“Veto”, Filistin meselesine yönelik Amerikan politikasının kalıcı ve değişmez sabitesidir. ABD'nin bununla ilgili açıklaması, BM'nin bu konuyu ele almak için uygun yer olmadığı, aksine, konunun bu uluslararası forumda sunulmasının bile sorunun çözülmesinin önünde temel engel oluşturduğu, çünkü anlaşmazlığın iki tarafı arasında doğrudan müzakereler dışında bir alternatif bulunmadığı yönündedir.
Çözüm dosyası Madrid'de açılıp Washington'a, oradan da Oslo'ya taşındığından beri Filistin davası çözüm üretemeyen bir labirentin içerisine girdi. Çözüm üretmediği gibi kapsamı Filistin-İsrail halkası ile sınırlı olmayan bir savaş doğurdu. Bu savaşın genişleyip bölgesel savaş noktasına varacağı yönünde gerçek korkular yarattı. Nitekim şimdi ne İran'ın ne de ABD'nin istemediği temeline dayanan denklemin etkililiği konusunda bir güvence olmadan bölgesel bir savaş uçurumunun kenarında duruyoruz.
Ana parlama noktası Gazze ve coğrafi yakınlık nedeniyle bölgesel yayılma noktası ise kuzey cephesi olmaya devam ediyor. Kendimizi bölgesel bir savaşın ortasında bulmamız için eksik olan tek şey, sahadaki sürprizler ve ABD'yı sürekli savaşın içine çekme çabası bağlamında İsrail'in bunları dayatma eğilimi maceralarıdır.
Konsolosluk operasyonu ve bölgenin yanıt ve karşı yanıt verme manevralarına sahne olmasının ardından, bölgedeki askeri gelişmeleri kontrol altında ve en dar çerçevede tutmak isteyen ABD'nin, İran’ın füze ve İHA’lar gösterisine İsrail’in yanıtının daha güçlü olmaması karşılığında Refah'a yönelik askeri planlarını onayladığı yönünde haberler sızdırıldı.
ABD bu haberleri yalanlasa da mevcut durumun gerçekliği bunun tamamen asılsız olmadığını gösteriyor. Zira İsrailliler ile Amerikalılar arasında Refah meselesi, operasyonun tamamen engellenmesi perspektifinden değil de askeri operasyonların programlanması, bunların siviller için nispeten güvenli yerler sağlamak ile ilişkilendirilmesiyle aşılabilecek insani kaygılar perspektifinden tartışılmaya devam ediyor. Dolaysıyla sahadaki gerçek de bu haberleri tamamen inkar etmiyor. Bu denklem de, İran'a verilecek yanıtın düzeyinin azaltılması ile Refah meselesi arasındaki denge denkleminden çok farklı değil.
İsrail'in Gazze Şeridi'ndeki hareket özgürlüğü alanı İran ile olduğundan çok daha fazla.Savaşın başlangıcından girdiğimiz yedinci ayına kadar İsrail’in Gazze'de istediğini yapmakta tamamen serbest bırakıldığı görülüyor. İsrail’in hedeflerine tamamen bağlı olsa da, savaşın sahadaki süreçlerinde görünürde çekinceli ve temkinli görünme yönündeki Amerikan eğilimi de bunu destekliyor.
Burada yeni bir şey yok, zira Gazze savaşı başlangıcından günümüze kadar böyle devam etti. Asıl yeni olan, ABD'nin iki devletli çözümü bölgedeki çatışmalardan asıl ve tek çıkış yolu olarak konumlandırmaktan geri adım atmasıdır. Bu konu hakkında Amerikalıların söyledikleriyle şu anda söylenenleri karşılaştırırsak, aradaki fark sadece dilde değil, içerik ve yön olarak da açıkça ortaya çıkacaktır.
Amerikalılar ertesi günden bahsederken, Filistin devletini tanımanın bir yolunu aradıklarını beyan etme noktasına geldiler. Bu konuda birçok taraf ile istişarede bulunduklarını ve Filistin Ulusal Otoritesi’nin kendisini reforme etme taleplerinin savaş sonrası ikilemi çözmeye, Gazze'yi “iyileştirilmiş” Otoriteye teslim etmeye, Filistin devletinin kurulması yönünde ciddi adımlar atmaya yönelik ön hazırlıklar kapsamında yapıldığını belirttiler. Hatta Başkan Biden, "Filistin devletinin kuruluşu bölgesel çözüm bağlamında gerçekleşecek" diyerek buna işaret etti.
Dil ve davranıştaki bu değişiklik, İsrail'in Filistin devleti konusundaki Amerikan tutumunun gelişmesini engellemek, hatta eski temellerine döndürmek için tüm güçlerini seferber etmesiyle açıkça görülmeye başlandı. Knesset'te ezici bir çoğunlukla alınan "dikte yoluyla" bir Filistin devletinin kurulmasını reddeden, bunun yerine devletin sadece kuruluş ilkesini değil, aynı zamanda özelliklerini de müzakere edilmesini kabul eden kararı bu bağlamda alındı.
İsrail freninin etkinliği, yalnızca ABD'nin bu konuyla ilgili bir Güvenlik Konseyi kararı alınmasını engellemeye yönelik ısrarlı ve acil çabası ile değil, en üst düzeyi ile Amerikan diplomasisinin bu “veto” için sunduğu yorumla da ortaya çıktı. ABD’nin yorumu, Tel Aviv’in Filistin sorununun çözümünün tek bir zorunlu yolu olduğu, onun da İsrail olduğu yönündeki tutumuyla tamamen örtüşüyor. Bu çözüm yoluna bir de ince bir örtü, İsrail'in açıkça reddettiği müzakereler eşlik ediyor.
İran-İsrail çekişmesi, ABD ve NATO'nun çekişme hattına girmesi ve Gazze'deki savaşın devam etmesi, ABD ve İsrail'in Refah konusundaki mutabakatı ve İsrail'in kuzey cephesinde kendi değişmez kurallarına göre faaliyetlerini sürdürmesi ile birlikte, ABD'nin "ertesi gün" başlığı altında belirlediği önceki standartlara göre, iki devletli çözüme ilişkin tutumunda giderek artan bir aşınma görülüyor.
Özetle ABD'nin Filistin meselesine yönelik politikası eski konumuna geri döndü ve bu konumun en tehlikeli yönü çözümü İsrail'e bırakmasıdır. Geçtiğimiz günlerde Başkan Biden, Filistin devletini tanımanın şimdi zamanı olmadığını söyleyerek bu meseleye noktayı koymuş oldu. Son açıklaması Beytüllahim'de yaptığı, "Filistinlilerin bir devlet edinme hakkı vardır, ancak bu ne uzun vadede ne de daha uzun vadede gerçekleşmeyecek" şeklindeki açıklamasını hatırlattı. Bu da Filistin devletinin kuruluşu meselesinin üzerinde çalışılmadan sadece konuşulmaya devam edileceği anlamına geliyor.