Adnan Hüseyin
Iraklı Gazeteci-Yazar
TT

Irak’ta başarısız olan bir başka İran taktiği

Terörist DEAŞ örgütüne karşı savaş çerçevesinde Irak’ta bulunan koalisyon güçlerinin hemen çekilmesi çağrısında bulunan ve bazı Iraklı tarafların da katıldığı İran kampanyasının yoğunluğu, son 2 haftada gerilemiştir. Bu gerilemenin asıl önemi, bu bağlamda İran’ın hedeflediği politikadaki bir başka taktiğin başarısız olmasından kaynaklanmaktadır.
Bazı Iraklı milletvekillerinin ve popüler söylemlerinin İran’ın dış politikası ile uyumlu olmasıyla bilinen siyasi İslami güçlerin sunduğu tez, temelde ne sağlam ne de gerçekçiydi. Bu taraflar, terör örgütünün tehdidinin ve farklı bölgelerde ulusal güvenliği istikrarsızlaştırıcı, ölümcül operasyonlarının sürmesine rağmen Irak’taki Uluslararası Koalisyon güçlerinin varlığının -özellikle de ABD’nin- artık gerekli olmadığını ya da istenmediğini, dolayısıyla hemen ya da kısa bir süre içerisinde sona ermesi gerektiği yönünde bir karar ya da yasa çıkarılması için baskı yapıyorlardı.
Bu tez; ulusal egemenlik gibi tek bir unsura dayanıyordu ki bu da başka unsurlarla karşılaştırıldığında zayıf kalmaktadır. Dolayısıyla kampanya sahipleri özellikle de halkçı çevrelerde arzu ettikleri yeterli desteği alamadılar ve bu tez, acil, önemli bir kamuoyu sorununa dönüşemedi. Bunun nedeni de Iraklıların günlük yaşam, talepleri ve güvenlikleri ile ilgili diğer şeylerle meşgul olmasıdır.
Öyle ki Irak halkının son yıllarda bu kaygılara dayanarak düzenlediği güçlü gösteriler, siyasi süreçte oyunun bazı kurallarını değiştirmiştir. Bu kaygıların başlıcaları; çökmüş bir kamu hizmetleri sistemi, yüksek yoksulluk ve işsizlik oranlarının yansıttığı kötü yaşam koşulları, kamu bütçeleri tahsisatlarının yarısından fazlasını üst düzey idare ve orta yönetim başkanları gibi idari pozisyonlara sahip yolsuz bürokratların banka hesaplarına yönlendiren mali ve idari yolsuzluğun yaygınlaşmasıdır.
Bu yolsuzluk; petrol, tarım, sanayi üretimi ve hizmet alanlarında çalışan insanlara ve binlerce Iraklıya ülkelerinin içinde yüzdüğü petrol denizine rağmen hala şehirlerdeki çöplüklerden topladıkları kırıntılardan başka bir şey bırakmamaktadır.
Diğer yandan ulusal egemenlik artık Iraklılar için kışkırtıcı, isyan ya da devrim başlatacak kadar önemli bir şey değildir. Çünkü Irak’ın İran’a savaş ilan edip büyük bir yenilgi ile yüzleşmek zorunda kalmasından, Kuveyt’in işgal edilmesinden ve sonrasında yaşananlardan sonraki onyıllar boyunca kendisinden neredeyse hiçbir iz kalmamıştır.
Bu savaşlar; 1 milyondan fazla Iraklının hayatını kaybetmesine ya da esir düşmesine, onurlarını kaybetmelerine, aralarında geniş sınır bölgeleri ile Şattülarap’ın yarısının da olduğu ulusal zenginlik kaynaklarını ve topraklarını kaybetmelerine neden olan kapsamlı bir ulusal felaketlerdi.
Ayrıca birçok Iraklıyı evlerinin cam ve kapılarını satmaya iten, milyonlarca kişinin yurtdışına göç etmesine neden olan çok ağır ekonomik yaptırımlar; Irak devletinin, ordusunun ve halkının aşağılanmasına ve itibar kaybemesine yol açtı. Bu ateşten halka; 2003 yılında Saddam rejimini düşüren ve ülkeyi en az Saddam rejiminin yönetimi kadar trajik bir şekilde yöneten mevcut mali ve idari alanlarda yozlaşmış siyasi sınıfı ülke yönetimine getiren savaş ile tamamlanmıştır.
Dolayısıyla Irak’ın ulusal egemenliği şu anda yüksek sesli kimselerin yönetimi altında olan sağlam bir kale değildir. Çünkü İran, Türkiye, ABD vd. tarafından saat başı ihlal edilmektedir.
ABD güçlerine karşı yürütülen bu kampanyanın Irak kamuoyunun desteğini alamamasının tek nedeni bu değildir. Iraklılar bu kampanyanın bedelinin hem siyasi hem de mali olarak önceden ödenmiş olduğunu biliyorlar. Hem de Irak’ta ve bütün bölgede, ABD ile bir güç çatışmasına girmiş olan bölgesel bir taraf yani İran lehine olduğunu biliyorlar. İki ülke hükümetleri arasında imzalanan resmi bir anlaşmaya dayanarak, Irak hükümetinin talebi ile DEAŞ terörü tehdidini ortadan kaldırmak için Irak’ta bulunan koalisyon güçlerinin varlığını sona erdirmenin Irak’ın çıkarına olmadığını da idrak ediyorlar.
Iraklılar ayrıca koalisyon güçlerinin çekilmesine yönelik bu ısrarlı talebin 2011 yılında yaşanan ve hala akıllarda olan benzer bir senaryoya yol açmasının mümkün olduğunu da düşünüyolar. Bu tarihte Nuri Maliki hükümetinin geçerli olan anlaşmaya rağmen koalisyon güçlerinin varlığını sona erdirmesi,  Irak’ın kapılarını en aşırılıkçı terörist gruba açmış ve bu grubun Türkiye ve Suriye sınırlarından başkent Bağdat’ın yakınlarına ve doğudaki İran sınırına kadar Irak topraklarının üçte birine yayılan sahte devletini ilan etmesini sağlamıştı.
Bilindiği gibi İran da Suriye rejimi ve Türkiye gibi ABD işgaline karşı mücadele bahanesi ile DEAŞ’ın bu geniş toprakları ele geçirmesine yardımcı olmuştu. Bu da Irak’ın 4 yıldan fazla bir süredir hala tam anlamıyla sona ermeyen ve devam eden yıkıcı ve yok edici bir savaşa girişmesini gerektirmiştir.
DEAŞ’ın silahlı grupları hala Irak toprakları ile Suriye sınırı boyunca faaliyet göstererek bazı bölgeleri yeniden ele geçirme, siviller, güvenlik güçleri ile ordu arasında kayıplara yol açma tehdidini sürdürmektedir. Bağdat DEAŞ’ı hala ulusal güvenliğine yönelik birinci tehlike, ulusal egemenlik ve bağımsızlığının ana tehdidi olarak görmektedir.
İran ve Irak’ta kendisine bağlı siyasi ve milis gruplar; Irak’ın ulusal çıkarlarını göz ardı ederek, ABD güçlerinin varlığı meselesini her zaman bir baskı ve şantaj aracı olarak kullanmışlardır. Irak kamuoyunun bugün her zamankinden daha fazla bildiği ve anlamaya başladığı şey tam da budur.
Dolayısıyla bu gruplara ait tarafların halkçı çevreleri hedef alan ve koalisyon güçlerinin çekilmesi çağrısında bulunan kampanyanın etkili olamamasını da bununla açıklayabiliriz. Bu, Irak halkının bilincinde görülen ve göz ardı edilmesi büyük bir hata olacak önemli bir gelişmedir.