Sevsen Ebtah
Gazeteci ve yazar. Lübnan Üniversitesi'nde Arap Dili ve Edebiyatı Bölümü Profesörü
TT

​Bir tasarımcıdan daha fazlası: Lagerfeld

Dâhiler asla belli kalıplara sığmaz. Onlar, isterler ki ufuklar çatı olsun, tüm kâinat da ilham kaynağı… Karl Lagerfeld, yalnızca bir moda tasarımcısı değildi. Onu böyle tanımlamak çok büyük haksızlık olur. Zira o, günlük yapımcısı, sahne derlemecisi, canlı hikâyeler yazarı, şaşkınlık kaynağı ve merak konusu idi.
Gazeteciler onun yalnızca elbiselerini fotoğraflamak için değil, platformlarda ve kameralar tarafından sunulandan daha kapsamlı olan gizli dünyasına girmeyi başaran o şanslı kişi olmak için de yarışıyorlardı. Bu yarış, herkesin bildiğinin ötesine geçmek, yüz binlerce kitabının bulunduğu o geniş alanları ortaya çıkarmak içindi. Söz konusu mekânlar arasında evleri ile 7L olarak bilinen ofisi de yer alıyordu ki bu ofis, Sigmund Freud teorilerinin en önemli yorumcusu kabul edilen ünlü Fransız psikanalist Jacques Lacan’ın kliniğine yakın bir noktada yer alıyor.
Lille Sokağı’nda gözleri kamaştıran, dili tarif etmekten aciz bırakan, yerden yüksek tavanlara kadar raflara, yetmemiş masaların üzerine ve zeminin her yerine dizilmiş kitap manzarası görebilirsiniz. Bu kitaplar, kütüphanecilerin katı mantığına göre değil de sahibinin zevkine göre sıralanmış. Bu alanı bireyler idare ediyor gibi durmuyor, herkesin kullanımına açılmaya uygun bir alan. Bu çılgının tüm bunları seçmek için vakit bulamamış olması gerekir ama bulmuş.
Sabah gözlerini açınca, gece tekrar kapayana kadar okumuş. Belki de bilmek istediklerinin bir kısmını olabilecek en kısa sürede ve bir çırpıda yutabilmiştir. O, ayrılamadığı kâğıtların adamı, sürekli olarak o kâğıtların üzerine bir şeyler çizmiş ve yardımcılarına teslim etmiş. En küçük detayları bir kez daha gözden geçirmeye gerek bırakmaksızın tam ve dikkatli bir şekilde uygulama imkânı sağlayacak şekilde açıklayabilme yeteneğiyle övünüyor. “Ben konuştuğumdan daha hızlı resim çizerim” diyor lakin o aynı zamanda edebiyatçıların dostu, kelimelerin aşığı ve şiirin tutkunu. Kendisini işte böyle tarif ederken bilgi birikimini, bedenini diri tutan fiziksel bir ihtiyacı olarak tanımlıyordu.
İstediği profesyonelliğe yoğunlaştıran çoklu kimlik, özgürlük ve tutku, bunlar Lagerfeld’in geride birçok soru işareti bırakan ikon şahsiyetinin anahtar kelimeleri. Fotoğrafçılığa da başlamıştı. Nitekim onun işinde ustalığa olan tutkusu, tasarımlarını fotoğraflayan çekimlerden tatmin olmamasına sebep olmuş ve kendi kataloglarını kendi hazırlama kararı almıştı. Bu, tatmin olmak için daha çok tercih edilir.
Her şeyi kendi elleri ile yapabilme imkânı bulsaydı oyalanmazdı. Onun karşılaştığı en büyük zorluk, profesyonel kişiler bulmaktı. “Amatörlerden hiç haz etmiyorum” derdi. Bu yüzden çalışmasının başarısı için ihtiyaç duyduğu reklamlara kendi mührünü koymak zorundaydı.
O sadece bir sanatçı değil, usta bir efendiydi. Nadiren rastlanan bir beceri ile kendisi ile birlikte çalışan büyük bir tasarımcı taifesini yönetir, takviye isteyen duyularını beslemek için vakit bulur ve yaratıcılığına katkı sağlayabilecek her şeyi özümsemek için fazlasıyla istekli olurdu. Sıra dışı görsel hafızasının düşündüğünü farklı bir yolla yeniden tasarlarken ilk yardımcısı olduğunu düşünürdü.
Moda ile ilgilenmeyen ve şıklığı önemsemeyenler bile Karl Lagerfeld’i tanır, bilir. Bu adam, uzmanlık alanının sınırlarını aştı ve sadece imajı bile, cazibe kaynağı haline geldi. Onun ölüm ilanını veren gazetelerden biri, “Asrın adamı öldü” başlığını attı. Bazılarına tuhaf gelebilir ama onun yaşadığı dünyada böylesi bir şahsiyet gelmedi. Altmış yıl tasarımcılık yaptı; 36 yıldan fazla talihsiz bir ölümden çekip aldığı Chanel’in başındaydı.
Gerçekten zarifti, yalnızca kumaşlara değil kendi şahsiyetine de şekil verdi. Dışarıda olduğu kadar içeride de ruh ile meşgul oldu. Mesleki hayatına utangaç bir kişilik ama aynı zamanda tutkulu bir hırsla başladı. Kıyafetleri, aşırı klasikti. Zamanla kendisi için başka bir tarz oluşturmaya başladı. Görünüşünü ve saç tarzını değiştirdi, 40 kilodan fazla verdi, Hedi Slimane’nin kendisi için tasarladığı o meşhur siyah takım elbise ile yüksek yakalı beyaz gömleği giydi, ellerine eldiven geçirdi, yüzünü siyah gözlüklerin ardına gizledi; böylece imajı bu son hali ile ona özgü bir marka haline geldi. Hatta bazıları o her zaman böyle gizemli, az konuşan ve yoğun etki bırakan biriydi zanneder.
Profesyonel bir fotoğrafçı, müzik bağımlısı, küçüklüğünden beri karikatür çizimlerinin peşinden koşan, mimari tasarımları hummalı bir şekilde takip eden biri olarak o aynı zamanda büyük Alman ressamların tabloları ile heykel çalışmalarından oluşan bir koleksiyona da sahipti. Kişisel dönüşümlerini çizerken kendisine de sürekli geliştirmeye değer bir sanat eseri gözüyle bakıyor, kendisini bir resim, tablo veya mimari bir eser olarak mı görüyordu? Lagerfeld, bu soru ile muhatap olunca bunlardan hiçbirini seçmeyerek kendisinin daha çok ‘yerleştirmeye’ benzediğine karar verdi. Sınır tanımayan kıvrak bir zekâ. Zira ‘yerleştirme’, kurulan sonra sökülüp saçılan ve kıvrımlarında sonluluğunun tohumlarını taşıyan bir sanat çalışmasıdır. Hepimiz saçılma halindeyiz ve sonumuz kesin. Ancak Karl Lagerfeld, deliliğinin zirvesine oldukça akıllıca ve dengeli bir şekilde çıkan tasarımcı olarak tarihe geçecek.