İngiliz solcu işçi lideri ve eski bakan Tony Ben'e ait ilginç bir analiz hatırlatıyorum: "Hiç kimse Stalin'in işlediği suçlardan sosyalist düşünceyi sorumlu tutmadığı gibi Engizisyon katliamlarından da Mesih İsa’yı sorumlu tutamaz!”
Gerçekten de, bir fikir -bir teori veya değerler sistemi– ile onu benimseyen ve muhalif olanlar arasında doğrudan bir bağlantı kurulması doğru değildir. Kendisiyle aynı fikirde olmadığımız biriyle aynı ortamda yaşayabiliriz, bir bireyin veya bir cemaatin dini, siyasi veya etnik kimliği ile ilgili uygulamalarını başkasına dayatmak veya zorla kabul ettirmeye çalışmak doğru değildir. Her muhalifi veya yandaşı yok etmeye çalışmak da doğru değildir.
Geçtiğimiz birkaç gün boyunca Sri Lanka'da korkunç bir katliama şahit olduk. Olayın arkasındaki cemaatin kim olduğunun anlaşılması uzun sürmedi, İslam'ı ve Müslümanları tüm dünyayla “sıfır seçenek” savaşına sokmaya çalışan meşhur o cemaat olduğu anlaşıldı. Batıda Hıristiyan sivillere yönelik "savaş" yeterli değilmiş gibi şimdi de Güney Asya'daki Budistlere ve Hindulara karşı savaş açılmış. Tabii ki, bu kabul edilemez suç, Budist sivillerin Sünni Müslüman Rohingyalar’a yaptıkları zulmü mazur göstermez. Fanatik militanlar bahane edilerek masum Hinduların öldürülmesi de kabul edilemez. Bu fanatiklerden biri de şu an bir seçim maratonu yürüten Hindistan Başbakanı Narendra Modi’dir. Bilakis hiç kimse bir başkası yüzünden cezalandırılmamalı.
Din adına işlenen saçma suçların, Avrupa’daki ve Amerika’daki aşırı Hıristiyan ırkçıların popülaritesinin yükselişine nasıl katkıda bulunduğuna tanık olduk ve olmaya da devam ediyoruz. En son bunun sonuçlarını Avustralya ve Yeni Zelanda’da gördük.
Kısa bir süre sonra Avrupalı seçmenler parlamento seçimlerinde oy kullanmak için sandık başına gidecekler. Tüm göstergeler, kıtanın çoğunda aşırı sağcı ırkçı ve popülist dalganın büyük bir ilerleme kaydettiğini gösteriyor. Bu fenomen, şu anda iltica ve Asya ve Afrika'dan göçten en fazla etkilen Avrupa ile sınırlı değil.
Bilakis, göçmen ve Müslüman karşıtı eğilimlerin arttığı iki Amerika kıtasını da buna dâhil edebiliriz.
Ancak unutmadan –ki unutmamamız da gerekir- ifade etmeliyim ki en büyük hasar, hem de çok önceden, Arap ve İslam ülkelerinde meydana gelmiştir. Ülkelerimizde “gerçek İslam’ı” temsil ettiğini iddia ederek (hem Sünni hem de Şii kesimden) ortaya çıkan radikal cemaatler Müslümanların kanını akıttılar, katliam yaptılar, yaktılar yıktılar. Devlet kurumlarının yıkılmasına, ekonomilerinin çökmesine, egemenliklerinin yok edilmesine, halklarının yerinden edilmesine ve beyin göçüne doğrudan etkide bulundular.
Gerçekte kapsamlı bir intihar savaşı ile karşı karşıyayız. İslam'ın bir din, medeniyet, kimlik ve halk olarak sokulduğu bir savaş bu… eşit olmayan şartlarda ve sonucu önceden belli, tüm insan uygarlığına ve tüm dünyaya karşı yürütülen bir savaş…
Ancak burada yeniden bir düşünelim.
Burada, hâlâ dünyanın durumunu analiz etmeye çalışabilecek, onu kontrol eden sosyal ve politik olayları izleyebilecek ve onunla etkileşime girebilecek kişiler var.
Geçtiğimiz yıl İngiliz The Independent gazetesi, " Öjenik Hareketin aldığı destek buharlaşmadı, bilakis bugün siyasi arenanın tam ortasına döndü" başlığı altında etkileyici bir rapor yayınladı. Raporu yazan Louise Roe, “insan ırkının iyileştirilmesi” gerektiğini iddia eden ojenik grupların Londra'daki prestijli bir üniversitenin fakültelerinde yaptıkları toplantılara dikkat çekti. Sonra ise, bu yönde fikir ve inançlar ortaya koyan felsefi, politik ve kültürel akımlar büyük bir titizlikle ortaya kondu.
Yazar yazdığı raporda, “Seçici Üreme” kavramının yeni olmadığını, bilakis Yunan filozofu Eflatun'un da bu yönde bir düşüncesi olduğunu belirti. Zira eflatun’a göre yönetici sınıfın kendisini üstün bir ırk/nesil olarak hissetmesi çok önemlidir. “doğuştan iyi” ve “soydan asil” kavramını ilk kullanan odur. Daha sonra, 18. yüzyılın sonlarında, Thomas Malthus'un nüfus ve kaynaklar hakkındaki teorileri birçok kişinin dikkatini çekti. Bu düşünceden etkilenenlerden biri de Charles Darwin'dir. “Evrim” teorisini “en güçlülerin hayatta kalması” temeli üzerine bina etti.
Darwin'in teorileri ve eserleri, 1883'te Eugenics/Öjen’i araştıran, önde gelen Öjenist ve düşünür olan, kozmopolit bilim adamı Francis Galton'un çalışmalarını etkiledi. Yunancası “Eugenics” olan bu kelime “Üstün İnsan Irkı” anlamına geliyor.
Ortadoğu'yu ve diğer bölgeleri de ziyaret eden Galton ile beraber insan ırkını "saflaştırma" ve “Üstün İnsan Irkı” yaratma düşüncesi bir ekol haline geldi. "İyi Halklar" ve "Vahşi halklar" ayrımı yapılmaya başlandı. “Soydan Asil” kavramı öne çıkmaya başladı.
Sonra ise bazı insan topluluklarında doğuştan gelen “avantaj” ve “kusurların” bulunduğu ve bunun da eğitim ve öğretimle değiştirilemeyeceği dillendirilmeye başlandı. Böylece dünyanın tanıdığı tüm ırkçı teorilerin önü açılmış oldu. Bu teoriler üniversite kampüslerinin ve araştırma makalelerinin dışına çıkarak politik ve askeri uygulamalara yöneldi.
Öjenizmin tarihsel serüvenini okuyanlar “saf ırk” veya “üstün halklar” teorilerinin nasıl olup da ortaya çıktığına şaşırmaz. “Gelişmiş” ve “Geri Kalmış” uluslar arasındaki boşluğu doldurmanın da nazari olarak mümkün olmadığı görür.
Evet, Adolf Hitler hiçbir şeyi "icat etmedi" ve hiçbir fikri de kendinden değildi. Ortağı Joseph Mengele’nin ölümcül "reçeteleri" de daha önce benzeri görülmemiş bir yenilik değildi. İnsanlığın son yüzyıllarda tanıdığı bütün ırkçı uygulamalar Hitler’den çok önce "istisnadan ziyade bir kuraldı".
Savaşlarda yaşanan trajediler sonrasında ortaya atılan "Özgürlük, eşitlik ve kardeşlik", "yaşam, özgürlük ve mutluluk arayışı" gibi idealist sloganlar ya da Birleşmiş Milletler (1948) tarafından yayımlanan İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, uygar ve barışçıl bir toplum yaratmaya güçlerinin yeteceğine dair bir yutturmacadan ibarettir.
Ancak Galton'u bir kenara bırakıp Malthus'a dönecek olursak, iki gerçek karşısında şok oluruz: ekonomik ve teknolojik. Bu gerçekler, ırkçılık, bencillik ve hayatta kalma mücadelesinin yakın bir zamanda son bulmasını zorlaştırıyor. Kısıtlamaların veya kontrollerin olmadığı bir "piyasa ekonomisini", "sermayenin küreselleşmesini" ve "mal ve hizmet alışverişi özgürlüğünü" vaat eden kapitalizmin temelleri sarsıldı ve parçalandı.
Şaşırtıcı teknolojik gelişme, genel geçer yargıları, bunların işlevlerini ve uygulamalarını hızla ortadan kaldırmakta ve insanların yaşam, iletişim kurma ve ilgi alanlarını değiştirmekte, ihtiyaçlarını ise yeniden tanımlamaktadır.
Beklentilerimizin üzerinde ve hızla değişen bir dünyada yaşıyoruz, algılarımızın gücündeki değişimden bahsetmeye dahi gerek yok. Kimliklerin yeniden tanımlandığı bir zamanda yaşıyoruz. Çıkarların tanımı da değişmiş durumda. Dost ve düşman tanımları dahi farklılaştı. Independent'in araştırma raporunda vardığı şu sonuç doğrudur; aldatıcı bir medeniyet kimliği altında geçici bir süre gizlenen ırk ve renge dayalı ayrımcılık, tereddüt etmeden, utanmadan veya pişmanlık duymadan siyasi arenaya geri döndü.
Bugün bizler medeniyetler çatışması çağındayız ve bunun gerçekleşmesi için acele edenler var. Hatta kendilerince gerekçeleri dahi var.
TT
Terörizm, ırkçılık ve Öjenik Hareketi
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة