Abdullah Raddadi
Suudi araştırmacı ve ekonomi uzmanı
TT

Avrupa-Çin ortaklığı

İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden (AB) ayrılma (Brexit) kararı, halkçılığın dünyayı saran bir dalga olmayıp ele alınması gereken bir gerçek olduğunu gösterdi. O zamandan günümüze kadar çok sayıda halkçı hükümet, ABD, İtalya ve Polonya gibi birçok ülkede yönetime geldi. Yönetimlerinin değişmesiyle birlikte bu ülkelerin politikalarının da değişmesi kaçınılmazdı. Brexit dürtüsü gibi ABD’nin kendi ekonomik hukukunu koruma ve korumacı ekonomi politikası izleme dürtüsünden hareketle Washington ve Pekin arasında ticari bir savaş başladı.
Brexit, diğer Avrupa ülkelerini AB’nin çıkarlarından uzak bir şekilde kendi çıkarlarını yeniden gözden geçirmeye ve AB çıkarları üzerine kurulan ilişkileri yeniden değerlendirmeye sevk etti. Son günlerde meydana gelen İtalya-Çin buluşması, Avrupa ülkelerinin diğer ülkelerle ilişkilerinin AB çıkarlarına değil, aksine kendi ülkelerinin çıkarlarına bağlı hale geldiğine en güzel kanıttır.
AB, Çin’e tek bir perspektiften bakmıyor. Dolayısıyla AB, Çin’i Pekin hükümetinin uluslararası ticari kanunları ihlal ederek ve Avrupa fabrikalarını tehdit ederek desteklediği fabrika ve şirketler aracılığıyla küresel piyasaları işgal etmeyi hedefleyen bir rakip olarak görüyor. Ayrıca AB, Çin’in Avrupa’nın fikri mülkiyet haklarını çaldığını ve Avrupa şirketleri karşısında Çin piyasalarının kapandığını biliyor. Fakat aynı zamanda AB, Çin’i inkâr edilemez ekonomik bir ortak olarak görüyor.
Avrupa, ihracatının yaklaşık yüzde 10’unu Çin’e yaparken, Çin’den de yüzde 20 oranında ithalat yapıyor. Bunun için AB, Çin’in en büyük ticari ortağıdır. ABD’nin ardından Çin de, AB’nin en büyük ikinci ticari ortağıdır. Fakat Çin’le çelişkili ilişkisine rağmen AB, ABD’nin yaptığı gibi Çin’le karşı karşıya gelemez.
AB liderlerinin son zamanlarda açıkladığı gibi AB, pek çok sebepten ötürü iki devlet arasındaki ekonomik savaşa taraf olmak istemiyor. Çünkü Çin’in olduğu gibi AB’nin kendisi de Trump’ın vergilerinin kurbanı oldu. Ayrıca Avrupa, ABD’yle olduğu gibi coğrafi bakımdan Çin’den kopuk değildir. Dolayısıyla ekonomik savaşla ilgili düzenlemeler, Avrupa ve ABD arasında benzerlik göstermeyebilir.
Tam olarak bu sebepten ötürü İtalya, Çin’i Avrupa’yla birleştiren Yeni İpek Yolu’na katılmak için Çin’le bir mutabakat zaptı imzaladı. Böylece İtalya, bu adımı atan ilk G7 ülkesi oldu. Bu anlaşmanın haklı bir yönü bulunuyor. Çin, İtalya’nın Asya’daki en büyük ortağıdır. Aynı zamanda Çin, İtalya’nın üçüncü en büyük ithalat kaynağıdır. İtalya ise, Çin’in en önemli yabancı yatırım kaynaklarından birisidir. Aynı zamanda İtalya, Çin’in beşinci büyük ticari kaynağıdır.
İtalya ve Çin arasındaki karşılıklı ticaret hacmi, yıllık olarak bir milyar dolara yani yılda yüzde 9’dan daha fazlasına ulaştı. Ayrıca İtalya, ekonomik bakımdan kıskanılmayacak bir pozisyonda bulunmaktadır. Zira İtalya, Yunanistan’ın ardından kamu borcu büyüklüğü bakımından AB’nin ikinci ülkesidir. Bunun için İtalya, dünyanın en güçlü gelişen ekonomisi Çin’le ekonomik ortaklığını pekiştirmenin yollarını arıyor.
Başta ABD olmak üzere birçok ülke, İtalya’nın bu anlaşmaya dâhil olmasını hoş karşılamadı.  İtalyan bir yetkili, “Trump yönetimi, İtalya hükümetinin bu mutabakat zaptını imzalamasını engellemeye çok çalıştı” açıklamasında bulundu. Fakat İtalya, Batılı ortaklarından usanmışa benziyor. Sanki İtalya, bu ortaklığın kendi ekonomisine zarar verdiğini ve Doğu’ya yönelme zamanı geldiğini söylüyor. Fransa’nın da İtalya’ya katılması uzak bir ihtimal değildir.
Çin Devlet Başkanı’nın önceden açıkladığı gibi Fransa; Çin ve Avrupa arasındaki ortaklığın diğer bir yüzüdür. Fransa ve Çin arasındaki karşılıklı ticaret hacmi, bir milyar dolardan fazladır. Yani Fransa, İtalya’yla birlikte Çin’le ekonomik ortaklığını artırmaya çalışıyor. Çin, İpek Yolu’nu İngiltere’ye ulaştırmak istediği zaman Fransa, Çin’in kesin ortağı olacaktır.
Çin-Avrupa ortaklığı, artık AB aracılığıyla gerçekleşen bir ortaklık değil, aksine AB’den uzak bir şekilde kendi çıkarlarını arayan devletlerle gerçekleşen bir ortaklıktır. İtalya, Yeni İpek Yolu çerçevesinde Çin’le anlaşma yapan ilk Avrupa ülkesi değildir. Fakat hiç şüphesiz İtalya, bunu yapan en büyük Avrupa ülkesidir.
Batı, önceden Yunanistan’ın başına geldiği gibi Çin’in Avrupa limanlarına hâkim olmasından endişeleniyor. Oysaki Çin, bu limanlardaki nüfuzunun ekonomi amaçlı olduğunu söylüyor. İtalya da anlaşma imzalarken bu hususla ilgili bir açıklama yaptı. Ancak Batılı ülkeler, Çin’in amaçlarından hala şüpheleniyor ve Pekin’in güçlü ekonomisi aracılığıyla siyasi nüfuzunu dayatacağını düşünüyor. Öte yandan Avrupalılar, Çin’i kendi nüfuzunu Batı’ya dikte etmek için “böl-yönet” politikası izlemekle suçluyor. Aslında Batılı ülkeler, bu konuda Çin’in bir parmağı olmadan kendileri bölündü. Hatta Avrupalı ülkeler, bu bölünmüşlüğü kendi çıkarları için kullandı.