, Irak ve Suriye’deki İran milisleriyle ilişkisi, Körfez anlaşmazlığının bir parçası olup bu, bir sınır sorunu ya da kurumsal bir anlaşmazlık değildir. Pompeo, terörü finanse etmeyi durdurmaya yönelik anlaşma imzalamasının ardından Katar’ın iyi bir sınav verdiğini ve anlaşmayı uyguladığını düşünmesine rağmen Libya’daki gerçekler bunun aksini söylüyor.