Geçtiğimiz üç hafta boyunca, makalelerimde Arap devletlerindeki üç reform örneğine yer verildi: Mısır Arap Cumhuriyeti, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Suudi Arabistan. Üçünü de birleştiren ortak payda, devlet ismi matrisinde nereye yerleştirilirse yerleştirilsin ‘Arap’ kelimesidir. Aynı zamanda, bölgeyi mevcut yönetim sistemlerine ve hâkim devletin doğasına karşı sarsan ‘Arap Baharı’ olarak adlandırılan sürecin ortaya çıkmasıyla başlayan Arap devlet tarihinin daha önce bahsedilen son aşamasında kültürel ve tarihi bir bağlantı sağlarlar.
Aslında söz konusu üç ülkenin reform yöntemleri, kökenleri ve izledikleri yollar bakımından farklı ve çeşitli güzergahlar izledi.
Mısır'da devlet, ‘sözde Arap baharı’ deneyimini başından sonuna kadar yaşadı; devleti olduğundan daha iyi bir yola yönlendirecek herhangi bir proje olmaksızın meydanlarda gösteri yapan ‘gençlere’ tanık oldu. Devlet, ‘devrimin’ sokağını ele geçiren ve ardından devlete ve onun gerekliliklerine ilişkin herhangi bir fikri veya projesi olmadan iktidara gelen Müslüman Kardeşler hareketinin tüm deneyimini yaşadı. Tüm bunlar olurken, Mısır milliyetçiliğinin ve kimliğinin belkemiği olan Mısır Silahlı Kuvvetleri'ne birinci ve ikinci değişimin koruyucusu olmak için özel bir rol düşüyordu, ancak bu kez Mısır'ın siyasi ve ekonomik yapısında derin, hızlı ve etkili bir reform projesiyle…
BAE, her zaman olduğu gibi, kurucu babalarının omuzları üzerinde inşa edildi ve yeni yüzyıla girildiğinde bir topluluktan daha fazlası olmak için ciddi bir çaba gösterdi. BAE bir federasyon içinde olmayı seçti. Devletin ‘kimliği’, ülkeyi Körfez'deki benzerleri arasında benzersiz bir formül haline getiren modernleşme ve değişim deneyiminden doğdu.
Suudi Arabistan'da 21’inci yüzyılın modernliği ile arasındaki mesafe büyüktü ve sadece siyaset ve ekonomiyi kapsayan, devleti ve toplumu yeni yüzyıla göre değiştiren geniş çaplı bir reform devrimi vardı. Suudi tarihinin İslam öncesi zamanlara geri dönülerek keşfedildiği kadar, yılları ve dönemleri birbirine bağlamak için ilk ‘kuruluş’ zamanının derinliklerine inildi.
Söz konusu üç deneyim, kökenleri ve formülasyonları açısından farklılıklar gösterse de sonuçta ‘devleti’ sağlam temeller üzerine oturttu. Diğer Arap ülkelerinde aynı deneyim, devletin depreme dayandığı ve ardından devlet işlerinin olduğu gibi devam edemeyeceğini ve reformun gerekli olduğunu anladığı diğer Körfez ülkeleri, Ürdün ve Fas'ta farklı şekilde yaşandı. Bu durum, devletin yıkıldığı ve yeniden diriltilemediği diğer Arap ülkeleriyle tam bir tezat oluşturuyordu. Örneğin, Suriye'de devam eden iç savaş, bölgelere ayrılma, komşu ülkelerden gelen işgaller, kısacası yabancı güçlere -devletlere ve gruplara- maruz kalma ve işgal altındaki toprakları kurtaramama durumu… Bunun bir örneği de daha devlet kurulmadan önce parçalanan Libya, Sudan, Yemen ve Filistin'de yaşanıyor.
Bir zamanlar ‘mutlu’ olduğu söylenen Kahtani Arapları’nın kökeni olan, Kraliçe Belkıs'ın kendisine Kral Süleyman Peygamber'in mesajını taşıyan Hüdhüd kuşunu aldığı, tarihçiler Irak'ta olduğunu söylese de en büyük şehri Aden’in adının Cennet isimlerinden geldiği kadim bir ülke olan, şiddetli ve acı bir deneyimden geçen kardeş Yemen bunun en bariz örneklerinden biriydi.
Nisan ayı başında, Yemen'deki meşru hükümetin Başkanlık Konseyi Başkanı Dr. Reşad el-Alimi'nin nazik daveti üzerine Yemen'e bir ziyaret gerçekleştirdik. Ben ve davete katılan meslektaşlarım için meşru, birleşik ve reformist ‘devlet’ ile diğer Arap ülkelerinde yaşananlar, toplumu silahlarla eski zamanlara geri götürmeye çalışan dini radikalizmin olağan milislerinin kırılması arasındaki büyük çatışma halen devam ediyordu.
Bu durumun saf hali şiddet, geri kalmışlık ve azınlıklara, kadınlara, Batı'ya ve modern dünyaya karşı düşmanlık ile karakterize edilir. Siyasi olarak Yemen üç siyasi birime bölünmüş durumda: Büyük, meşru birim, neyse ki halen Yemen devletinin yüzde 80'ini kontrol ediyor; Aden'den Umman sınırına kadar güney Yemen'i, merkezin ve kuzeydoğunun bir kısmını kontrol ediyor. Daha küçük bir siyasi birim olan Husiler ise başlangıçta Saada vilayetinde üslenmiş ve bir darbe ile başkent Sana'yı ve onun batısında Hudeyde ve diğer limanların bulunduğu sahili ele geçirmiş. Üçüncü siyasi birim ise Aden'e yayılmış, devlet yönetiminde temsil edilen ancak cumhuriyeti yeniden kurma arzusunu gizleyen Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti destekçilerini ifade ediyor.
Bölünme ya da bölünme arzusu, ‘sözde Arap baharının’ yarattığı Arap siyasi oluşumlarının ilk özelliğidir. Yemen'de olduğu gibi Irak'ta da bölünme girişimlerine ve her zamanki gibi İran etkisinin nüfuzuna karşı devletin bütünlüğünü yeniden tesis etmek için ciddi girişimleri temsil etmektedir. Şu anda reform güçleri ciddi bir şekilde güvenliği, egemenliği ve siyasi sistemin eğitim, sağlık ve devletin temel işlevlerinde reform yapma kabiliyetini yeniden tesis etmeye çalışmaktadır ki bu sayede gelişim ve değişim için gerekli kaynaklar üretilmektedir.
Belki de Yemen'in hikayesi, kardeş ve kadim bir Arap ülkesinin başına gelen trajediyi ve sadece Yemen içinde değil, aynı zamanda kalkınma ve inşa ile ilgilenen tüm Arap ülkeleri içinde bütünleşmek için kopma ve parçalanma durumundan birliğe çıkma girişiminin kahramanlığını anlatabilir. İkinci olarak ise uyumlu ve birleşik ulusal güçlere ve birleşmeyi amaçlayan bir güvenlik derinliği oluşturma yeteneğine dayanması gereken devlete yeniden uyum sağlamayı gösterebilir. Üçüncü olarak, Yemen örneğinde olduğu gibi, Suudi Arabistan'dan ‘Kararlılık Fırtınası Operasyonu’ yoluyla ya da bölücü gruplarla utanç verici bir ittifak kuran ve terörist gruplarla ittifak yapmaktan çekinmeyen İslami radikalizmin çeşitli biçimleriyle ittifak yapan bölgesel güçlerle bölgesel bir denge kurarak gelen destekle devletin restorasyonu mümkün hale gelecektir.